Resulullah (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Rabbim bana sual sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine varis kıldı. Ayrıca bana çeşitli ilimleri de öğretti. Rabbim, bir kısım ilmi gizli tutmama dair benden söz aldı. Çünkü benden başka hiç kimsenin onu taşıyamayacağını biliyordu. Başka bir ilimde de beni muhayyer kıldı, yani serbestsin, istersen başkalarına söyle, istersen hiç kimseye söyleme dedi... Kur’an’ı bana öğretti. Hazret-i Cibril devamlı olarak Kur’an’ı bana hatırlatıyordu. Ve daha başka bir ilim var ki, onu herkese söylemeye beni memur etti.” (El-Mevâhib’ül-Ledüniyye)
Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine levh-u mahfuzdaki takdir filmini göstermiştir. Ne çizdiyse onları görüyor ve biliyordu.
O kadar ki günümüze ve kıyamete varıncaya kadar birçok hadiseyi haber vermişti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hiçbir kitap okumadığı, aslâ hiç kimseden tek harf öğrenmediği, yazı da yazmadığı halde; geçmişin ve geleceğin ilimlerini özünde toplamıştır. Bütün gayb âleminin hazinesi idi. Hepsini bilerek ve görerek konuşuyordu.
İnsanların ahiretteki durumlarını, kabir, mahşer, mizan, sırat, cennet ve cehennem ahvâlini de bir bir duyuruyordu.
Ümmetinin kıyamete kadar nelerle karşılaşacaklarını bilip bir bir haber veriyordu.
Birçok Hadis-i şerif’lerinde Asr-ı saâdetten kıyametin kopmasına kadar geçecek zaman içerisinde zuhur edecek olan birçok fitneleri gerek kapalı olarak, gerekse açık olarak haber vermiş; fitnelerin her tarafı gecenin karanlıkları gibi saracağını, her fitnenin bir öncekini aratacağını, bu sebeple hayatta olanların kabirdekilere gıpta edeceklerini, müslümanların fitne dönemlerinde sabır ve teenni ile hareket etmelerini ve imkânları nisbetinde kalabalıklardan kaçınmaları gerektiğini bildirmiş, ümmet-i muhteremesini gelecek fitnelere karşı uyarmıştır.
Bu bölümde geçmişin ve geleceğin ilimlerini özünde topladığına dair bazı misaller arzedeceğiz.
Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- den rivayet edilmiştir. Buyurur ki;
“Bir sabah Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Sabah namazına o kadar gecikmişti ki, güneşin doğmasına az bir süre kalmıştı. Derken çıkageldi, hemen öne geçip namazı kıldırdı. Selâm verince:
“Saflarınızda yerlerinizde olduğunuz gibi kalınız!” buyurdu.
Sonra yüzünü bize çevirip şu sözleri söyledi:
“Beni bu sabah geciktiren sebebin ne olduğunu size anlatacağım. Geceleyin kalkıp abdest aldım ve nasibim olduğu kadar namaz kıldım. Bu esnada namaz içinde uyuyakaldım. Bir süre sonra kendimi Rabb’imle beraber buldum. O en güzel sûrette idi. Bana hitap etti:
–‘Yâ Muhammed!’ buyurdu.
–‘Yâ Rabb’i lebbeyk! (emrine âmâdeyim!)’ dedim.
–‘Mele-i a’lâ ne hakkında tartışmaktadır?’ diye sordu.
–‘Yâ Rabb’i bilmiyorum.’ diye cevap verdim. Bu suali üç defa tekrarladı. Müteakiben el ayasını iki omuzumun arasına koyduğunu gördüm, ve parmak uçlarının soğukluğunu göğsümde hissettim. Böylece o demde her şey bana tecelli etti ve ben her şeyi anlamış oldum. Sonra Rabb’im bana:
–‘Yâ Muhammed! Mele-i a’lâ ne hakkında tartışmaktadır?’ diye sordu.
–‘Keffâretler hakkında!’ diye cevap verdim.
–‘Nedir onlar?” buyurdu.
–‘Cemaate katılmak üzere adımları atmak, namazlardan sonra mescidlerde oturmak, güçlüklerde tastamam abdest almaktır.’ dedim.
–‘Sonra ne hususta?’ buyurdu.
–‘Açlara yardımda bulunup yedirmek, yumuşak söz söylemek ve herkes uykuda iken geceleyin kalkıp namaz kılmaktır.’ dedim.
–‘Dile ne dilersen dile!’ buyurdu.
–‘Ey Allah’ım! Hayırlı işlerde bulunmayı, kötülükleri terketmeyi, yoksulları sevmeyi, beni bağışlamanı, bana rahmette bulunmanı dilerim. Bir topluluğu fitneye düşürmeyi murad ettiğinde, o fitneye düşmeden benim canımı almanı dilerim. Bana senin sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni sana yaklaştıracak her ameli sevmeyi nasip eyle!’ dedim.”
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
“Bu rüyam haktır, onu ders edininiz ve öğreniniz.” (Tirmizî. Tefsir: 33)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyururlar:
“Rabb’im bana suâl sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine varis kıldı. Ayrıca bana çeşitli ilimleri de öğretti. Rabb’im, bir kısım ilmi gizli tutmama dâir benden söz aldı. Çünkü benden başka hiç kimsenin onu taşıyamayacağını biliyordu. Başka bir ilimde de beni muhayyer kıldı, yani serbestsin, istersen başkalarına söyle istersen hiç kimseye söyleme dedi... Kur’an’ı bana öğretti. Hazret-i Cibril devamlı olarak Kur’an’ı bana hatırlatıyordu. Ve daha başka bir ilim var ki, onu herkese söylemekle beni memur etti.” (El-Mevâhib’ül- Ledüniyye)
Hadis-i şerif’te gizli tutulması emir buyurulan ilim nübüvveti ilgilendirmektedir. İşte bu ledün ilmidir. Gerçekten ona bildirilenin hepsini bildirmesi mümkün değildir. Çünkü o ilim ona has idi.
Umuma bildirilmesi emredilen ilim şeriat ilmidir.
İfşâ edilip edilmeme hususunda muhayyer bırakılan ilim ise bâtınî ilimdir, hakikat ve marifet ehline mahsustur.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına gelerek:
“Yâ Resulellah! Kureyza oğullarından bir yahudi arkadaşımın yanından geçtim. Bana Tevrat’taki bazı özlü ifadeler yazdı, onları sana okuyayım mı?” dedi.
Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yüzü değişik bir hâl aldı ve hiç cevap vermedi. Orada hazır bulunan Abdullah bin Sâbit -radiyallahu anh- “Resulullah Aleyhisselâm’ın yüzündeki isteksizliği görmüyor musun?” deyince Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:
“Rabb olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, peygamber olarak da Muhammed’i seçtim, hoşnut oldum.” diyerek herhangi bir şüpheye düşmediğini anlatmak istedi.
Onun bu sözüne karşılık olarak Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:
“Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, şayet Musa aranızda bulunacak olsa, siz de ona tâbi olarak beni bırakmış olsanız sapıtmış olursunuz.
Gerçek şu ki ümmetler arasında benim payıma siz düştünüz ve peygamberler arasında da sizin payınıza ben düştüm.” (Ahmed bin Hanbel)
Adiy bin Hâtim -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanında iken bir kimse geldi ve fakirlikten şikâyet etti. Derken biri daha gelip, o da yol kesilmesinden şikâyet etti.
(Resulullah Aleyhisselâm bana dönerek):
“Ey Adiy! Sen Hire şehrini gördün mü?” dedi.
“Hayır görmedim, ancak işittim.” dedim.
Bunun üzerine buyurdu ki:
“Eğer ömrün biraz uzarsa, devesine binen bir kadının Hire’den tek başına kalkıp Kâbe’yi tavaf edeceğini mutlaka göreceksin. O bu yolculuğunu yaparken Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacaktır.”
İçimden kendi kendime: “Memlekete dehşet saçan Tayy kabilesinin eşkiyaları nereye gidecek?” diye geçirdim.
Resulullah Aleyhisselâm sözlerine devam etti:
“Eğer ömrün olursa Kisrâ’nın hazinelerinin de fethedildiğini göreceksin!”
“Hürmüz’ün oğlu Kisrâ mı?” diye araya girdim.
“Evet, Hürmüz’ün oğlu Kisrâ!” buyurdu ve devam etti:
“Eğer hayatın uzarsa mutlaka göreceksin: Kişi eli altın ve gümüş para ile dolu olduğu halde bunu tasadduk etmek üzere fakir arayacak, fakat kendinden onu kabul edecek bir tek adam bulamayacak.
Bir gün gelecek, aranızda herhangi bir perde, bir tercüman olmaksızın her biriniz mutlaka Allah-u Teâlâ ile karşılaşacaksınız.
O zaman Allah-u Teâlâ:
‘Sana tebliğ getiren bir peygamber göndermedim mi?’ diye soracak.
Karşısındaki:
‘Evet gönderdin!’ diyecek.
Allah-u Teâlâ:
‘Ben sana mal vermedim mi, ikram etmedim mi?’ diye soracak.
‘Evet ey Rabb’im verdin!’ deyip sağına bakacak, cehennemden başka bir şey görmeyecek. Soluna bakacak cehennemden başka bir şey görmeyecek.”
Adiy -radiyallahu anh- der ki:
Resulullah Aleyhisselâm’ın şöyle söylediğini işittim:
“Bir hurmanın yarısı da olsa onu sadaka olarak vererek ateşten korunun. Kim ki yarım hurma bulamazsa, güzel bir söz söyleyerek korunsun.”
Adiy -radiyallahu anh- yine dedi ki:
Ben Hire’den kalkıp, Beytullah’ı tavaf eden ve Allah’tan başka kimseden korkmayan yaşlı kadını gördüm.
Hürmüz’ün oğlu Kisrâ’nın hazinelerini fethedenler arasında ben bizzat bulundum.
Eğer sizlerin ömrü uzun olursa mutlaka Ebul-Kasım -sallallahu aleyhi ve sellem-in şu söylediğini de göreceksiniz:
“Kişi, eli altın ve gümüşle dolu olarak çıkacak, onu kendinden (sadaka olarak) kabul edecek adam bulamayacak.” (Buhârî, Menâkıb 25)
Habbab bin Eret -radiyallahu anh- şöyle demiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Kâbe’nin gölgesinde, katlamış olduğu hırkasına dayanmış bir halde otururken gelip kendisine kâfirlerin zulmünden şikâyette bulunduk ve:
“Artık bize Allah’tan yardım dilemez misin, artık bize duâ etmez misin?” dedik.
Şöyle buyurdular:
“Sizden öncekiler arasında öyle adamlar vardı ki, bir çukura konulur, testere ile başı kesilip iki parçaya bölündüğü halde bu adam dininden dönmezdi. Demir tarakla taranıp, tarağın dişleri et altındaki kemik veya damara kadar ulaştığı halde yine dininden dönmezdi.
Allah’a yemin ederim ki, Allah bu işi (İslâm’ın zaferini) öyle bir tamamlayacaktır ki, yaya olarak bir insan San’a’dan Hadramut’a kadar Allah’tan başka, yahut kurdun koyunlarına saldırmasından başka kimseden korkmadan gidebilecektir. Fakat siz acele ediyorsunuz!” (Buhârî - Ebu Dâvud)
Câbir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün: “Halınız var mı?” diye sordular.
“Bizde halı nasıl olsun?” dedik.
“Şurası muhakkak ki o da olacak!” buyurdular.
Nitekim dediği gibi oldu. Gün geldi ben hanımıma: “Şu halını benden uzak tut!” diye çıkıştığım vakit şöyle karşılık verdi:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: ‘Sizlerin de halıları olacak!’ dememiş miydi?” (Buhârî, Menâkıb 25)
Sevbân -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre yahudi âlimlerinden birisi bazı şeyler sormaya geldiğini söyledi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Acaba söylersem sana bir faydası olur mu?” diye sordu. Yahudi: “Kulaklarımla dinlerim.” deyince, “Sor!” buyurdu. O da bazı sorular sordu. Aldığı cevaplar karşısında: “Vallahi doğru söyledin, sen gerçekten bir peygambersin!” dedi ve çekip gitti.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem -sallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:
“Bu adam gerçekten bana soracağını sordu. Ben onun sorduklarından hiçbir şey bilmiyordum. Tâ ki Allah onları bana bildirdi.” (Müslim: 315)
İnsanların hiç farkında olmadan dinden nasıl çıktıklarına dair Hadis-i şerif:
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı arasında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mahrem-i esrârı olarak bilinen Huzeyfe -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana iki hadise haber verdi. Bunlardan birini gözümle gördüm, öbürünü görmeyi de gözlüyorum.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana emanetin nasıl indiğini şöyle haber verdi:
‘Emanet (yani din duyguları, adalet ve emniyet umdeleri) bir takım yiğitlerin kalplerinin derinliklerine indi. Sonra onlar Kur’an’dan bilgiler öğrendiler, daha sonra Peygamber’in sünnetinden öğrendiler.
(Yani hâinliğin zıddı olan emanet veya;
‘Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Korkup endişeye düştüler. Onu insan yüklendi. Çünkü insan çok zâlim ve çok cahildir.’ (Ahzâb: 72)
Âyet-i kerime’sinde işaret edilen iman, tevhid ve diğer emirler o insanın kalbine yerleşti. Sonra Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye’den buyruk ve yasakları öğrenip yerli yerince yaptılar.)’
Sonra Resulullah Aleyhiselâm bu emanetin yok olacağını şöyle haber verdi:
‘Bir kişi azıcık uyur. O uyurken kalbinden emanet hissi çekilip alınır da; emanetin eseri (izi ve yeri), rengi uçuk bir nokta halinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o yine uyur, bu defa emanetin izi (geri kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri ve yeri de balta sallayan bir işçinin avucundaki bere kabarcığı gibi kalır.
Şu halde (o mübarek) emanet, senin ayağına düşürdüğün bir kıvılcımın düştüğü yeri şişirtip, senin onu bir kabarcık halinde görmen gibidir. Halbuki bu kabarcıkta (vücudun hayatî açısından) bir önemi yoktur. Bu eser, siyahlıktan daha kötüdür.
Kalplerden emanet böyle silindikten sonra insanlar alış-verişe devam ederler, fakat içlerinde emaneti doğruca yerine getirecek kişi zor bulunur. ‘Filân oğullarından emin bir kişi varmış, ne akıllı, ne tedbirli, ne zarif, ne kahraman adamdır, Allah’tan çekinir.’ derler. HALBUKİ ONUN KALBİNDE ZERRE KADAR İMAN YOKTUR.’
Huzeyfe -radiyallahu anh- der ki:
Ben o güzel günleri görüp geçirdim. Kiminle olursa olsun düşünmeden alış-veriş ederdim.
O müslümansa dini, başka dinden ise âmiri, valisi onu bana hâinlik etmekten menederdi.
Bugün emanet ve emniyet kalmadığından, falandan başkasıyla alış-veriş etmiyorum.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2039 - İbn-i Mâce: 4053)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyamete kadar olmuş ve olacak siyasî, içtimâî birçok hadiseleri hususiyetle Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretlerine haber vermiştir.
Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri de emanetin yani din duygularının, adalet ve emniyet umdelerinin Allah-u Teâlâ tarafından insan gönüllerine nasıl ilham olunup sonra birer birer nasıl silinip gittiğini en beliğ bir üslup ile Resulullah Aleyhisselâm’ın nübüvvet lisanından nakletmiştir. Bir kelime ile İslâm nurunun nasıl doğduğunu, nasıl söndüğünü bildirmiştir.
İslâm nuru doğduğu ve yaşadığı müddetçe, ziyasını saçtığı yerlerde bütün fertler arasında umumi bir emniyet ve itimat teessüs edip; o nur-u mübin’in sönmesiyle de bütün gönüllere umumi bir emniyetsizlik ve zulmet kaplayacağı tasvir olunmuştur.
Bu Hadis-i şerif’e çok dikkat etmek, işaret edilen ince mânâlardan ibret almak lâzımdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Âhir zamanda ümmetim üç grup olacaktır:
Allah’a hâlisane kulluk edenler.
Allah’a riyâ ile kulluk edenler.
Geçimini insanlar üzerine yıkmak için Allah’a kulluk edenler.
Allah, onları kıyamet gününde bir araya topladığı zaman, geçimini insanlar üzerine yıkmak için Allah’a kulluk eden kimseye:
‘İzzetim ve celâlim hakkı için söyle. Bana ibadet ederkenki gayen ne idi?’ diye soracak.
O kimse:
‘İzzet ve celâline yemin olsun ki, geçimimi insanlar üzerine yıkmak için sana kulluk ettim.’ diyecek.
Allah-u Teâlâ ona:
‘Topladığın sana fayda vermedi. Bunu cehenneme götürün!’ buyuracak.
Sonra riyâ için ibadet yapan kimseye:
‘İzzet ve celâlim hakkı için, bana ibadet ederkenki gayen ne idi?’ diye soracak.
O kimse de:
‘İzzet ve celâline yemin olsun ki, sana ibadetteki gayem insanlara riyâ idi.’ diyecek.
Allah-u Teâlâ ona:
‘O amelden sana hiçbir şey yükselmedi. Bunu da cehenneme götürün.’ buyuracak.
Sonra da ihlâs ile Allah’a ibadet eden kimseye:
‘İzzet ve celâlim hakkı için söyle, bana ibadet ederkenki gayen ne idi?’ diye soracak.
O kimse de:
‘İzzet ve celâline yemin olsun ki, sen benim ibadet ederkenki gayemi en iyi bilensin. Ben sadece seni zikretmeyi ve senin rızânı kazanmayı gaye edindim.’ diyecek.
Allah-u Teâlâ da:
‘Kulum doğru söyledi. Bunu cennete götürün!’ buyuracak.” (Mecmau’z-zevâid: 10/222)
Sevbân -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah yeryüzünü benim için dürüp topladı, ben de doğusunu da batısını da gördüm. Ümmetimin mülkü, bana gösterilen yerlere kadar uzanacaktır.” (Müslim: 2889)
•
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Vallahi ben kendimle kıyamet arasında vuku bulacak her fitneyi insanların en iyi bileniyim. Bende Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in bu hususta bana gizlice bildirdiği, benden başka kimseye söylemediği bir sırdan başka bir şey yoktur. Lâkin Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- benim de bulunduğum bir mecliste fitnelerden bahsederken söyledi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- fitneleri sayarken şöyle buyurdu:
‘Onlardan üç tanesi hemen hemen hiçbir şey bırakmayacaklardır. Onlardan yaz rüzgârları gibi birtakım fitneler vardır ki bazıları küçük, bazıları büyüktürler.’” (Müslim: 2891)
•
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- aramızda iken doğrulup, o günden kıyamete kadar olacak her şeyden bahsetti, kıyamete kadar olacak şeylerden söylemedik bir şey bırakmadı. Bunları belleyen belledi, unutan da unuttu. Şu arkadaşlarım da bunu bilirler. Unutmuş olduğum o şeylerden biri ortaya çıkıp görünce öylesine canlı hatırlıyorum ki, tıpkı kişinin gördüğü bir şahsın yüzünü o şahıs kaybolunca hatırlamadığı halde, daha sonra karşılaşınca hemen tanıyıvermesi gibi.” (Buhârî - Müslim)
•
Huzeyfe -radiyallahu anh- der ki:
“Vallahi, bilemiyorum arkadaşlarım gerçekten unuttular mı, yoksa unutmuş mu gözüküyorlar? Vallahi, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- dünyanın sonuna kadar çıkacak fitne başılardan üç yüz ve daha fazla tâbisi bulunan herkesi, hiçbirini bırakmadan bize ismiyle, babasının ismiyle, haber verdi.” (Ebu Dâvud: 4243)
•
Amr bin Ahtab -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün bize sabah namazını kıldırdı ve minbere çıkarak tâ öğle vakti girinceye kadar bize hitap etti. Sonra minberden inip namaz kıldırdı. Tekrar minbere çıkıp ikindi vakti girinceye kadar bize hitap etti. Sonra inerek namaz kıldırdı. Sonra tekrar minbere çıktı ve bize güneş batıncaya kadar konuştu. Olmuş ve olacak her şeyi bize haber verdi. Bunları en iyi bilenimiz, en belleyişli olanımızdır.” (Müslim: 2892)
•
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kıyamet kopuncaya kadar olacak her şeyi bana haber verdi. Bunlardan hiçbir şey yoktur ki ona sormuş olmayayım. Sadece ‘Medine halkını Medine’den kim çıkaracak?’ diye sormadım.” (Müslim: 2891)
•
Ukbe bin Âmir -radiyallahu anh- der ki:
“Bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- evinden çıkarak Uhud şehidleri için cenaze namazı kıldıktan sonra minbere çıktı ve şöyle buyurdu:
“Ben sizin kıyamette öncünüz ve şâhidinizim. Vallahi ben şu anda cennetteki havzımı görüyorum. Bana gerçekten yer hazinelerinin anahtarları yahut yerin anahtarları verilmiştir. Ve yine Allah’a yemin ederim ki, ben sizin benden sonra şirke sapacağınızdan korkmuyorum, fakat dünya hususunda birinizin diğerinizle yarışmaya dalacağınızdan korkuyorum.” (Müslim: 2296)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- der ki:
“Ben Resulullah’tan iki kap ilim aldım. Birisini yaydım (söyledim), eğer ötekini de yaymaya kalksam bu boğaz kesilir.” (Buhâri)
Yani ancak binde birini anlamıştır. Binde birine o böyle söylüyor. Ya tamamına vâkıf olsaydı, zaten tahammül edemezdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de ise tamamı var.
•
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün:
“Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?” buyurdu.
(Yanındakiler hayretle):
“Yâ Resulellah! Yani böyle bir hâl mi gelecek?” dediler.
“Evet, hatta daha beteri!” buyurdu ve devam etti:
“Emr-i bil-ma’rufta bulunmadığınız, nehy-i anil-münker yapmadığınız vakit haliniz ne olur?” diye sordu.
(Yanındakiler hayretle):
“Yani bu olacak mı?” dediler.
“Evet, hatta daha da beteri!” buyurdular ve sormaya devam ettiler:
“Münkeri emredip, ma’rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur?”
(Yanında bulunanlar iyice hayrete düşerek):
“Yâ Resulellah! Bu mutlaka olacak mı?” dediler.
“Evet, hatta daha da beteri!” buyurdular ve devam ettiler:
“Ma’rufu münker, münkeri de ma’ruf saydığınız zaman haliniz ne olur?”
(Yanındakiler):
“Yâ Resulellah! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular.
“Evet olacak!” buyurdular. (Mecma’uz-zevâid)
İslâm’ın en parlak devirlerinde, asırlarca sonra gelecek bozuklukları olduğu gibi görüp tasvir etmek, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin apaçık bir mucizesidir.
•
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İnsanlar elekten geçirilerek iyilerin gittiği, kötülerin kaldığı, ahitlere sadakat ve emanetlere riâyet (Resulullah Aleyhisselâm parmaklarını birbirine geçirerek) ve şöyle oldukları bir yakın gelecekte hâliniz nasıl olur?” buyurdu.
Ashâb-ı kiram:
“Yâ Resulellah! Anlattığın durum olunca biz nasıl edelim?” diye sordular.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“(Hak olduğunu) bildiğinizi tutarsınız. (Hak olduğunu) kabul etmediğinizi bırakırsınız. Kendinize âit şeylere yönelirsiniz ve başkalarının işini terkedersiniz.” buyurdu. (İbn-i Mâce: 3957)
•
Huzeyfe -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah Aleyhisselâm bize:
‘Müslüman olduğunu söyleyenlerin hepsini bana sayınız.’ buyurdu.
‘Yâ Resulellah! Sayımız altı yüz ilâ yedi yüze ulaştığı halde bize bir kötülük edilecek diye korkuyor musunuz?’ dedik.
Bunun üzerine:
‘Şüphesiz ki siz bilmezsiniz, belki de birtakım ibtilâlara maruz kalacaksınız!’ cevabını verdi.
“Biz gerçekten imtihan olunduk. Öyle ki bizden bir kimse, namazını bile gizlice kılmak durumunda kaldı.” (İbn-i Mâce: 4029)
Resulullah Aleyhisselâm, verdiği cevap ile başlarına bir ibtilânın gelmesinin beklendiğini haber vermiştir.
•
Ebu Musa -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- fitne hakkında şöyle buyurdu:
“Oklarınızı kırın, kirişlerinizi koparın. Fitne hâlinde evlerinizin içinden ayrılmayın ve Âdem Aleyhisselâm’ın oğlu gibi olun!” (Tirmizî - Ebu Dâvud)
•
Ümmü Seleme -radiyallâhu anhâ- Vâlidemiz der ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gece korku içinde uyandı, şöyle diyordu:
“Sübhânellah! Allah ne hazineler indirdi ve ne fitneler! İbadet etmeleri için müminlerin analarını (Peygamber hanımlarını) kim uyandıracak?
Ne kadar dünyada giyinmiş olanlar vardır ki âhirette çıplak olacaklardır!” (Buhârî - Tirmizî)
•
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Ey Allah’ım! Şam’ımızı bize mübarek kıl! Ey Allah’ım! Yemen’imizi bize mübarek kıl!” diye duâ etti.
Orada bulunanlar: “Necid’imizi de mübarek kıl!” dediler.
Resulullah Aleyhisselâm:
“Ey Allah’ım! Şam’ımızı bize mübarek kıl! Ey Allah’ım! Yemen’imizi bize mübarek kıl!” diye duâ etti.
Yine:
“Necid’imizi de!” dediler.
Râvi diyor ki:
Sanıyorum ki üçüncüsünde Resulullah Aleyhisselâm:
“Orada (yani Necid’de) zelzeleler, fitneler vardır ve orada şeytanın boynuzu doğar.” buyurdu. (Buhârî - Tirmizî)
Yani şeytanın tutuşturduğu fitneler meydana gelir.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“İman Yemenlidir. Fitne şu tarafta, şeytanın boynuzunun doğduğu yerdedir.” (Buhârî)
•
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz doğuya dönmüş olduğu halde şöyle buyurmuştur:
“Dikkat! Hiç şüphe yok ki fitne şuradadır! Dikkat! Hiç şüphe yok ki fitne şuradadır! Şeytanın boynuzunun doğduğu yerdedir.” (Müslim: 2905)
Bu Hadis-i şerif apaçık bir mucizedir. Müslümanların başına en büyük fitneler hep o taraflardan kopmuştur.
•
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisinden asırlarca sonra olacak birtakım hadiseleri haber vermiştir.
Çünkü o hem geçmişi, hem geleceği Allah-u Teâlâ’nın izniyle bilen, bütün gelecekleri bildirendir. Kıyamete kadar olacakları, kıyametten sonra olacakları, mahşerdeki durumu, cennet ve cehennemin durumunu ve daha birçok hususun hepsini bildirmiştir. Bu bilgi ona Allah-u Teâlâ’dan gelir.
Meselâ: “Filân zamanda şöyle bir hadise olacak... Şöyle bir harp olacak...” buyuruyor. Halbuki o onun filmini Levh-i mahfuz’da olduğu gibi, canlı ve kanlı görmüş ve söylemiştir.
Allah-u Teâlâ neyi takdir etmişse, onu takdir filmine dürmüştür. O hâlâtın filmini ona gösterince, onu olduğu gibi görmüş oluyor. Bütün olmuş ve olacakları görerek konuşuyor. Yani o görüyor, biliyor ve söylüyor.
•
“O Hakk’ın nurudur
İlim-irfan kaynağıdır.
Hakk’tır onun özü
Hakk’tan gelir onun sözü.”
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Hatmü’l-evliyâ” kitabı’nın son iki bölümünde, âhir zamanda zuhur edecek olan fitne ve kötülüklerden söz ederken; velîlerin “Hâtemü’l-velâye”liğini elinde bulunduran zâtın, bu devirde ilâhî hücceti ayakta tutup, kıyamet gününe kadar kendisinden önceki veliler ve Tevhid ehli üzerine bir hüccet olacağını; Mehdi Aleyhisselâm’ın bu devirde zulmü ortadan kaldırıp, adâleti ayakta tutmakla vazifedar kılınacağını; yine bu devirde yeryüzüne inecek olan İsa Aleyhisselâm’ın ise, ümmetin son gelenleri arasında, kendi havârilerine denk birtakım yardımcılar bulacağını haber vermiştir.
Velilerin Hakîm’inin bu beyânından da anlaşılıyor ki, âhir zamanda gelecek olan ümmetin faziletli olanları üçtür:
1. Hâtemü’l-veli,
2. Mehdi Resul,
3. İsa Aleyhisselâm.
Binâenaleyh fitne ve fesadın son haddini bulduğu bu âhir zamanda, Hâtemü’l-veli’nin başlattığı iman kurtarma cihadını, onun hemen ardından gelecek olan Mehdi Resul Hazretleri ve İsa Aleyhisselâm tamamlayacak; bu surette birbirleriyle mütemmim olacaklardır.
Allah-u Teâlâ bu dine hizmeti, bu şanı ve şerefi Türk milletine vermişti. Amma Türk milletinden din kaldırıldıktan sonra bu fitne koptu. Kopa kopa, en fesad zamanına kadar geldi. O zaman bu zamandır.
Fakat Allah-u Teâlâ gönderdiği o kimselerle bu fesadı kaldıracak ve nurunu tamamlayacaktır. Bundan hiç kimse ümidini kesmesin. O günü sabırla beklesin. Çünkü muzafferiyeti yine İslâm’a bahşedecektir.
Asırlardan beri üzerinde durulan “Hâtem-i Veli” mevzusunun zamanı olmadığı için çözümü de gelmemişti, çünkü zamanı değildi. Sadece sözü vardı, zamanı olmadığı gibi, hedefi de yoktu.
Şimdi ise zamanı geldiği için çözümü ve izahı yapılıyor.
Gün geldi, ay doğdu, nur meydana çıktı, nasibi olan gördü ve anladı. Amma asıl duyuran ve yayan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oldu.
Nuaym bin Hammad’ın Ka’b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mehdi’nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar’ın çıkmasıdır.” (Suyûtî, Kitabu’l-Arfi’l-Verdi fî Ahbâri’l-Mehdi; Cârullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)
Aslında görebilen için bu Hadis-i şerif’te her şey çok âyân bir şekilde belli edilmişti. Mühim olan, geleceği haber verilen bu zâtı bu Hadis-i şerif’te görebilmekti. Fakat bu herkese müyesser olmadı. Çünkü her bilginin özü Hadis-i şerif’lerde gizlidir.
•
Bundan sonra bizim ile Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm arasında çok az bir boşluk olacak. Nur gelecek, bu kitaplar tutulacak ve bu boşluğu dolduracaklar. Bu boşluk sırasında nasipdar olanlar bu kitaplara çok sarılacak. Allah-u Teâlâ nuru indirince dilediğine hidayet verecek. Halkın çoğu boşlukta kalacak, nasipdar olmayanlar büsbütün laçka olacak.
Abdülkâdir-i Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fethü’r-Rabbânî” adlı eserinde buyururlar ki:
“Bir kurtarıcı olarak ellerinden tutar, dünya denizinden çeker çıkarır. Tabii ki nasibi olanı, Hakk’a uyanı.” (5. Meclis)
Nasibi olan onu bulacak, nasibini alacak. Nasibi olmayan onu bulamayacak ve hüsranda kalacak. Ruhu ölmüş bir kimsenin hakikatle ne işi var?
Hâtem-i veli’den sonra gelecek ikinci bir veli yok, ancak Hazret-i Mehdi gelecek. Veli gelse de kendi çapında gelecek, yani resulden sonra gelen nebiler gibi olacak, fakat irşâda mezun olmayacak. Bundan sonra kimseden bir şey beklemeyin. Bu kitaplara tutunun, çünkü bu bir mühürdür. Hâtem-i nebi’den sonra bir peygamber çıksa inanılır mı? Bu da bunun gibidir. Çıkar, fakat sahteler çıkar. Onlar yalancıdırlar.
•
Bu meyanda ortalık çok bozulacak, daha da karışacak. Çok büyük sıkıntılar olacak. Harp sıkıntıları, geçim sıkıntıları, telâşlar başgösterecek.
Din kalktıktan sonra ifsadçılar yürüdü yürüdü, ifsad son haddini buldu. Küfür, isyan, dinden çıkma... moda oldu.
Bugün medeniyet adı altında kâfir ve münafıkların bu kadar ileri gitmelerine sebep; kadınların çılgın, erkeklerin sarhoş, orta tabakanın şaşkın, zenginlerin azgın oluşundandır ve halkın da bölücülerin peşinden koşuşudur. Allah-u Teâlâ da azap üstüne azap indiriyor.
Dikkat ederseniz hadiseler başladı. Bu zelzeleler, yere batmalar, kılık değiştirmeler şimdiden başladı. Dünyanın birçok yerleri sallanıyor, huzursuzluklar birbirini kovalıyor. Artık bu dalga böyle gidiyor. 1999 yılındaki büyük zelzele hadisenin başıdır, sonu değil.
Onun içindir ki gün bugündür ve bugünün de sonundayız. Dünyanın ömrü pek uzun değil. Fakat insanlar devrenin ucuna geldiğinin farkında değiller. Dünyaya dalacak, dünyaya meyledecek zaman değil. Ancak ihtiyacını, maişetini temin et, borçlu olma, borçlu ölme, ebedî hayatını kazanmak için gayret et!
Öyle bir gündeyiz ki doğana sevinmemeli, imanla göçene üzülmemeli. Bugün böyle bir gündeyiz.
Hazret-i Muâviye -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Belâ ve fitneden başka dünyanın hiçbir şeyi kalmadı.” (İbn-i Mâce: 4035)
•
Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa gerek. Bu otuz sene zarfında Allahu âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli, tasavvura sığmayacak kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler olacak ki tasavvurun haricinde olacak!
Bunun özünü İsrâ sûre-i şerif’inin 58. Âyet-i kerime’sinde görürsünüz. Allah-u Teâlâ kıyametten önce dünyayı yıkacağını beyan buyuruyor.
Dünya milletleri harbe hazır durumda. Ha patladı ha patlayacak, ha patladı ha patlayacak! Emr-i ilâhîyi bekliyor.
Savaşların çıkması ilâhî hükme bakar. Cenâb-ı Hakk’ın izni olmadıkça bir yaprak dahi düşmez. Hep O’nun takdiri ile oluyor. Amma Allahu âlem bu otuz sene içinde çok mühim şeyler olacak. Dünya düzelecek, dümdüz olacak.
Kişi istese de isteme de mukadderat ne ise o olacak.
Dünya bidayete dönüyor, dünya o nisbette bitecek ve insanlar gidecek.
Bunları size hatırlatıyorum, şimdiden Hazret-i Allah’a ve Resul’üne yönelmeye ve sığınmaya bakın. Bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın. Artık kendinize gelin, dünyanın sonundayız, ona göre kendinizi ayarlayın!
Onun içindir ki bugün dünyaya dalmak günü değil. Helâlden rızık kazanmak, tedbirli olmak ve Hazret-i Allah’a yönelip gönül vermek günüdür. Böyle bir zamanda ne lâzımsa onu temine çalışması, bir müminin çok uyanık olması gerek.
Gün bugündür, yarın ne olacağını Yaratan bilir. Akıllı insan her an Hazret-i Allah’a yönelik olmalı, sonraya kalanlar dona kalır. O zaman herkes görecek, inanacak amma iş işten geçmiş olacak.
•
Bundan sonra çok çetin harpler olacağını, kapıda olduğunu haber veriyoruz. Amma nasıl harpler olacak? Tasavvurun haricinde! Bu harplerde çok az insan kalacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde; “Elli kadına bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalacağını...” beyan buyurmuşlardır. (Buhârî)
Öyle şiddetli harpler olacak ki, bu harplerde çok erkek zayi olacak. Sayı itibari ile elli kadın bir erkeğin himayesine girecek. Önümüzdeki harpler Allahu âlem bunu gösteriyor. Artık bundan sonra harabiyet durumu başlıyor.
Allah-u Teâlâ İsrâ sûre-i şerif’inin 58. Âyet-i kerime’sinde, kıyamet günü gelmeden önce helâk olmaktan yahut da şiddetli azabın gelip çatmasından kurtulabilecek hiçbir memleket halkının bulunmadığını beyan buyurmaktadır:
“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap’ta (Levh-i mahfuz’da) yazılıdır.” (İsrâ: 58)
Binaenaleyh dünya şimdi yıkıma doğru gidiyor. “Hazır olun!” denilmek isteniyor. Şu kadar var ki dalâlet ehli fâsıklar hâlâ eğlencede, hâlâ zevk-ü sefada, önündeki karanlığı görmüyor. Fakat Hakk’a yakın olanlar, yıkım olsa da yapım olsa da, ibadet ve taatında. Bize Allah gerek, O’na yönelmemiz gerek, O ister yapar ister yıkar.
Allah-u Teâlâ’nın açık bir ferman-ı ilâhî’si var. Küffar ne kadar İslâm’ı söndürmeye çalışırsa çalışsın, o bir fırkayı kıyamete kadar payidar edeceğine ve nihayet muzafferiyeti de İslâm’a bahşedeceğine vaad-i sübhânisi var.
Meselâ memleketimiz bir krizden geçti. Fakat O bizi korudu. Niçin? Çünkü biz Hakk’a bağlıyız, halka bağlı değiliz. Halk sıkıntı çekti, biz hiçbir şey görmedik. Bize kat kat lütuflarda bulundu. Dilerse o günler gelince de korur. Sen yeter ki tedbirini al!
Bu hitabımız hakiki müslümanlaradır:
Sakın meyüs olmayın, ümitsizliğe kapılmayın! Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu günlerin geleceğini çok evvel haber vermiştir. Bu gariplerin çıkacağını ve nihayeti de haber vermiştir. Kitabın tamamı tetkik edildiğinde bu husus açık olarak görülecektir.
Allah-u Teâlâ bu dini yeniden tazeleyeceğine göre, -bu da üç merdivenle başlıyor ve başlamıştır.- Karamsar olmayın, yalnız önünüzdeki çok şiddetli harpleri ve sıkıntıları da gözden uzak etmeyin! Telâşa kapılmayın, takdire râzı olun.
Kıyametin küçük alâmetlerinden çıkmayan kalmadı, hepsi çıktı, iş büyüklere kaldı.
Allah-u Teâlâ bizi kalemle cihad için, bölücü din düşmanlarını kalemle biçmek için ve bu kitapları yazmakla vazifelendirdi. Bu kitaplar bizden sonraki boşluğu Hazret-i Mehdi’ye ulaştıracak, ona köprü olacak, bunu böyle bilin.
Mehdi Hazretleri’ni ise kılıçla cihad etmek için gönderecek. Ömrü sırf cihadla geçecek. O bir şey yazmayacak, çünkü yazmaya vakti olmayacak. Bu kitapları okumakla aydınlanacak.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri:
“O zât, o tâifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak.” buyurmuşlardır. (Emirdağ Lâhikası. s: 259)
Hâtem’likle ıslahat başladı. Birinci ıslahat nurla, Hatem’likle olacak. Mehdi Hazretleri kılıçla ıslahat yapacağı gibi, İsa Aleyhisselâm da müslümanlarla hıristiyanlar arasında hakemlik yapacak ve Deccal’i öldürecek.
Bu üç vazife merdiven gibidir.
Bu nur çığır açıyor, karanlıkları deliyor. Bu çığır Mehdi Hazretleri’nin zamanına kadar gidecek. Nur da yayılacak, türemeler de türeyecek. Bunlar daima birbirine karşı olacaklar.
Bizim bu bölücülerle cihadımız, sanmayın ki küçük bir çarpışmadır. Bütün bölücülerle karşı karşıya gelmiş durumdayız. Nasipdar olan tenvir oluyor, nasibini alıyor. Nasibi olmayan görmüyor.
Bundan sonra zaman daha da güçleşecek. İyi ve kötü âmirler gelecek. Ve bu bozukluk, en sonuncu olan Deccal’e kadar devam edecek. O çıktığı zaman ortalık büsbütün bozulacak.
Hâtem-i veli böyle olduğu gibi Hazret-i Mehdi de böyle olacak. Şu anda ortada hiçbir şey yok, sadece Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, onun mutlaka geleceğine dair beyanları var.
Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır.” (Ebu Dâvud, Tirmizî)
O kendisini bile bilmiyor. Amma vakti gelince hem kendisini bilecek, hem de halk onu tanıyacak. Bu işler vakte saate bağlıdır.
O daha kendisinin Mehdi olduğunu bilmezken, zamanı gelince Allah-u Teâlâ onu seçecek, çekecek, vazifelendirecek ve bizzat kendisi destekleyecek.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
“Mehdi bizden, ehl-i beyt’imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (İbn-i Mâce: 4085)
Hazret-i Mehdi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sülalesinden ve Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’in aslındandır. Şu anda Mekke-i mükerreme’de yaşıyor, Medine-i münevvere’de vazifesini ilân edecek.
Diğer birçok Hadis-i şerif’lerinde hülâsâ olarak; “Cihadı başlattığı zaman kırk yaşlarında olacağı, vasıfları, cennetle müjdelendiği, çıkışından ümitlerin kesildiği bir anda çıkacağı, zuhur şekli, o devirde İslâm’ın yeryüzüne tam mânâsı ile hâkim olacağı, benzeri görülmedik bir refah olacağı, insanlar tarafından çok sevileceği ve İsa Aleyhisselâm ile buluşacakları...” beyan buyurulmaktadır.
İleriki bölümlerde görüleceği üzere Hicaz bölgesinde de çok büyük kargaşalık olacak.
Büyük bir şaşkınlık ve boşluk içinde iken, Allah-u Teâlâ müslümanları toparlamak, şaşkınlığı önlemek için Mehdi Hazretleri’ni gönderecek. Çok büyük harplerden ve felâketlerden sonra Hicaz’da vazifeye başlayacak, adaleti ile hükmedecek.
Allah-u Teâlâ mülkünü ne bu zâlimlerin arzusuna bırakacak, ne de gelecek olan âlim ve âdil olanlara bırakacak.
Cebrail Aleyhisselâm sağ yanında, Mikâil Aleyhisselâm sol yanında olacak, Allah-u Teâlâ’nın emri üzere fütuhata başlayacak.
İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri “Tuhfe-i Aliyye” isimli eserinin “Beklenen Mehdi Hakkında” adlı bölümünde Mehdi Hazretleri’nin Hazret-i Ali -kerremallahu veche- ve Hâtem-i veli’nin rûhâniyeti ile icraat yapacağını beyan buyurmaktadır:
“Beklenen Muhammed Mehdi dahi muhtaçtır ve onun yeryüzünde kalma süresi vezirlerinin sayısı kadardır. Velâkin vüzerâsında ihtilâf ettiler. Üstün olan görüşe göre vezirleri dokuz olup, yedisi cismânî ve ikisi rûhânî olmaktır.
Cismânîden murad Ashâb-ı Kehf ve rûhanîden kastedilen ise rûhaniyyet-i Murtazâ -kerremallahu veche-dir ve rûhâniyyet-i Hatm-i Evliyâ’dır.” (Tuhfe-i Aliyye. s. 229)
Cihada başladığında etrafında Bedir ashabının sayısı olan üç yüz beş kadar askeri olacak ve ancak ihlas sahiplerini ordusuna alacaktır.
Allah-u Teâlâ Hazret-i Mehdi’yi ümmet-i Muhammed’in başına dirayetli bir kumandan olarak gönderecek. Bu zât-ı muhterem doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın vekâletini taşıyacak, onun icraatı gibi yepyeni bir icraat yapacak. Onun izinden yürüyecek, onun gibi din-i mübin’in icaplarını uygulayacak ve din-i İslâm’ı taptaze bir hale getirecek. Garip duruma düşen İslâm’ı gariplikten kurtaracak. İhyâ etmedik sünnet, kaldırmadık bid’at bırakmayacak. Çünkü bunun için gönderilecek.
Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecek. Ona öyle bir azamet verecek ki, karşısına çıkan her kuvveti devirecek. Allah-u Teâlâ’nın ezelden nasip ettiği kadar mücadele edecek. Yeryüzünün muhtelif yerlerinden gelen taraftarları toplanacaklar, fütuhatı tâ Amerika’ya kadar uzanacak, beldeler onun emrine girecek. Zâlimlerin zulmü olduğu gibi, o da geldiği zaman yeryüzünü adaletle dolduracak.
Ümmet-i Muhammed’den memnun olmadık hiçbir fert kalmayacaktır. Yer ve gök sakinleri ondan râzı oldukları gibi; havadaki kuşlar, denizdeki balıklar, ormandaki yırtıcı hayvanlar bile memnunluk duyacaklar. Ömürler uzayacak, emanetler yerine teslim edilecek. Yeryüzü emniyet ve sükun bulacak.
İyi ve kötü bütün insanlar onun zamanında görülmemiş bir nimete boğulacaklar. Gökten bol bol yağmur yağacak, yerlerde bereket artacak. Bütün ülkeler kapılarını ona açacaklar. Her taraftan, arıların kovanlarına gelip beylerine sığındığı gibi, ona gelip sığınacaklar.
Mehdi Hazretleri zuhur ettiği zaman, ona en çok buğz eden ve karşı gelen, imansız imamlarla türemeleri olacak. İmanları yok çünkü, imamları var imanları yok.
İşte Mehdi Hazretleri o zamanki fukaha ile, o zamanki imansız imamlarla da çarpışacak.
Ve biz şimdiden onu tarif ediyoruz. Nasibi olan bu hakiki imamı görür. Çıktığı zaman tereddütsüz biât edin.
•
O çok büyük azametten, uzun bir fütuhattan, kendisine ve tâbi olanlara hakimiyet verildikten, en zirveye çıktıktan sonra; bu ruhsat ve bu hakimiyet elinden alınacak, bu sefer Allah-u Teâlâ Deccal’e ruhsat verecek, Deccal yeryüzünde hüküm sürmeye başlayacak.
Deccal de en zirveye çıktığında, Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı gönderecek ve onu yok edecek.
Bu meyanda Ye’cüc ve Me’cüc yani Çinliler çıkacak. Çinliler de tam hakim olduklarını zannederlerken bir gecede helâk olacaklar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“De ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin. Kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir, sen her şeye kadirsin.” (Âl-i imrân: 26)
Yani bu O’nun dilemesi ile ruhsatı iledir, sanmayın ki kuvvet iledir. Kuvvet ne bir milletle, ne bir millettedir, kuvvet ruhsattadır. Kâh ona veriyor, kâh ona veriyor. Amma dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak, imar ettiği gibi yıkacak. Bu hususta iki kelime kullanıyoruz ve bu durum çok uzak değildir.
Dilediğinden alıyor, dilediğine veriyor... Kâdir-i mutlak yalnız O’dur. Kul bir mahluktur, hükümsüzdür. Kürsü’de O oturuyor. Akıllı kimse vakit geçirmeden Rabb’ine yönelir.
•
Hazret-i Mehdi’yi can-ü gönülden bekleyin, çıktığı zaman hiç tereddüt etmeden tâbi olun, amma sahtelere değil. O Mekke-i mükerreme’den çıkacak ve oradaki fetihlerden sonra bu tarafa gelecek. Siz ona tâbi olun, başkasına değil.
Şimdiden haber veriyoruz. Gerek İsa Aleyhisselâm ve gerekse Mehdi Resul Hazretleri zuhur edip teşrif ettiğinde hemen uyunuz. Bize inanan hemen uyar ve kurtulur, ebedi saâdete erer. İnanmayan uymaz ve dünyada hüsrana uğrar, ahirette de kendisini helâk etmiş olur.
Mehdiyim diye çıkanlar hep sahtedir. Aslı belli değil, nesli belli değil, meydanı boş bulmuşlar, mehdiyim diye ortaya çıkmışlar!
Bir Resulullah Aleyhisselâm’ın onu tarifine bakın, bir de bu yalancılara bakın! İşte size ayna, işte size sahtekârlar!
Bunlar sanatçıların mehdisidir, cep cihatcısı, kadın avcısıdır; Türkiye’de yalnız bir tane değil, birçoklarına rastgeleceksiniz!
Allah-u Teâlâ’nın öne sürmeyip itibar vermediğine itibar etmeyin.
Beklenen Mehdi’nin gelmesine daha otuz sene var.
Mehdi Hazretleri’nin zamanında vuku bulan fitnelerden ve kıyametin yakın alâmetlerinden birisi de Deccal’in zuhurudur.
Hazret-i Mehdi’ye verilen o çok büyük azametten ve uzun fütuhattan sonra elinden bu ruhsat alınacak ve Allah-u Teâlâ Deccal’e ruhsat verecek, Deccal hüküm sürmeye başlayacaktır.
Deccal’in bir rivayette sağ gözünün, diğer rivayette sol gözünün kör olduğu bildirilmiştir. Bu ise her iki gözünün sakat oluşundandır. Biri tamamiyle kör, diğeri anadan doğma çıkıktır. Sakat bir kimse ilâhlık dâvâsında bulunursa yalancı olduğunu herkes anlar.
Deccal önce peygamberlik daha sonra da ilâhlık dâvâsında bulunacak ve göstereceği hârikulâde şeyler sayesinde bir süre insanları saptıracaktır.
Günümüzdeki bu bölücüler gizliden gizliye ilâhlık dâvâsı güdüyor, o ise alenen ilâhlık dâvâsında bulunacak ve yahudiler başta olmak üzere birçok kimseler ona tâbi olacaklar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Taylesan elbiseleri giyinmiş yetmiş bin İsfahan yahudisi Deccal’in emrine girecektir.” (Müslim: 2944)
Deccal Amerika’dan geldiği zaman, yahudiler ona tâbi olacaklar ve ondan sonra Arabistan üzerine yürüyecek.
Deccal çıkınca artık İslâm’ı yaşamak isteyenlere büsbütün güçlükler gelecek. Devr-i deccal’de yaşıyoruz ve bu devir otuz deccale kadar devam edecek. Otuzuncusu olan ve türemesi beklenen Deccal’in çok büyük fitne ve fücuru olacak.
Rüzgâr gibi bir hıza sahip olarak yeryüzünü dolaşacak, sadece Mekke-i mükerreme’ye, Medine-i münevvere’ye ve Kudüs-ü şerif’e giremeyecektir.
İmran bin Husayn -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Âdem’in yaratılışı ile kıyametin kopması arasında Deccal’den daha büyük bir fitne yoktur.” buyurmuştur. (Müslim: 2946)
İslâm bir zaman için büsbütün boğulmaya çalışılacak, büyük sıkıntılara maruz kalınacak. Şimdi böyle gidiyor, ancak kötü gidiyor. Deccal’in devrinde ise çok büyük sıkıntılar olacak. Müslümanlar için bu bir imtihan ve ibtilâdır.
Allah-u Teâlâ şeytana verdiği ruhsat gibi, o zamanda yaşayan insanları imtihan etmek için, Deccal’e de istidraç kabilinden birçok ruhsatlar verecektir. Şeytana kıyamete kadar, fakat Deccal’e İsa Aleyhisselâm çıkıncaya kadar.
Ona tabi olanlar büyük bir lütfa ermiş gibi görünecek, fakat ebedi cehennemlik olacaklar. Onların dünyadaki refahları çok kısa ve geçicidir.
Ona inanmayıp imanlarında sebat edenler birazcık sıkıntı göreceklerse de onlar Hazret-i Allah’a iman ettikleri için ebedî cennetlik olacaklar. Onların refahları ebedîdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ebu Derdâ -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde, Kehf sûre-i şerif’inin ilk on Âyet-i kerime’si ile son on Âyet-i kerime’sini okumaya devam edenlerin, onun şerrinden kurtulacağını haber vermiştir. (Müslim: 809)
Deccal ve ona uyanlarla, yahudilerle çok büyük harpler olacak, nihayetinde Allah-u Teâlâ’nın murad ettiği olacak.
Müslümanlar büyük bir ezginlik, büyük bir kahır altında inledikleri bir zamanda Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı göndererek sevdiği, seçtiği bu sâlih kullarının korkularını kaldıracak, onları kurtuluşa ve felâha erdirecek.
İsa Aleyhisselâm ölmemiş, semâya çekilmiştir. Cesedi ile birlikte semâda yaşamaktadır. Deccâlin fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada Allah-u Teâlâ onu yeryüzüne indirecek ve icraatlarını gerçekleştirecektir.
İsa Aleyhisselâm’ın hâlen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek Muhammed Aleyhisselâm’ın şeriatı ile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücadele-mücahede edeceğine inanmak farzdır.
Bu husus tevatür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir.” (Zuhruf: 61)
İsa Aleyhisselâm’ın yeryüzüne inmesi de kıyametin en büyük ve en bariz alâmetlerinden birisidir. Onun belirmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu anlaşılır.
İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; çok sürmez Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1018)
Allah-u Teâlâ üçüncü şaşkınlıkta İsa Aleyhisselâm’ı indirecek. Mehdi Resul Hazretleri Mescid-i Aksâ’da iken, İsa Aleyhisselâm gelerek onu takviye edecek. Deccal gibi büyük bir fitneyi yok etmekle büyük bir ıslahat yapacak.
İsa Aleyhisselâm’ın gelmesine daha otuzbeş sene var.
Hadis-i şerif’lerde ifade edildiğine göre İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm birbirine yakın zamanda çıkacak ve İsa Aleyhisselâm, Hazret-i Mehdi’ye yardımcı olacak. Hatta İsa Aleyhisselâm’ın Hazret-i Mehdi’nin arkasında namaz kılacağı rivayet olunmuştur.
Asıl vazife yine İsa Aleyhisselâm’ın olacak. Çünkü o üçüncü basamaktır. Deccal’i o öldürecek, Allah-u Teâlâ hakimiyeti ona verecek.
Üçüncü Dünya harbi, bütün yeryüzünün ateşle dolması, Hazret-i Mehdi’nin zuhuru ve fütuhatı, Deccal’e ruhsat verilmesi, İsa Aleyhisselâm’ın indirilmesi ve Deccal’i imha etmesi, ondan sonra da yahudilerin öldürülmesi, hepsi peşi sıra bu kısa zaman içinde olacak.
Allah-u Teâlâ kime o lütuf nurunu koymuşsa İsa Aleyhisselâm’a tâbi olacak, kime koymamışsa olmayacak.
Hadis-i şerif’lerde belirtildiği üzere İsa Aleyhisselâm zamanında yeryüzünde sükunet, emniyet meydana gelecektir. O kadar ki arslanlar develerle, panterler ineklerle ve kurtlar kuzularla serbestçe otlayıp geçinecekler, çocuklar da yılanlarla oynayacaklardır.
İsa Aleyhisselâm vefat ettiği zaman cenaze namazını müslümanlar kılacaktır.
•
Günümüzde türeyen sahte isalar ise artistlerin isasıdır. Bunların da aslı belli değil nesli belli değil. Bunlar aslını ne ile ispat ederler? Ya bu sahtelere ne demeli? Evine hâkim değil, nefsine hâkim değil, dünyaya hâkim olmaya çalışan bu sapıklara ne diyelim?
Hakikat budur, bunlar sahtelerden ibarettir.
Sayıları çoktur, itibarı yoktur.
Aslı ve nesebi belirsiz iki kabile, önlerine çekilmiş olan barajı aşıp yeryüzüne yayılacaklar. Bir müddet etrafı ifsad etmeye çalışacaklar. Daha sonra İsa Aleyhisselâm’ın duâsı ile mahvolacaklar. Bunlar Çinliler’dir.
Üçüncü dünyâ harbi bir âfâttır, Allahu âlem bu olacak.
Yahudiler Arabistan’ı istilâya hazırlanıyor. Çinliler ise dünyâyı istilâ etmek için hazırlanıyor. Çinlilerin istilâsı ise bir helâkiyettir.
Âyet-i kerime’de:
“Biz o gün onları (Ye’cüc ve Me’cüc’ü) bırakırız, dalgalar hâlinde birbirine girerler.” buyuruluyor. (Kehf: 99)
Dalga dalga dünyanın üzerine hücum ederler ve memleketleri istilâ ederler.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır:
“Nihayet Ye’cüc Me’cüc (sedleri) açıldığı zaman her tepeden saldırırlar.” (Enbiyâ: 96)
Büyük bir âfât daha olacak. Hep temizlik bunlar. Bu üçüncü dünya harbi ve Çin harbi insanları perişan edecek. İnsan az kalacak.
Çinliler kendilerini en sona saklıyor, hep o an için saklıyor. Dünyayı yutabilmek için hep hazırlık yapıyor. Büyük silâhlar patlamış, her şey mahvolmuş, insanlar yok olmuş. Dünya düzlenecek, sonra Cenâb-ı Hakk onlara izin ve ruhsat verecek, sel hâlinde dünyaya akın edecekler, selin önünde durulur mu? Bir müddet ifsattan sonra İsa Aleyhisselâm’ın, Hazret-i Mehdi’nin ve yanındakilerin duâsı ile bir gecede helâk olacaklar. Harple değil, duâ ile.
•
Hülâsa olarak deriz ki;
Allah-u Teâlâ İsrâ sûre-i şerif’inin 58. Âyet-i kerime’sinde kıyametten evvel dünyayı harap edeceğini beyan buyuruyor. Vakit de çok yakın. Nihayet otuz seneye kadar bu işler olup bitti mi, daha sonra Hazret-i Mehdi’nin gönderilişi, Deccal’in zuhuru, İsa Aleyhisselâm’ın inişi, Ye’cüc Me’cüc’ün çıkışı, Çinliler’in dünyayı istilâya kalkması, bu da sürer Allahu âlem yedi-sekiz sene, iş bitti... Bu insanlar gitti. Tek tük insan kalacak, İslâm’dan iki-üç kumandan daha gelecek, daha sonra insanlar yine bozulacaklar, ondan sonra veleddâllin âmin, sonrası da kıyamet...
“Kıyamet yalnız kötü insanların üzerine kopacaktır.” (Buhârî - Müslim)
•
(Bu mevzu Muhterem müellif Ömer Öngüt Efendi’nin “Kalplerin Anahtarı” Külliyatı’nın “Kıyamet ve Alâmetleri” isimli eserinden derlenmiştir.)