Babası Ebû Tâlip Mekke’nin en nüfuzlu şahsiyetlerinden biri idi. Resulullah Aleyhisselâm, amcası Ebû Tâlib’in şefkat ve himayesinde büyümüştü. Amcasının çocukları çok olduğu için maişet darlığı çekiyordu. Bu sebeple Resulullah Aleyhisselâm Hazret-i Ali -radiyallahu anh-in küçük yaşta terbiye ve iaşesini üzerine almış ve onu yanında büyütmüştü. Böylece Resulullah Aleyhisselâm’ın risaletine kadar evin çocuğu gibi büyüyüp yetişti. Sekiz-on yaşında bir çocukken müslüman olmak ve namaz kılmak saâdetine erdi.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir kimse Ali’yi severse beni sevmiş olur, Ali’ye buğzeden bana buğzetmiş olur.” buyurmuşlardır. (Münâvî)
İslâmiyet’i kabul ettikten sonra bütün Mekke devrini teşkil eden onüç seneyi Resulullah Aleyhisselâm’la birlikte geçirmiştir. O Nur’un meclislerinde bulunuyor, onun tebligatını dinliyor, ibadetlerine iştirak ediyordu.
Resulullah Aleyhisselâm’ın hicret ettiği gece çok büyük bir tehlikeyi göze alarak suikastçileri yanıltmak maksadıyla onun yatağına girmekten çekinmedi.
Resulullah Aleyhisselâm Medine-i münevvere’de Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik tesis ettiğinde Hazret-i Ali -radiyallahu anh-:
“Yâ Resulellah! Ashabınızın arasını birbirleriyle kardeşlediniz, amma beni kimseyle kardeşlemediniz!” dedi.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm:
“Sen benim dünyada da ahirette de kardeşimsin.” buyurdu. (Tirmizi: 3722)
Allah-u Teâlâ, Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ-yı ona nikahlamasını emir buyurması üzerine kızını onunla evlendirmiş ve: “Kızım seni âilemin en şereflisi ile evlendirdim.” buyurmuştur.
Bir süre sonra müslümanlarla müşrikler arasında savaşlar başlayınca, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bu silahlı mücadele hareketlerinin kahramanı oldu. Müşriklere karşı İslâm saflarında mertçe ve yiğitçe savaştı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bulunduğu bütün savaşlara katıldı.
Resulullah Aleyhisselâm Hayber günü şöyle buyurmuştur:
“Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, o Allah’ı ve Resul’ünü sever, Allah ve Resul’ü de onu sever.” (Müslim: 2404)
Bu söz üzerine herkes “Beni mi seçer?” ümidiyle beklerken Hazret-i Ali -radiyallahu anh-i çağırdı ve sancağı ona verdi. Allah-u Teâlâ onun eliyle fethi müyesser kıldı.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz ilim, takva, ihlâs, samimiyet, fedakârlık, şefkat, kahramanlık ve şecaat gibi yüksek ahlâki ve insani vasıflar bakımından müstesna bir mevkiye sahip idi. Tebük’ten başka bütün gazalarda Resulullah Aleyhisselâm’la beraber bulundu. Yüzü aşkın harbe katıldı. Cesaret ve kahramanlığı pek yaman bir mücahid olan Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz, Bedir ve Uhud Savaşlarında da ifade edilemeyecek derecede mücadele sergiledi.
İslâmiyet’in ilk yıllarında o Nur’un etrafında pervane olduğu gibi kendisinden önceki halifeler zamanında da İslâm için canla başla çalışmış; altı yıl kadar kaldığı hilâfet makamında da şehit oluncaya kadar bir an olsun o Nur’un ışığından ayrılmamıştır.
Kendisinden önceki üç halifenin de en yakın yardımcıları o idi.Resulullah Aleyhisselâm gibi onlar da kendisinden çok memnun idiler.
Mürtedlerin, zekât vermek istemeyenlerin ve Medine-i münevvere’ye hücum edenlerin çıkardıkları karışıklıklar sırasında Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-i daima destekledi ve yanında yer aldı.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- yerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-i bırakmak istediği sırada ilk defa: “Ömer’den başkasını istemeyiz!” diyen odur. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in, görüşlerine daima başvurduğu müşaviri ve kadısı idi.
Hazret-i Osman -radiyallahu anh- halife seçilince ona da hemen biat etti, yanında yer alarak daima kendisini destekledi.
Onun şehâdetinden sonra, karışık bir hengâmede halife seçildi. Dâvâyı sükunet ve akl-ı selim dairesinde hareket ederek halletmek için çaba harcadı.
İdare merkezini Medine-i münevvere’den Küfe’ye nakletti. Bir program dairesinde hareket ederek dahili vahdeti temin etmek istedi. Vilayetlere gönderilen valiler vahdet ve sükûnu temin hususunda muvaffakiyetler gösterdiler.
İlim ve akıldan yana derecesine pâyan yoktur. Ashâb-ı kiram’ın en büyükleri bile ondan fikir alırlar, ilim öğrenirlerdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır. İlmi isteyen kapısına müracaat etsin.” (Tirmizî)
Çözülemeyen meseleler, onun hükmüyle karara bağlanırdı. Dine bağlı olanlara saygı, fikirlere ilgi gösterirdi. Hikmetle söyler, adaletle hükmederdi. Fevkalâde şecaat sahibiydi.
İlim, takvâ, ihlâs, samimiyet, fedâkârlık, kahramanlık ve şecaat gibi yüksek ahlâkî ve insanî vasıflar bakımından müstesna bir mevkiye sahip olan Hazret-i Ali -radiyallahu anh-, İbn-i Mülcem tarafından zehirli bir hançerle sabah namazında şehit edildi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Cennet üç kişiye iştiyak duymaktadır: Ali, Ammar ve Selman.” (Tirmizî)
Radiyallahu anhüm ecmain.