Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri kimine mevki, kimine makam vermiş. Kimisi parasına, kimisi de yalanına dayanıyor ve güveniyor.
Yedikleri hep haram, söyledikleri hep yalan.
Öyle ki Yaratan’ına bile hasım kesiliyorlar.
Allah-u Teâlâ zât-ı ulûhiyetine kulluk yapmanın gereğini, ehadiyetini belirten âfâkî delilleri zikrettikten sonra, enfûsî delilleri beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
“İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu?” (Yâsin: 77)
Topraktan yaratılan Âdem Aleyhisselâm’ın zürriyeti de toprağın hülâsası olan nutfeden yaratılmaya devam etmiştir.
Düşünmeli ki bir nutfe (sperma) ne kadar değersiz bir sıvı, ne kadar güçsüz ve zayıf bir şeydir. Bu değersiz şeyden çok değerli bir insan yaratmak ne büyük bir kudrettir! Böyle bir yapıyı tanzim eden büyük kudret karşışında, düşünen insan iki büklüm olur.
Fakat insan aslını unutuyor da yaratıcısına karşı açık bir düşman oluyor. O’na karşı şirk koşmaya, mantık yürütmeye kalkışıyor.
“Böyle iken nasıl oluyor da apaçık bir hasım kesiliyor?” (Yâsin: 77)
Halbuki insan Yaratan’a karşı çıkmak için değil, O’na tapınmak ve kulluk yapmak için yaratılmıştır.
Câhil ve gâfil her insanın durumu budur.
Oysa Allah-u Teâlâ insanı nutfeden yarattı, bu câhil neden yaratıldığını da bilmez! Biraz sonra bir avuç gübre olacak, onu da bilmez.
Allah-u Teâlâ insanları yarattı ve imtihan sahnesi olan bu dünyaya denemek için gönderdi.
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk: 2)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Âyet-i kerime’nin tefsiri mahiyetinde Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Sizi imtihana çekmek için ki, hanginiz akılca en güzel, Allah’ın haram kıldığı şeylerden sakınmada en müttaki, O’nun taatine koşmakta en hızlı olacak.” (Suyûtî)
İnsan bir imtihan gayesi ile dünyada bulunmaktadır. Allah-u Teâlâ insanı başıboş bırakıvermek için değil, birtakım emanet ve yükümlülüklerle sorumlu tutup kendisine vazifeler yükleterek imtihana çekmek için yaratmıştır.
Dünya insan için bir imtihan sahnesidir, ömür denilen şey de bu imtihan süresidir. Bu imtihan ömrün sonuna kadar, son nefes çıkıncaya kadar sürer. Neticesi ise burada değil ahirettedir. Bütün imtihanlardan aldığı neticeler değerlendirilecek, başarılı veya başarısız olduğu ilân edilecektir. Dünya deneme ve mükellefiyet yeridir, ahiret ise ceza ve mükâfat yeridir; orası imtihanın sonucudur.
Halbuki Allah-u Teâlâ ezelî ilminde kimin ne yapacağını biliyordu. Daha cenin halindeyken kişinin takdirini dürmüştü. Fakat kulun kendisi de görsün diye dünya sahnesine göndermiştir. Bu imtihandaki hikmet, kullarının hallerini kendilerine bildirmek ve hiç kimsenin bir mazeret ileri sürmesine salâhiyeti kalmaması içindir.
“Amelin en güzel” olması; liveçhillâh, yalnızca Allah için olması, doğru olması, Rızâ-i ilâhîye uygun olması demektir.
Hayat, her kemâlin ve lezzetin esası olması itibariyle insanlar hakkında nimet olduğu gibi; ölüm de dünyadan âhirete intikal vasıtası olduğu için, insanlar için hayat gibi bir nimettir.
Ölümü daima gözönünde bulunduran bir kimse, hazırlığını ona göre yapar. Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerine hakkıyla riâyet ederek ubudiyet vazifelerini yerine getirmeye çalışır. Yapacağı amellerin en güzelini yapmaya gayret eder. Çünkü kişinin her an fotoğrafı çekiliyor, her sözü ve her kelimesi zaptediliyor.
“O Azîz’dir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk: 2)
Kendisine isyan edenlerden intikam alacak üstünlüğe sahiptir, hiçbir isyankâr O’nun pençe-i kahrından kendisini kurtaramaz. Buna rağmen kusurlarını itiraf eden, kötülüklerden vazgeçip tevbekâr olan, Zât-ı akdes’ine yönelen kullarının günahlarını affeder, siler.
Ona sıfat vermiş, bütün nimetleri vermiş, vereni unuttu bu câhil!
Oysa bir deneme idi, verdiğini alacak, zerreden hesaba çekecek. Kimine lütfu ile kimine kahrı ile tecelli edecek.
Kimisine yetmiş arşın uzunluğunda lânet halkası boynuna konup, cehennem ile kaynar su arasında gezdirilecek.
Bu gururluların elbiseleri katrandan olacak, sıfatları en aşağı hayvan sıfatında olup, böylece cehennemde toplanacaklardır.
•
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde dünya hayatının az bir süre ve bir geçimlik olduğuna dair, yağan yağmur sebebiyle yeşeren bitkilere kısa bir ömür verilmesini misal olarak şöyle beyan buyurmaktadır:
“Dünya hayatı tıpkı gökten indirdiğimiz yağmura benzer. O yağmurla insan ve hayvanların yiyerek beslendikleri bitkiler bol bol yetişir; yeryüzü renk renk, çeşit çeşit mahsullerle süslenir.
Yerin sahipleri bütün bunlara malik olduklarını sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün birden emrimiz geliverir de, orayı hiçbir şey bitirmemişe çeviririz.
İşte biz âyetlerimizi, düşünen insanlar için böylece apaçık beyan ederiz.” (Yunus: 24)
Dünyanın, kıyametin kopmasından az önceki durumu işte budur.
Bu misallerden ders alabilenler, ancak tefekkür kabiliyeti olan kimselerdir.
Geçici ve gidici bir hayatın lezzetlerine aldanarak, ahiret için hiçbir hazırlık yapmayanlar; tıpkı hasadından emin olunan olgun bir bitkinin, âniden bir felâketle karşılaşması gibi, onlar da bu yaptıklarının karşılığını bir felâket olarak bulurlar.
Dünyayı isteyenden dünya kaçar, ondan kaçanın da peşine düşer.
Ömrünü Allah yolunda değerlendirenler, ebedi saâdetin yolunu seçmiş olurlar:
“Allah esenlik yurdu olan cennete çağırır, dilediğini doğru yola eriştirir.” (Yunus: 25)
Öyle bir cennet ki, orada; herhangi bir kayıp, felâket, üzüntü ve sıkıntı, acı ve tasa yoktur.
“O gün Ruh (Cebrâil) ve melekler saf saf olup dizilirler. Rahman’ın izin verdiklerinden başka hiç kimse konuşamaz. Konuşanlar da ancak doğruyu söylerler.” (Nebe: 38)
Mahşer yerinin güçlüklerinden birisi de, cehennemin mahşer yerine getirilmiş olmasıdır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün cehennem de getirilir. İnsan hatırlar, fakat artık hatırlamanın kendisine ne faydası var?” (Fecr: 23)
O gün insanın aklı başına gelecek, dünyada iken anlamadığı hakikati o gün anlayacak, tutmak istemediği öğütleri o gün tutmak isteyecek, üzülecek, utanacak, fakat bu ona hiçbir fayda sağlamayacak. Çünkü hatırlama dönemi artık geçmiştir.
Cehennem mahşer alanına doğru çekilirken öyle uğultulu ve öyle korkunç sesler çıkarır ki, uzak mesafelerden bile onun köpürüp yükselen uğultusu işitilir. Bu korkunç sesleri işitenler haşyet içinde kalırlar, endişelerinden ne yapacaklarını bilemezler.
“Cehennem onları uzak bir yerden gördüğü zaman, onlar bunun müthiş gazaplanışını ve uğultusunu işitirler.” (Furkan: 12)
Günahkârlar cehenneme, müminler de cennete yakın olarak toplanırlar:
“O gün cennet takvâ sahiplerine yaklaştırılır.
Cehennem de azgınlara gösterilir.” (Şuarâ: 90-91)
Daha oraya gitmeden önce harareti karşılarında görünmeye başlar, cehennemliklerin kalplerini büyük bir endişe sarar.