– “Efendim! Geçen gün bir beyanınız vardı: “Bir şey istedim, ‘Sabret!’ dediler. Ânında cevap geldi.” buyurdunuz.”
– “Evet... Çünkü istediğim şey çok mühimdi, durum çok ince ve nâzikti. O anda sabretmem gerektiğini bana duyurdular.
Size gizli bir şey söyleyeyim. Ben her zaman O’nun hükmünü istiyorum. Fakat bir de şöyle diyorum: “Senden isteyenleri bizim önümüze seriyorsun. Burada bir nevi: ‘İsteyin!’ diye de bir emir çıkıyor. Ben onlara dayanarak senden istiyorum. Amma ben senin iradeni ve hükmünü istiyorum. Çünkü isteyişimde yanılabilirim. ‘Niçin istemedin?’ demesin diye, buraya dayanarak istiyorum, amma asıl senin hükmünü istiyorum. Benim isteyişim yanlış olabilir.”
– Her zaman dersiniz: “Yâ Rabb’i! Benim isteğim şudur ki senin isteğindir, benim arzum şudur ki senin arzundur.”
– “Hükmün, muradın ne ise onu istiyorum. Ondan gayrısından Allah’ıma sığınırım. Çünkü belki bir şey isterim, O da verir, sonra pişman olurum, amma iş işten geçer.”
– Bir duânız da şöyle: “Allah’ım! Hükmünü sevdir!”
– “Ve onu seviyorum, kendi arzumu değil, Sahibim’in hükmünü seviyorum. O’ndan ne gelirse! Çünkü vallahi beni benden fazla sevdiğini çok iyi biliyorum. Madem ki beni benden fazla sevdiğini biliyorum, benim nefsimle ne ilgim olur?
Çok ince bir husus var, sırat üzerinde yürümek kadar ince bir mevzu: Hakk ile olursan Hakk’ta göçersin, halk ile olursan nereye göçersin?
Yaşatacak Hazret-i Allah, tutacak O’dur, muhafaza edecek O’dur. Seni tuttukça ferahtasın, seni bırakırsa helâktasın. Yani iyilikler O’ndandır. Bu sözü de unutma.” (31.07.2003)
“En kıymetli ânım Hazret-i Allah ile olduğum andır. Çünkü benim dostum O’dur. Dost dediğin düşman olabilir, dost zannettiğin belki sana düşmandır. Amma O’nun dostluğu sonsuzdur, O hep dosttur. Şu halde ben dostumla olayım, düşmanımla olmayayım. Halkla konuştuğum zaman birçok lüzumlu ve lüzumsuz kelimeler geçiyor, amma O’nunla olduğum zaman hiç kötü geçmiyor, ânım hep dolu geçiyor. İbadet etmesem bile huzuru yeter.
Allah-u Teâlâ lütfu ile ihsan buyurursa, dost olarak O’nu seçmişim, O’nu dost bilmişim, O’nunla olmaya gayret ediyorum. O’nunla olduğum zaman hayattır, O’nsuz olduğum zaman ruhi bir vefattır.” (13.08.2003)
Bir sohbetlerinden:
“Sen sen ol, Hakk ile kulun arasına girme. Çünkü bilmezsin. ‘İyi!’ de, ‘Allah rahmet eylesin!’ de geç. İyiyse iyi, kötüyse kötü. Bişri Hafi -kuddise sırruh- Hazretleri çok sarhoş bir haldeyken yerde bir kâğıt buluyor, bakıyor ki üzerinde Allah yazıyor. Alıyor onu, öpüyor, tozunu-torağını siliyor ve duvara asıyor. Allah-u Teâlâ ona hidayet ediyor. Ben bu hikayeyi çok küçükken duymuştum.
Onun içindir ki sakın karışma! Çünkü iyi zannınla kaybetmezsin, belki iyiyse kötü zannınla kaybedersin. Ne gerek sana! Gidiyoruz işte.” (04.01.2003)
Bir ihvanın gıyabında: “O kardeşten memnuniyetimizin sebebi şu ki, işarete dikkat ediyor ve yolunu da böyle bulabiliyor.” buyurdular. Akabinde bir misalini de verdikten sonra: “Bu kadar ince işte dahi işaret bekliyor.” sözünü ilave ettiler. (29.09.1976)
– “Rüyâmda Zât-ı âlinizin önünde yürüyordum, sonra kendimi geriye alıp yürümeye başladım.”
– “İstemediğiniz halde nefsiniz hep öne geçiyor. Çünkü idare onun elinde. Vaktaki idareyi ele alırsanız, siz de yerinize gelmiş olacaksınız. Size her şeyi o kadar açıyorlar ki, biz de kapalı bırakmamak için durumu arzediyoruz. Çünkü bilirsek cidden icabeden sığınmayı yaparız da sırat-ı müstakimde yürümüş oluruz.” (03.04.1976)
Bir sohbetlerinden:
“Kıymetli bir zâtın eseri, kıymetsiz bir elden çıkarsa, onu da okumamak lâzım. Basit elden çıkarsa, o feyizsizlik esere de intikal eder. Bir de zehir akıttı ise, farkında olmadan insanı zehirler.
Müellife ve okunacak esere çok dikkat etmek lâzım. İtikadı bütün feyizli insanın kaleminden çıktığında, o zâtın işaret etmek istediği gizli mânâlar dürbünle bakar gibi hissedilir. Değerli söz değerli kalemden çıkacak ve değerli insan okuyacak. Meselâ bir insan Kur’an-ı kerim’e ne kadar hürmet ve riayet ederse, Hazret-i Allah ona o nispette feyz-ü bereket ve anlama kabiliyeti ihsan buyurur. Alelâde bir kitap gibi okursa, hiçbir şey anlamaz huzur da alamaz.” (3.10.1976)
Bir sözleri:
“Hakk’ın kulu olan, her şeyden yüksek olur. Hakk’ın kulu olabilen her şeyin fevkinde olur.” (3.10.1976)
Bir sohbetlerinden:
“Sık sık: ‘Rabb’im, benim kalbimi biricik İslâm yolundan, râzı olduğun yoldan ayırma!’ diye yalvaracağız, göz yaşı dökeceğiz, secdeden ayrılmayacağız. Tâ ki duâmızı kabul edinceye kadar. Kabul ederse ne olur? Kalbimizi rızâsına, İslâm yoluna döndürür, bize yolunu sevdirir. Bu sayede ibadet de yapılır, ibadetin muhabbetini de verir. Yaptıkça yapacağımız gelir. Bir şey verirken O’nun için veririz, verdikçe zevk duyarız. O muhabbet, yapılan ibadetin kabul olduğuna delâlet ve işarettir. Aşk ile yapılmayan ibadette ise hayır yoktur.” (3 Nisan 1976)
Rüyâ:
– “Eski hafızlardan birisi ile kırlara çıktık. O Kur’an-ı kerim okumaya başladı. Ben de teybe alıyordum. Bozuk bir bant koymuşum galiba ki, dolanıyor fakat almıyordu. Başka bir bant almak için şehre indim. Bir evin önünden geçerken baktım ki, ikinci kattan zikir sesleri geliyordu. Onların hepsi şehrin zenginleriymiş, “Hû” ism-i şerifini çekiyorlardı. Gayr-i ihtiyari dışarıdan ben de onlara katıldım.”
Buyurdular ki:
“Hayatta insan son derece taklitçi olmamaya gayret edecek. Ömür en kıymetli sermayedir, onu hiçe harcamayacak. Hep Hazret-i Allah’ın hoşnut olacağı işlerle meşgul olalım. Kalbimize yarayan şeyleri saralım, yaramayan şeyleri atalım inşaallah.
Halk çok şeylerle meşguldür, lakin ‘Hû’ esmâsı ile er meşguldür. ‘Hû’ esmâsı bilindiği gibi değilmiş. Onu ancak verdikleri açtıkları zaman gördük, belki de çok yakın zamanda.
Hiçbir ihvana ‘Hû’ esmâsı verilmedi. O bir ism-i âzamdır. Hazret-i Allah o kapağı açmadıkça ‘Hû’ esmâsı içeriye geçmez. Söylemekle değil, verilmekledir. Fakat biz ötekileri yaparsak, Allah’ımız dilerse onu da bahşeder.
Biz ötekileri yapalım ve taklitçi olmaktan da çekinelim. Halkın yaptığı bir tarafa, biz kendimiz yapmaya çalışalım.” (04.08.1976)
Bir rüyâsı üzerine kardeşimize sözleri:
“Bazı insanlar insan olarak halkedildiği halde, kötü alışkanlıklarından, kötü huy ve icraatlardan dolayı sıfatları değişir. Artık o bir sureta insan, aslında hayvan olmuş olur. Canavar şeklinde yılan şeklinde olur, horoz şeklinde ayı şeklinde olur. Gidişatına icraatına göre hayvanî bir sıfata bürünür. Öldükleri zaman da o sıfatla dirilirler. Allah’ımız bizi ve bütün Ümmet-i Muhammed’i muhafaza buyursun.
Binaenaleyh bu tıynette bir insan, size zarar vermek için daima üzerinize geliyor. Halbuki Hazret-i Allah o düşmanınızı yıkacak.
Hiç şüphe yok ki, nefsimiz onlardan daha şiddetli bir düşmandır. Şöyle ki, en büyük düşman nihayet insanın canına kasteder, fakat en büyük rütbe olan şehâdet mertebesine ulaşmaya vesile olur, en büyük iyiliği yapar. Nefis düşmanı ise insanın hayat-ı ebediyesini öldürür, bu daha korkunç. Sonra dış düşmanın karşındadır, siperini tedbirini alabilirsin. Nefiste ise cephe yok. İnsan onu tanıyamazsa o istediği icraatı yapar da insan farkına varmaz. Bu neye benzer? Düşman evin içinde olursa çok korkunçtur, dışında olursa insan tedbirini alır.
Allah’ımız şerrinden muhafaza buyursun.” (04.04.1976)
Yeri geldi bir ihvan: “Daha önceleri bir sohbetinizde buradaki kardeşliğin yalnız tanışmaktan ibaret olduğunu, asıl kardeşliğin ahirette başlayacağını söylemiştiniz.” dedi.
“Evet... Muhakkak...” buyurdular ve şöyle izah ettiler:
“Buradaki görüşmeler, buradaki haller orada uzun uzun anlatılacak. Yoksa burada herşey muvakkat. Görüyorsunuz ki yarından emin değiliz, kimin elinde senet var? Fakat muvakkat bir yer olmasına rağmen ahiretin bütün kazancı buradan götürüleceği için ve bir de saha-i imtihan olduğu için çok kıymetlidir. Asıl hayat asıl kardeşlik orada yaşanacak.” (24.04.1976)