Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
NE İDİK, NE OLDUK! - “Hulefa-i Raşidin (2)” - Ömer Öngüt
“Hulefa-i Raşidin (2)”
NE İDİK, NE OLDUK!
Dizi Yazı - Ne İdik, Ne Olduk
1 Eylül 2003

 

NE İDİK, NE OLDUK!

Hulefa-i Raşidin (2)

 

Hazret-i Ömer -Radiyallahu Anh-:

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- hastalandığında, vefat edeceğini hissedince, müslümanlara halife olacak kişinin belirlenmesinin faydalı olacağını düşündü. Zira halife seçiminin yeni karışıklıklara sebep olacağından endişe ediyordu. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in halifeliği hususunda Ashâb-ı kiram’ın bazıları ile çokça istişare etti. Daha sonra bir mektup yazdırarak Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-i aday gösterdi. Vefatından sonra da müslümanlar bu tavsiyeye uyarak halife seçtiler.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- gençliğini deve gütmekle geçirmişti. Buna rağmen İslâm’ın kendisine verdiği dirayetle maliye, adliye, nafia, maarif, ordu gibi bütün idarî şubeleriyle mücehhez bir devlet kurmuştu.

Gençliğinde deve çobanlığı yaptığı bir mıntıkadan geçerken şöyle söylemişti:

“Ey Rabb’im! Ne büyüksün! Hayatımda öyle bir zaman geçti ki, bu yerlerde deve güder, yorgun düşerek biraz dinlenmek istediğim zaman, babam beni döverdi. Bugün ise en yüksek makamı işgal ediyor, müslümanların başına geçmiş bulunuyorum ve Allah’tan gayrısına da baş eğmiyorum.”

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- gibi Resulullah Aleyhisselâm'ın bütün savaşlarına katılmış, hiç birinde bulunmamazlık etmemiştir. Resulullah Aleyhisselâm'a müşavirlik yaptığı gibi, Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in de adeta sağ koluydu. İlk halifeye yardım edenlerin başında yer almış, çok aktif bir şekilde devlet idaresiyle meşgul olmuştu.

Hak ile bâtılı ayırdığı için, Resulullah Aleyhisselâm tarafından kendisine “Fâruk” lâkabı verilmişti.

Halife olduktan sonra Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- zamanında başarılan işleri devam ettirdi. On yıl kadar süren başkanlığı döneminde bütün İran fethedildi. Sa’d bin Ebî Vakkas -radiyallahu anh- Kisrâ’nın eyvanında Cuma namazı kıldırdı. Müslümanlar doğuda Sind ve Ceyhun nehirlerine kadar hakim oldular. Memleket Mısır’ın batı hududundan Asya’nın ortalarına kadar uzanıyordu. İslâmiyet çok uzaklara kadar yayıldı. Muhtelif milletler muhtelif ırklar bir araya toplanmıştı. Gösterdiği adalet ve tarafsızlık sayesinde halk İslâm’a ısınıyor ve bağlanıyordu. Bu muazzam sahalara huzur ve emniyet hakim olmuştu.

Savaştan önce düşman kumandanını İslâm'a dâvet eder ve şu teklifi yapardı:

"Sizden ilk talep edeceğimiz şey müslümanlığı kabul etmektir. Eğer kabul ederseniz bizim kardeşimiz olursunuz. Kabul etmezseniz teslim olup cizye verirsiniz eğer ikisini de reddederseniz, kılıç aramızda hakem olacaktır."

Fetholunan yerlerdeki halka da:

"Herkesin canı, malı, yeri-yurdu, mâbedi her türlü taarruzdan korunacaktır." derdi.

Daha önceleri zâlim bir idare altında inleyen insanlar, İslâm adaleti sayesinde emniyet içinde yaşadılar.

Onun hükümetini herkese kabul ettiren ve beğendiren ve onun sert emirlerini sükunetle icra etmelerini temin eden başlıca vasfı insaf ve adaletidir. İstisnasız herkese aynı muameleyi yapardı.

Gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Irak’ta isyan edenler, Şam’da mükâfat kazananlar onun tarafından bilinirdi.

Başarı sebeplerinden birisi de onun âmir ve memur seçme hususunda büyük bir isabet göstermesidir. Muhtelif mevkilere en münasip, en ehliyetli zevatı tayin etmiş, her insana layık olduğu vazifeyi vermişti. Akrabalarından hiç kimseyi bir memuriyete tayin etmemiştir.

Onun nazarında bir vali, halkın bir ferdi gibiydi. Adaleti tatbik ederken halktan bir kişi ile bir valiyi ayırtetmezdi. En küçük bir fert, bir âmirden şikayetçi olursa, adalet önünde eşit şartlarda hesap verirlerdi.

Çünkü onun prensibi şu idi:

“En zayıfınızda olsa, haklı ise bence en kuvvetlidir. En kuvvetliniz haksız ise bence en zayıf olanınızdır.”

Hacc mevsiminde valileri Kâbe'de toplar, halkın huzurunda hepsini, vazifeleri sırasında yaptıkları icraatlardan dolayı hesaba çekerdi. Vâliler böyle bir durumda suçları sebebiyle halkın karşısına çıkmaya cesaret edemeyecekleri için, halka haksızlık yapmaktan çekinirlerdi. Nitekim Sa'd bin Ebi Vakkas -radiyallahu anh- gibi en değerli valileri Hacc mevsiminde Kâbe'de toplamış ve şikayetçilerle yüzleştirmiştir.

Hilafeti devrinde devamlı olarak onun tam güvenini kazanabilen vali ve diğer mülki erkan pek az idi.

İdarecilere karşı ne kadar sert ise, halka karşı da o derece şefkatli ve merhametli davranırdı. Onların menfaatlerine titizlikle riayet eder, büyük bir mesuliyet duygusu taşırdı.

Bazı kimseler toplanarak Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh-e "Ömer'e söyle, bize biraz yumuşak davransın." dediler. O da bunu Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-e naklettiğinde:

"Demek öyle söylüyorlar? Vallahi ben onlara yumuşak davranırken de, sert davranırken de Allah-u Teâlâ'nın rızâsını gözetiyorum. Onlar benden ne kadar çekiniyorlarsa, ben de onların haklarını gözetmekte onlardan daha çok çekiniyorum." buyurdu.

Valileri zaman zaman teftiş ettirdiği de olurdu. Şikayet olan yerlere müfettiş gönderir inceleme yaptırırdı.

Devlet hazinesine pek çok dikkat eder, bir kimsenin hazineden en ufak bir şey gasbetmesine imkan bırakmazdı.

Mülkî amirlerden kaynağı belli olmayan servetlerinin hesabını sorardı.

Bir defasında Amr bin El-âs -radiyallahu anh-i hesap vermeye dâvet etmişti. Amr bin El-âs -radiyallahu anh- şu cevabı verdi.

"Allah'ın işine bakınız! Müslümanlıktan önce benim babam ipekli ve sırmalı elbiseler giyer, senin baban Hattâb sırtında odun taşırdı. Bugün ise Hattâb'ın oğlu benim âmirimdir."

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in en büyük hususiyetlerinden birisi de istişareye çok önem vermesiydi. Bir mesele ortaya çıktığı zaman o hususta karar vermeden önce müslümanların görüşüne müracaat eder, mevzuyu onlarla enine boyuna tartışırdı.

“İstişare yapılmadan uygulanan meseleler başarısızlıkla neticelenir.” buyururdu.

Halkın her kesiminden insan, fikirlerini rahatlıkla söylemeye fırsat bulabilirdi.

Halktan kendisinin doğru yoldan ayrıldığını gördükleri zaman, çekinmeden tavsiyelerini açıklamalarını isterdi.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Hicretin 23. yılında Hacc yaptı. Mina’dan yürüyüp Ebtah’da devesini çökertti, ellerini açtı ve şöyle duâ etti:

“Yâ Rabb’i! Yaşım ilerledi, gücüm azaldı, tebam çok genişledi. Artık kayba uğramak ve aşırı gitmek olmaksızın beni kendine al!”

Buhârî’nin rivâyetine göre bir başka duâsı da şöyle idi:

“Yâ Rabb’i! Bana yakında şehadet nasip et. Ölümümü de Resul’ünün şehrinde kıl.”

On yıl altı ay hilâfet makamında kalan Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- sabah namazı kıldırırken künyesi Ebu Lü’lü olan Feyruz adındaki zerdüşt bir köle tarafından iki ağızlı bir hançerle altı yerinden vurularak şehid edildi. Henüz Zilhicce ayı çıkmamıştı.

Suikastten sonra üç gün daha yaşamış, bu en sıkıntılı anlarında bile vasiyetlerde ve tavsiyelerde bulunmuştu.


  Önceki Sonraki