Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Tahrîm Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2) - Ömer Öngüt
Tahrîm Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Aralık 2003

 

Tahrîm Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2)

ÇOCUK TERBİYESİ

 

Büyük Sorumluluk:

İslâm’da kişinin çocuk sahibi olması, büyük sorumluluk gerektiren bir durumdur. Nitekim ana-baba ile çocuk arasındaki münasebet hem ahlâkî hem de hukukî yönden belli esaslara bağlanmıştır. Durum böyle olunca çocuğun varlığı ciddiye alınmalı, iyi bir insan ve samimi bir müslüman olarak yetişmesi için her türlü gayret ve fedakârlık gösterilmelidir. Çocuğun dünya saâdetini ahiret selâmetini gözetmek, onu dünyaya getiren insanların önemle üzerinde durmaları gereken bir husustur. İslâmiyet bu hususta birinci derecede babayı sorumlu tutar.

İşte bunun içindir ki çocuğumuz daha doğarken İslâm terbiyesini uygulamaya başlamak gerekmektedir.

Çocukların ahkâma uygun olarak yetiştirilmeleri ilâhî bir emirdir:

“Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm: 6)

Ateşin taşla tutuşturulması, hararetinin fazlalığındandır.

İnsan bu ilâhî emir ile mükellef olduğu gibi, evlâd-u ıyâlini bu emre tâbi tutmakla mükelleftir. Aksi halde mesuldür.

Bu ise ancak ilâhî emirleri bizzat yapmakla, yasaklardan öncelikle kendisi sakınmakla ve böylece âilesine güzel numune olmakla mümkündür.

Âile efrâdının cehennem ateşine sürüklenmelerine sebep olacak fitne ve isyandan koruyarak Allah-u Teâlâ’nın emirlerine itaat yoluna götürür. Çünkü âile reisi kendisinden sorumlu olduğu gibi âilesinden ve çocuklarından da sorumludur.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Erkek âile fertlerinin muhafızı durumundadır ve onların hukukundan sorumludur.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 487 - Müslim: 1829)

Müslümanların gerek kendilerine ve gerekse âilesine karşı mükellefiyetleri çok ağırdır. Anne de bu sorumluluğa ortaktır, âilenin iç düzeniyle birlikte çocukların bakımı ve yetiştirilmesi onun sorumluluk dâiresine girmektedir.

Çocuğun en mükemmel bir şekilde yetişmesi ve:

“Onlar Rabb’lerine inanmış gençlerdi.” (Kehf: 13)

Âyet-i kerime’sinde belirtilen imanlı gençlerden olması için ana-babanın bütün imkânlarını kullanarak gayret sarfetmeleri gerekir. Çocuğun dünya saâdeti ve ahiret selâmetini hedef alan böyle bir terbiye, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarafından ana-babanın çocuğuna bırakacağı “En güzel miras” olarak vasıflandırılmıştır.

Saîd bin Âs -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Hiçbir baba evlâdına güzel edep ve terbiyeden daha değerli ve üstün bir miras bırakamaz.” (Tirmizî: 1953)

Bir baba için en önemli vazife, çocuklarının terbiyesini hakkıyla yerine getirmektir.

Çocuk eğitmek zor ve sabır gerektiren bir iştir. Çocukların üzerine titremek gerekiyor. Güç bir vazife olmakla birlikte, her müslüman çocuklarını koruyup kollamak mecburiyetindedir.

 

Zebaniler:

Cehennemde son derece sert tabiatlı, güçlü-kuvvetli ve sayılamayacak miktarda merhametsiz zebaniler bulunur, azaplara nezaret ederler.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Biz de zebânileri çağıracağız!” buyuruyor. (Alâk: 18)

Allah-u Teâlâ onlara ne emrederse ona koşarlar, bir göz kırpması kadar bile emr-i ilâhiden geri durmazlar. Hiç bir emri sonraya bırakmazlar, hemen ifaya çalışırlar.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Onun başında pek haşin, pek şiddetli, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrîm: 6)

Haşin tabiatları azabın tabiatına uygundur. Bu haşin tabiatları sebebiyle, o şiddetli ateşin içinde azap yapmakla vazifelendirilmişlerdir. İşkence işlerini onlar tanzim etmektedirler. Onların bir adı da “Hazene-i cehennem”dir ki, cehennem bekçileri demektir.

Mümin sûre-i şerif’inin 47. ve 48. Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurulduğu üzere; cehennemlikler birbirlerine yaptıkları çağrının bir sonuç vermemesi üzerine bir fayda göremeyeceklerini anlayınca cehennem bekçilerine yönelirler. Dünya günü ile bir gün bile olsa azaplarının hafifletilmesi için Rabb’lerine talepte bulunuvermelerini onlardan isterler. Fakat zebaniler onların bu isteklerini kınayarak ve azarlayarak reddederler.

Zebanilerin yapıları son derece ürkütücü bir görünümde, şiddet ve kesafettedir. Gözleri yıldırım gibi, dişleri demir gibidir, ağızlarından ateş yalınları çıkar.

Onlar sadece suçluya verilen cezayı uygularlar. Kâfirlere karşı içlerinden merhamet duygusu silinmiştir, hiç kimseye zerre miktarı acımazlar. Çünkü onlar gazaptan yaratılmışlardır. İnsanoğluna nasıl yemek ve içmek sevdirilmişse, onlara da suçlulara işkence etmek sevdirilmiştir.

Cehenneme nezaret eden, cehennemi beklemekle vazifeli melekler de vardır. Bunlar zebanilerin öncüleridir. Bunların başkanları da “Mâlik”dir ve “Cehennem muhafızı” olarak anılmaktadır.

Allah-u Teâlâ imansız olarak ömür tüketip küfür üzere ölenlere ahirette söylenecek sözleri Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir.

Cehenneme atılacakları gün onlara şöyle denilir:

“Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin. Çünkü siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.” (Tahrîm: 7)

Çünkü bugün özür beyan etmenin hiçbir faydası yoktur. Bugün özür dilenecek gün değildir, azgınlıklarınızın cezasının verileceği gündür. Allah size zulmetmedi, siz kendi ellerinizle kendinizi ateşe attınız.

 

Tevbeye Dâvet:

Allah-u Teâlâ elde fırsat dilde ruhsat varken, ecel kapıyı çalmadan evvel kullarını tevbe ve istiğfara dâvet etmektedir:

“Ey inananlar! Yürekten samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabb’iniz sizin kötülüklerinizi örter.” (Tahrîm: 8)

Allah-u Teâlâ samimiyetle tevbe edenlerin tevbelerini kabul buyuracağını vaad etmektedir. Tevbeleri kabul buyurmak ilâhî bir lütuftur. Kötülüklerden vazgeçen, bir daha o hudutları aşmamaya azmeden ve tevbe etmek isteyen insanlara karşı tevbe kapısını açık bırakmaktadır.

Allah-u Teâlâ Afüvv’dür, affı çok boldur, günahları çokça bağışlar. Engin merhameti ile yaptığı hatalardan pişmanlık duyanların, günahlardan vazgeçip samimiyetle Hakk’a dönenlerin, lütuf ve keremiyle tevbelerini kabul eder. Dilediğinin büyük olsun küçük olsun günahlarını bağışlar. Günahların izlerini tamamen yok eder, Kirâmen kâtibîn meleklerinin kayıtlarını sildirir. Kıyamet günü bu günahlardan dolayı hesap sormaz, mahçup olmasınlar diye kullarına unutturur, günah yerine sevap yazar.

Günahlar ne kadar büyük olsalar dahi, O’nun bağışlamasının daha büyük olduğu bilinmelidir.

 

İtaatkârlara Yapılan En Büyük İhsan:

Allah-u Teâlâ kıyamet gününde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ve beraberindeki müminlere ikram ve ihsanların en büyüğünü yaparak taltif eder, onları mahçup edip rüsvaylığa sürüklemez.

Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“O gün Allah Peygamber’ini ve iman edip onunla beraber olanları rüsvay etmeyecek, utandırmayacak.” (Tahrîm: 8)

Zira Allah-u Teâlâ’nın vaad-i Sübhânî’si vardır. Günahları olsa bile onları örtecek ve affedecek, yüzlerini aslâ kara çıkarmayacak. Çünkü onlar o nurlu Peygamber’e uymuşlar ve o nur izinde yürümüşlerdir.

“Nurları önlerinde ve sağlarında koşup parlayacak.” (Tahrîm: 8)

O nur onları cennete götüren yollarını aydınlatacak.

Gece ceryanlar kesildiği zaman insan karanlıkta kalıyor, gideceği yeri de bilemiyor bulamıyor. Mahşer karanlığını bir tasavvur buyurun. Ancak nur ihsan ettiği kimse, o nur ışığı ile önünü görür, yolunu bulur, gideceği yere gider. Nuru olmayanlar nereye gidecek?

Onları Peygamber’ine bağlayarak herkesin başının derdine düşüp perişan olduğu o günde bu şerefe erdirmesi, gerçekten de son derece imrendirici bir lütuftur.

Kendilerinden başka kimselerin yürekler acısı durumlarını görünce şöyle derler:

“Ey Rabb’imiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Şüphesiz ki sen her şeye kâdirsin.” (Tahrîm: 8)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- buyurur ki:

“Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in duâlarından birisi de şu idi:

“Allah’ım! Kalbimde bir nur kıl, gözümde bir nur kıl, kulağımda bir nur kıl, sağımda bir nur, solumda bir nur, üstümde bir nur, altımda bir nur, önümde bir nur, arkamda bir nur kıl. Beni nur eyle!” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 2146)

 

Cihadın Ruhu:

Allah-u Teâlâ İslâm’ın en azılı düşmanı olan kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad etmeyi müminlere emir buyurmuştur:

“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihad et!” (Tahrîm: 9 - Tevbe: 73)

Bu Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki; “Cihad etmek” kelimesi “Savaşmak” kelimesinden daha geniş muhtevalı ve daha şümullüdür. Zira münâfıklar gizli kâfir oldukları için diğer açık kâfirler gibi savaş şeklinde bir cihad bahis mevzuu değildir.

Gerek alenen cephe alan kâfirlerin ve gerekse gizlice cephe alan münafıkların İslâm’ı tehdit bakımından farkları yoktur. Her iki zümre de müslümanları parçalayıp yıkmak hususunda aynı derecede tehlike arzetmektedirler.

Münâfıklara karşı açılacak cihad; delil ortaya koymak, belgeleri açıklamak, içlerindeki kötü niyetleri teşhir etmek, ikiyüzlülüklerini ve dönekliklerini su yüzüne çıkarmak demektir.

Cehennemden korunabilmek için cihad zaruridir.

“Onlara karşı sert davran!” (Tahrîm: 9 - Tevbe: 73)

Bu her iki cepheye karşı katı muamele et, şiddet göster, sert sözler söyle. Aslâ yumuşak davranma ki azimleri kırılsın, alçaldıkça alçalsınlar.

“Onların varacağı yer cehennemdir.” (Tahrîm: 9 - Tevbe: 73)

Orası onların son duraklarıdır, orada sonsuz olarak kalacaklardır.

“O gidilecek yer ne kötüdür!” (Tahrîm: 9 - Tevbe: 73)

Öyle uğursuz bir gidiş ki, bunun ötesinde bir kötü gidiş olamaz.

 

İki Kâfire kadın:

Nuh Aleyhisselâm’ın karısı ile Lut Aleyhisselâm’ın karısı, hakkında hüküm geçmiş olan nasipsizlerden idiler. Her ikisi de sâlih kocalarını değil, kâfirler tarafını tutmuşlardı.

Âyet- i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Allah, inkâr edenlere Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal gösterir. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kulun nikahı altında iken onlara hâinlik ettiler.” (Tahrîm: 10)

Gece gündüz o iki peygamberin yanında onlarla birlikte yiyip içtikleri, en ileri derecede onlarla beraber bulundukları halde küfür ve nifakta ihanet ettiler. İman hususunda onlara uygun bir tavır takınmadılar.

Halbuki her ikisi de büyük bir nimet içindeydiler. Allah-u Teâlâ’nın iki sevgili kulu ve peygamberinin zevcesi olmuşlardı. Fakat bu ihanetleri ile bu nimeti ellerinden kaçırmışlardı.

“Kocaları da Allah’tan gelen azabı onlardan savamadı.” (Tahrîm: 10)

İlâhî azaba karşı o kadınlara herhangi bir faydası olmadı.

Gerçi Lut Aleyhisselâm’ın karısı, kavmi gibi o fuhşiyatı bizzat işlemiş değildi, fakat Lut Aleyhisselâm’a gelen misafirleri kavmine haber vermekle ihanet ettiği için, bağlı kaldığı cânilerle birlikte helâk olup gitmiştir. Çünkü küfre rıza küfür, masiyete rızâ masiyettir.

“O iki kadına: ‘Cehenneme girenlerle beraber siz de girin!’ denildi.” (Tahrîm: 10)

Nuh Aleyhisselâm’ın karısı da bu aziz peygamberin getirdiği dini kabul etmemiş, din düşmanları ile işbirliği yapmıştı. Neticede de boğulanlarla beraber o da boğulmuştu. Ahirette ise Allah dostlarının yakınları olmayan diğer kâfirlerle beraber cehenneme girecektir.

 

Hazret-i Meryem:

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Irzını korumuş olan İmran kızı Meryem de bir misaldir.” (Tahrîm: 12)

Hazret-i Meryem Kur’an-ı kerim’de kendi adı ile yedi defa zikredilmiş, başka hiçbir kadın ismen anılmamıştır. Allah-u Teâlâ ona verilen dünya ve ahiret kerametini ve onun bütün âlemlerin kadınları üzerindeki seçkinliğini misal göstermiştir.

“Biz ona ruhumuzdan üflemiştik.” (Tahrîm: 12)

Üflemek, Kuddüs olan Allah-u Teâlâ’nın emriyle Ruh’ul-kudüs’tendir. Ona İsa Aleyhisselâm Cebrâil Aleyhisselâm’dan bir kelime üfürülür gibi, Allah tarafından üfürülmüştür. Allah-u Teâlâ onu şereflendirmek için ruhu zâtına izafe etmiştir.

“Rabb’inin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti.” (Tahrîm: 12)

Hazret-i Meryem onlara inanmış olduğu gibi, bu şekilde İsa Aleyhisselâm’a hamile kalarak Allah-u Teâlâ’nın dilediğini yaratıcı olduğunu anlatan mucizelerle ilgili vahiy haberlerini doğru çıkarmıştı.

“O bize gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrîm: 12)

Taate devam edenler arasında olduğu gibi, itaat eden sâlih kişilerin neslindendir.

Hem kendi zamanlarının hem de kendilerinden sonraki zamanların insanlarına büyük bir ibrettirler.


  Önceki Sonraki