Muhterem Okuyucularımız;
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanları Allah yoluna dâvet vazifesini yerine getirirken, ilâhi hoşnutluktan başka hiç kimseden hiçbir ücret ve herhangi bir karşılık talep etmemiştir.
Bu hususta Âyet-i kerimeler’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Onlara de ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir şey iddia edenlerden de değilim.” (Sâd: 86)
Hiçbir zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz halktan en küçük bir menfaat beklemiş değildir. İltifat da istemiş değildir. Bütün iş ve icraatları Allah içindir. Onların yolundan gidenlerin de gidişatı böyledir.
Allah-u Teâlâ’nın Enbiyâ-i İzâm Hazeratı’nı göndermesinden maksat, kullarını hidayet yoluna dâvet etmekle, itaat edenleri sevaba yaklaştırmak ve günahtan uzaklaştırmaktır. Bunun içindir ki hiçbir peygamber bu maksadın dışına çıkmamıştır, tebliğleri mukabilinde emel-i dünya ve ücret gibi hasis şeyler beklememişlerdir.
Bir peygamber olarak insanların kurtuluşundan başka hiçbir şey istememektedir. Onların ıslah olması en büyük ücrettir.
“Resul’üm! Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabb’inin vereceği ücret daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”(Müminûn: 72)
O ücret istemedi. Kimseye yük olmadı. Onun izinden gidenler de kimseden bir ücret istemezler, onlar ücretlerini Cenâb-ı Hakk’tan beklerler. Diğerleri ise hem refah, hem ferah içinde yaşarlar ve neler neler yaparlar.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, iman etmedikleri için müşrikleri kınamaktadır. Yoksa Resulullah Aleyhisselâm onlardan hiçbir ücret istememekte, hiçbir menfaat beklememektedir. Sahibi onu dünyada da ahirette de rızıklandırır, büyük mükâfatlara nâil buyurur. Rezzâk-ı âlem O’dur.
“Resul’üm! Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden ağır bir borç altında mı kalıyorlar?” (Tûr: 40)
Böyle zannediyorlarsa bu zanları yanlıştır. Böyle bir talepte bulunmaktan elbette ki müteâlidir.
“Oysa sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun.” (Yusuf: 104)
Aslında ücret değmez değildir. Resulullah Aleyhisselâm’ın tebliğ etmiş olduğu din; gerek dünya saâdeti gerekse âhiret selâmeti bakımından en büyük menfaattir. Dünya ve içindekiler ücret olarak verilse bile azdır. Lâkin böyle olduğu halde, şahsı için hiç kimseden az veya çok hiçbir ücret istememiştir. Aksine varını yoğunu bu uğurda harcamaktan zevk duymuştur.
Ancak Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için, din-i İslâm’ın izzeti ve ehl-i imanın kuvveti için, malını infak etmek isteyen kimse de men olunmamıştır. Böylece kıyamete kadar her devirdeki müslümanlara güzel bir numune, şaşmaz bir ölçü bırakılmıştır.
Allah-u Teâlâ Yâsin sûresi’nin 21. Âyet-i kerime’sinde bu berzahı koyuyor:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. İşte onlar doğru yoldadırlar.”
Burada Allah-u Teâlâ bu doğru, bu yanlış diyor.
Bu Âyet-i kerime’nin nûr ışığı altında yürümek lâzım.
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler.
Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizî)
İslâm’ın hak din olduğu, imanın insanı aydınlığa çıkardığı, küfrün ise sapıklık olduğu, insanları karanlıklarda bıraktığı apaçık ortadadır.
İman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Bu Âyet-i kerime bir huduttur ve bir berzahtır.
İmanınızın karşılığında sizden hiçbir ücret istemeyen, mal talep etmeyen, dünya ile ilgili bir menfaat beklemeyen, baş olmak ve başka gaye peşinde koşmayan bu kimselere tâbi olun.
Böyle bir dâveti yapan kişiler elbette ki doğrudurlar, sözlerinde samimidirler.
Başta Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz olmak üzere, Allah yoluna dâvet vazifesini yerine getiren iman kahramanları, ilâhî hoşnutluktan başka hiç kimseden hiçbir ücret ve herhangi bir karşılık talep etmemişlerdir.
Hakk katındaki ecir ve menfaati uman kimsenin nazarında, insanların elindeki geçici şeyler hiçbir değer ve kıymet taşımazlar.
Nefsinde gizliden gizliye karşılık alma isteğinin bulunup bulunmadığına dikkat eden kimse çok azdır ve bunun uygulamasını yapan da çok nâdirdir. Ancak sıddîk olanlar bu gibi durumlara dikkat edebilirler.
“Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Din ve dünya hayrına ermişlerdir. Onlara uyan hidâyete erer.
Bu Âyet-i kerime bir mihenktir. Günümüzdeki bölücüler dini dünyaya âlet ederek halkı kaz gibi soyuyorlar. Topluluk içinde utandıracak senet imza ettiriyorlar, evini, arabasını, parasını, elinde avucunda ne varsa alıyorlar. Bunu her bölücü yapıyor, çünkü hepsi eğri yoldadır.
Binaenaleyh kim ki para topluyorsa doğru yolda olmadığını bu Âyet-i kerime beyan eder.
Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efedilerimiz insanları Hakk’a dâvet ederken hiçbir maddi menfaat, hiçbir karşılık gözetmediler.
Peygamber olarak gönderildikleri topluluklara:
“Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabb’ine âittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109)
İmansız imamlar ve türemeleri neler yapıyor ve sana neler duyuruyor?
Bir bak! Hokkabazlar seni nasıl çemberlerine almak istiyorlar, nasıl bir tuzak kuruyorlar? Seni nasıl yoluyorlar ve nasıl soyuyorlar?
Bunlar bu mesleğin ustası olmuşlar. Gözüne kestirdiklerini yemeğe dâvet ederler. Adam da yemeye dâvet ediliyorum diye memnuniyetle kabul eder. Fakat bu dâvetleri balık otu mesabesindedir. Ona yemeği yuttururlar, yemekten hemen sonra da salonlara çekerler. Yardım kampanyası açılır. Bu hokkabazların içinden bir cazgır çıkar yalandan başlar bağırmaya:“Benden şu kadar, benden şu kadar!..” diye. Bunlar kendi içlerindeki adamlarının tuzaklarıdır. Öteki hokkabaz çıkar:“Benden şu kadar!” der. Bu hokkabazlar bu cazgırlar vasıtası ile bağış toplamaya devam ederler. Kendilerinden bir tanesi bağışlamaz. Kendileri imandan çıktığı için, diğer saf müslümanları kendilerine celbedebilmek için, yolmak için, soymak için:“Sen ne veriyorsun?” derler. Buraya düşen bir misafir, bunları gerçek zanneder, bunların gözboyacılığına aldanır, bu durum karşısında utanır ve: “Benden de bu kadar!” deyiverir. Hemen parasını alırlar. Artık iş sıraya dökülür. “Senden ne kadar?”, “Senden şu kadar?”, “Senden de şu kadar?”
Bunlar yalancıdır, riyâkârdır, sahtekârdır. Bir mümini soymak ve yolmak için bu şekilde plânlar kurarlar.
Bu fasıl bittikten sonra, “Benden şu kadar!” diyen kalmayınca, artık senetle dolaşırlar. Para toplamak ve yanında parası olmayanlara senet imzalatmak için masaları bir bir dolaşırlar. “Sen ne kadar yardım ediyorsun?” derler. “Benim bu anda yanımda param yok!” diyenlere senet imzalayabileceğini söylerler. Onu halkın içinde utandırırlar, senet imzalatırlar. Adam mahçup olmamak için o senedi imzalar. Artık imza attı mı? Attı. O vaad ettiği parayı günü gelince alırlar. Vermezse icrâya verirler, evi, arabası, nesi varsa elinden alırlar, zerre kadar insaf etmezler. Adamı evsiz, arabasız, parasız pulsuz bırakırlar. Bunlara ne diyelim? İsmini siz koyun.
Bir kere pençeyi taktı mı, kişinin ciğerini söker alırlar.
Halkı hizmet adı altında kandırıyorlar. Yurt, kurs, bina açıyorlar. Binaları Hazret-i Allah'ın rızâsı için yapmıyorlar. Yapılan binalar halktan zorla topladıkları paraların kendilerine ayırdıklarından arta kalanlarla yapılanlardır. Bunları da yapmazlarsa zaten toplayamazlar. Bu paralar ve binalar sayesinde saltanat sürerler, halka da derviş hayatı yaşıyoruz derler. Hizmetlerinin Allah-u Teâlâ'nın indinde hiçbir değeri yoktur. Çünkü imansız hizmetin hükmü yoktur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Müslümanların işine harcanmak üzere ayrılan maldan birçok haksız harcamalar yapan kimseler için kıyamet gününde cehennem vardır.” (Buharî. Tecrîd-i sarîh: 1294)
Sapıtmışların imanı bırakıp hizmet adı altında paraları cebe indirmeleri, azgınlıklarını daha da arttırmaktadır.
Hizmet imanın rüknü değildir. Bir kimse hizmet etmiyor diye imanı gitmez.
Bu modern ilâhların kurdukları dinlerinde ise hizmetsiz iman olmaz.
Putlar ve avaneleri Hazret-i Allah'ın hükmünü hiçe sayarlar.
Bunlar para toplamakla doğru yoldan sapmış oluyorlar. Hizmet etse hiçbir önemi yok. Zaten yapılan hizmet Allah rızâsı için değil. Bunlar para ile iman satın almaya çalışan sapmış kimselerdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar ahiret karşılığında dünyayı satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)
Allah-u Teâlâ Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’sinde toplayıcıların ve isteyicilerin doğru yolda olmadıklarını açık açık buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
Bu Âyet-i kerime’yi göz önünde tutun. Bilin ki yalnız onlar doğru yoldadır.
Bu ilâhî bir emir ve hükümdür. Bu hükümde hem bir emir hem de bir tavsiye var.
Birincisi; Allah-u Teâlâ “Hiçbir ücret istemeyenlere uyulmasını” emir buyuruyor. Burada “Tâbi ol!” emri var.
İkincisi; “Onlara bağlanın.” tavsiyesi var, diğerlerine değil. Onlar eğri yoldadırlar, onlar sapmışlardır.
Allah-u Teâlâ’nın ferman-ı ilâhisini hiçe sayarak, Din-i mübin’i âlet ederek dileniyorlar. Gerek kendi etraflarını gerekse diğer müslümanları soyup duruyorlar. Diğer taraftan din namına hayır diye bir kâfirden bir fasıktan, haram olduğunu bildikleri halde istiyorlar. Bu durumda onların o fâsık ve kâfirden hiç farkları yoktur. Yani onlar da onun gibidirler. Niçin? Bilerek haramı irtikap ettikleri için, İslâm dinini küçültmeye gayret ettikleri için. Onların bütün çalışmaları İslâm dinini küçültmek içindir. Bu sebepledir ki onlardan daha aşağıdırlar. Bunlar dini dünyaya âlet ediyorlar. Müslümanlığa ısınacak kimseleri uzaklaştırıyorlar.
Onlar bu Âyet-i kerime’ye iman etmiş değiller. Bunu katiyetle bilin. Onlar din-i İslâm’dan çıkalı çok olmuş, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerifler’in hükümlerinden ayrılmışlar.
Konuştukları ilk şey maddedir, ilk saldıracakları yer ceptir. Halkı soymak için hep ihtiyaçtan bahsederler. Neden böyle yapıyorlar? Onların işi Hakk ile değil ki.
Bu din kurucuların İslâm dininde yaptıkları tahribatları hıristiyan da, yahudi de yapamaz. Zira İslâm’ı tedkik edip iman şerefiyle müşerref olmak isteyen bir ecnebi, bölücünün bir tanesine tesadüf ederse, hemen onu koparır, kendi dinine çevirir. Daha doğarken öldürmüş olur.
Bu yapılan sahtekârlıklar İslâm’a uyar mı? Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’si varken, bu Âyet-i kerime ile Allah-u Teâlâ iman ile küfrün berzahını koyarken;
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, birisi hariç yetmiş ikisinin cehennemlik olduğunu beyan buyururken;
“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna, diğerleri hep ateştedir.
– Onlar kimlerdir Yâ Resulellah?
Benim ve Ashâb’ımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)
Buyururken, hâlâ bu soygunculara imanını ve paranı verecek misin? Ey kardeş! Uyan artık.
Kim ki bunların toplantısına dahil olursa, bunlara para verirse;
“Fasığa ikram eden İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvî)
Hadis-i şerif’i mucibince İslâm dininin yıkılmasına yardım etmiş sayılır.
Hadis-i şerif’te:
“Onların dinleri para olacak.” buyuruluyor. (Münâvî)
O ise koyun postuna bürünüp dini dünyaya alet ediyorlar. Oysa din-i İslâm ile hiçbir ilgilerinin olmadığını yukarıdaki Âyet-i kerime’ler ile açıkladık.
Bu soyguncu sahtekârları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarif ederken bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunları koyun postuna bürünmüş kurt olarak vasıflandırıyor. Bunlar kurttur be kardeş! Uyan artık! Paran gittiği birşey değil, imanın da gidiyor. O bir fırkadan ayrılıyorsun yetmiş iki fırkanın içine giriyorsun.
Balığa olta atar gibi, gözüne kestirdikleri bir kimseye evvelâ hediye gönderirler, karşılık beklemezler. Bu adam bu hediyenin altında kalmamak için mukabele etmek ister, almazlar. “Hele sen bizim bir toplantımıza teşrif buyur.” derler. Adam toplantıya geldiği zaman o hediyenin altında kalmamak için bir şey yapmak ister. Onlar da: “Bir burs, iki burs verseniz!” derler. Yani beş milyonluk bir hediyenin karşılığında adamın yüz milyonunu, iki yüz milyonunu, milyarını hemen oracıkta hallederler. Adam da ister istemez mecbur olur, bu parayı verir. Artık bir yerine milyarını alırlar.
Daha önceleri İslâm’ı kullanırlardı, bu işleri İslâm nâmına yaparlardı. Fakat artık ne oldukları belli olunca, İslâm ismini kullanmıyorlar, yardım ismi altında topluyorlar. Artık İslâm ismi yok, yardım ismi var. Bu tuzaklarla halkı tuzağın içine düşürmeye çalışıyorlar. Tüccar demiyorlar, esnaf demiyorlar, talebe demiyorlar, bu tertip altında alabildikleri neleri varsa alıyorlar. Artık maskeleri düştü, ne oldukları belli oldu. Amma kurtulan da kurtuldu.
Bunların bir de himmet geceleri vardır. Bu himmet gecelerinde kendilerinin çok muhtaç olduklarını, talebe okuttuklarını, yardıma ihtiyaçlı olduklarını söylerler. Himmet gecesi adı altında çeşitli yollarla ve göz yaşlarıyla gayet ustalıkla karşıdakilerini rikkate getirirler.
O kadar para topladılar ki, nihayet arzu ettikleri noktaya gelince paralarını muhafaza edemez oldular ve koyacak yer bulamadılar. Allah-u Teâlâ’nın en çok buğz ettiği haramlardan birisi fâiz olduğu halde onlar banka kurdular.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Onların Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân etmelerinin mânâsı; Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a en büyük isyan ve tuğyanda bulunmanın ifadesi demektir. Böyle bir durumda, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân edip büyük isyanda bulunanlara müslüman denir mi?
Daha evvel İslâm önderi gibi görünürlerdi, milyonlarca müslümanı küfre soktular. Küfrü hoş gördüler, küfrü hoş gördükleri zaman, küfrün içine batanlar battı.
Bir taraftan müslümanların imanlarını, diğer taraftan maddelerini, mal ve mülklerini aldılar.
Bunların iç durumlarını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bin dört yüz sene evvel haber vermiş ve diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır.
"Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur'an okuyacaklar. Fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır). Nitekim onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir.
İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır." (Müslim: 1067)
Karıncalar bala batar, bal yiyeceğim diye. Fakat bala girer hayatına mâl olur, ölür.
Bunlar dinden çıkmışlar ve artık bir daha dine dönecek de değiller. Bunların durumları böyledir.
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Ey arkadaş! Bunları tanı! Bunlardan kendini koru. Zira bir taraftan imanları, diğer taraftan maddeleri soyuyorlar.
Talebeleri bahane edip müslümanların kurbanlarını nasıl alıyorlar?
Zenginlerin işyerlerine giderler ve yardım dilenirler. Fabrikalar, fabrikatör evlerini bir bir gezerler. Talebeleri bahane edip yardım toplarlar. Oysa onlar talebelerden de ücretlerini alıyorlar.
•
Bütün bu sapıtıcı nankörlerin halkı nasıl soyduklarını, yolduklarını, dinlerinin para olduğunu geçimlerinin dilencilik olduğunu ve halkı soyup yolduklarını biliyorsunuz.
Onlar doğru yolda olsalardı Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’si mucibince kimseden para dilenemezlerdi.
O ise para toplayıp trilyonlarca lirayı fakirin hakkı olduğu halde binaya, lükse, süse harcamış, müslümanların yaptırdığı cami ve Kur’an kurslarını gasp etmişlerdir.
Birkaç çocuk âlet ederek, güyâ İslâm dinini öğretiyorlarmış gibi göstererek onlara sapık dinlerini aşılıyorlar. Hem talebelere yardım adı altında, onları âlet ederek zekât, öşür, fitre, kurban derisi... topluyorlar, hem de ayrıca talebelerden para alıyorlar. Halk da hâlâ onları müslüman zannediyor.
Bu dilenen küfür ehli, bu mücahidlerin cihadı ile yok oldular.
Mâlum maskeleri düştü, küfürleri meydana çıktı, gelirleri kesildi, yurtları boşaldı. Ne dilenebiliyorlar, ne de halkı kaz yerine koyup soyabiliyorlar.
Halkı bu koyun postuna bürünen, dini dünyaya âlet eden kurtların şerrinden kurtardık, zararsız hale getirdik. Halkı onların yolmasından kurtardığımız için Allah-u Teâlâ’ya ne kadar şükrediyorlar ve bizlere teşekkür ediyorlar.
•
Dinimizin ve vatanımızın müdafaası için üzerlerine amansız yürüdük ve kurdukları dinlerini kuruttuk. Hakikatin karşısında tutunamadılar.
Artık ne vahşet yapabilirler, ne gasp, ne de soygunculuk! Zira halk gözünü açtı. İçlerindeki büyük ahlâksızlığı gördü. Çocuklarını o batağa göndermez, emniyet etmez oldu. Yurtları boş kaldı. Kurdukları tuzakları dağıldı, foyaları meydana çıktı, menfaatleri kesildi.
Şu kadar var ki koyun postuna bürünen bu kurtlar, sanki talebeleri varmış gibi gerek fındık harmanlarına gidiyorlar; köy köy gezip fındık, mısır, buğday vs. her üründen arabalarla toplayıp onunla geçiniyorlar.
Dikkat ederseniz bu dilenciliklerini görürsünüz ve icraatlarından ikrah edersiniz.
Bunu bütün bölücüler yapıyor. Halkın bir taraftan imanlarını, bir taraftan maddesini alarak kanlarını emiyorlar. Her fırsatta kötü icraatlarını ve iftiralarını sürdürüyorlar.
Halkın hem imanını hem de maddesini, bu koyun postuna bürünen kurtlardan kurtarmaya çalışıyoruz.
•
Sûret-i hakk’tan görünen bu bölücüler, evvelâ kendilerini İslâm’ın ön safında gösterdiler ve İslâm’ın müdafisi gibi göründüler. “Hakk geldi bâtıl gitti.” diyerek ortaya çıktılar ve ortalığı çınlattılar. Saf müslümanlar hak zannıyla saflarına geçti, çünkü imana susamışlardı. Bu suretle etraflarında fertler toplandı. Vaktaki birazcık iktidara gelince ve koltuğa oturunca, Hakk’ı bıraktılar, bâtıl olan maddeye sarıldılar. İçleri dışarıya çıktı. Sonra kendilerine tâbi olanların imanlarını soydular ve halkı da kaz gibi yoldular.
Partiye-pırtıya, binaya-zinâya zekât verilmez. Zira fakirin hakkını gasbedip, boğazından kesip yiyen kimse her şeyi yapar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
“Fasığa ikram eden kimse İslâmiyet'in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvî)
İslâm dininden çıkmış, bir isimle din kurmuş bölücüye zekât veren, din-i İslâm yıkılsın diye yardım ettiği için zekâtını vermediğini kesinlikle bilsin. Oysa Hadis-i şerif'te belirtildiği üzere, zekât vermeyen kimsenin kıldığı namazı da imanı da şayân-ı kabul değildir.
Fakirin hakkı olan zekâtı, fakirin boğazından kesip alıyorlar. Bu ise hükm-ü ilâhî’ye ters düşer. Yani ilâhi hükmü kaldırıyor. Kendi dinini hüküm yerine koyuyor. Ve bunlara ‘Küfür icraatı yapıyorsunuz.’ dediğin zaman itiraz ediyorlar. Oysa senin yaptığın işlerin hiçbirisi İslâm’a uymuyor.
Bu İslâm dinine yakışır mı? İslâm dinine yakışır mı ki, İslâm gibi görünüyorlar.
“Bana zekâttan ver!” diyen bir zâta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Yüce Allah zekât hakkında peygamber veya bir başkasının hükmüne râzı olmamıştır. Bu bakımdan onlar hakkında hükmü bizzat kendisi vermiştir ve zekâtı sekiz gruba paylaştırmıştır. Eğer sen bu gruplardan birisi isen sana veririm.”(Ebu Dâvud)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz peygamber olduğu halde bu hükmü verememiştir. Ve fakat bu bölücüler yolu kapatıyorlar, fakirin lokmasını alıyorlar. Bu bir gasp değil midir? Bütün bölücüler de bunu yapmıyorlar mı?
Bunlara zekât veren suret-i katiyede zekât vermiş sayılmaz. Yeniden vermesi lâzımdır. Eğer Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’sine iman etseydi, onların doğru yolda olmadığını görecekti.
Zira Âyet-i kerime’de:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruluyor. (Yâsin: 21)
Bu Âyet-i kerime mihenktir, ölçüdür. İman edenlere bu Âyet-i kerime kâfidir.
•
Malum olduğu üzere sahte halifeliğini ilân eden, dinini ve vatanını küçük düşüren sahtekâr Kaplan ve oğlu; evvelâ Almanların kuklası idiler, sonra şeytanın oyuncağı ve maskarası oldular.
O bir sahtekârdır, kendisi de oğlu da yalancı halifedir, hepsi de fâsıklar güruhudur.
Diğerleri gibi bunlar da para topluyorlardı ve halkı yoluyorlardı. Böylece Kaplancılık dinini yaymaya çalışıyorlardı.
İman hırsızı oldukları için, milyonlarca müslümanın imanlarını söndürdükleri için, gerçek müslümanlara çok büyük zararları oldu.
Bütün bölücüler hakkında kitaplar yazıldığı gibi; bu dinine ve vatanına ihanet eden bu nankörler hakkında da kitap yazıldı. Bütün sözleri Âyet-i kerime’lerle çürütüldü.
Allah-u Teâlâ bunların içyüzünü şöyle vasıflandırıyor:
“Heva ve hevesini ilâh edinen, Allah’ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Görülüyor ki sapanların ve nefsine tapanların Allah-u Teâlâ gerçekten kalplerini mühürlemiştir ve onlar böylece gizli şirke sapmışlardır.
Bunlar müslümanlık için çok büyük tehlikedir.
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” buyurmuştur. (Müslim)
•
Allah-u Teâlâ bir isimle din kurup, bölücük edenleri kulluğundan tard etmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-e tard etmesi için emir buyurmuştur. “Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın.”
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’âm: 159)
Bu Âyet-i kerime mucibince dini parça parça edenlerin İslâm dini ile hiçbir ilgileri yoktur. Zira bütün bölücüler İslâm dairesinden atılmışlardır.
Allah-u Teâlâ Müminûn sûre-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb’inizim. O halde benden korkun.” (Müminûn: 52)
Cenâb-ı Hakk, inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i ilâhi’yi dinlemediler ve korkmadılar. Yetmişüç fırkadan yetmişikisi huduttan böyle çıktı. Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadıklarından ve ters düştüklerinden, dinden çıktılar.
Ve Allah-u Teâlâ: “Benden korkun!” emr-i şerif’ini buyurduğu halde: “Hayır, biz senden korkmuyoruz.” dediler. “Bizim imamlarımız var, papazlarımız var, masonlarımız var. Biz senden korkmuyoruz” dediler. Allah-u Teâlâ’ya meydan okudular.
Allah-u Teâlâ da cevaben buyuruyor ki:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Müminûn: 53)
Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.
Bu Âyet-i kerime her sapana ve sapıtıcıya hitap eder. Yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki bunlar ilâhi hükme ve din-i İslâm’a ters düştüğü için küfre kaymıştır.
Bu böyledir. Çünkü bu gibi hareketler küfür kapsamına girer.
Allah-u Teâlâ bölücülerin hepsi için “Tuttuğu yoldan memnundur.” diyor. Dikkat edin! Hepsi memnun değil mi? Memnun oldukları için bu Âyet-i kerime’nin kapsamı içine giriyorlar. Binaenaleyh Müminûn sûre-i şerif’inin 53. Âyet-i kerime’si bir berzahtır.
İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm’da bir tek ümmet, bir tek din vardır.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imrân: 19)
Allah-u Teâlâ’nın yanında makbul olan din yalnız budur.
Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kur’an’dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor. Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.
Onların dini ayrıdır, kitapları ayrıdır. Her bölük kendi dinine göre, kendi kitabına göre hareket ediyor. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.
Bu Âyet-i kerime’lere bak, bir de bunların icraatlarına bak. Kararını kendin ver.
Ve bu dalâletten ötürü de çok memnun olduklarını ve sevindiklerini Allah-u Teâlâ buyuruyor.
“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.” (Müminûn: 54)
Şimdi Allah-u Teâlâ bunları bize tanıtıyor. Dinlerini, kitaplarını, bölüklerini, partilerini bize bir bir beyan ediyor.
“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar. Hayır onlar işin farkında değiller.” (Müminûn: 55-56)
Buradaki murad-ı ilâhî; Allah-u Teâlâ bunlara o kadar gazaba gelmiş ki; bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini, bol günah işlemelerini sağlamaktadır. Amma bu yoldan sapmış gafillerin farkında da olmadıklarını bize buyuruyor ve duyuruyor.
Allah-u Teâlâ’nın bu Âyet-i kerime’lerini de hiçe saydıklarından ötürü bunca ibadet ve taatına rağmen bölücülük batağına batmışlar, dinden çıkmışlar ve cehennemi boylamışlardır.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)
•
“Bu bölücülerin üzerine niye gidiyorsunuz?” diyorlar.
Allah-u Teâlâ ehl-i kitaptan bir çoklarının günaha ve harama koşuştuklarını beyan ettiği gibi; onların isyana dalmalarını, haram yemelerini gördükleri halde susarak bu kötülüklerden menetmeyen ileri gelenlerini ve âlimlerini kınamaktadır.
“Rabbaniler’in ve Ahbar’ın onları günah söz söylemekten ve haram yemekten men etmeleri gerekmez miydi?
İşledikleri sanat ne kötüdür?” (Mâide: 63)
Dini dünyaya âlet edip, her türlü isyan ve küfre dalanlara müdahale edilmezse, herkes bu Âyet-i kerime mucibince mesuliyet altına girer.
Kur’an-ı kerim’de; yol gösteren, uyaran, doğruyu telkin eden, Hakk’a iletip Hakk ile hüküm veren, Hakk’tan yana irşat vazifesini yerine getiren âlimlere Rabbânî denilmiştir. Onlar Hakk’ın muallimleridirler. Ahbar ise dinde derinleşen, geniş bilgisi olan fakihler demektir.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-; “Bu âyetten daha çok ihtar edici âyet yoktur.” buyurmuştur.
Bazı müfessirler ise; “Kur’an-ı kerim’de âlimlere hitâp eden Âyet-i kerime’ler içinde en şiddetlisi ve en korkutucusu budur.” demişlerdir.
Bu Âyet-i kerime’ler Allah-u Teâlâ’nın emridir, hükmüdür. Eğer bu bölücü kâfirlerle mücadele etmeseydik, bu Âyet-i kerime’nin vebâli altında kalırdık. “Din-i mübine yaptıkları ifsatları gördün de niçin mücadele etmedin?” diye Rabb’im bana bunu sorardı. Onun içindir ki mücadele etmek mecburiyetindeyim mesul olmamak için. Zira müdahale etmeseydim, bu Âyet-i kerime mucibince Hazret-i Allah’ın yanında mes’ul olurdum.
Binaenaleyh bu emr-i şerifi yerine getirirsem, mesuliyet ve azabından kurtulurum ümidi ile yapıyorum.
“Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide: 54)
Âyet-i kerime’si mucibince de hiç çekinmeden, korkmadan hakikati söylüyoruz.
•
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde geçmişte yaşamış milletlerin aralarında, bozgunculuk yapanlara mani olan kimselerin çok az bulunmuş olduğunu haber veriyor:
“Sizden önceki asırlarda faziletli kimselerin yeryüzünde bozgunculuğu önlemeye çalışmaları gerekmez miydi?
Ancak onlar arasından kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı.
Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Zaten onlar günahkâr idiler.” (Hûd: 116)
Binaenaleyh bu mücadeleyi biiznillâhi Teâlâ yapıyorum. Elimden geldiği kadar gayret gösterdim, yılmadım, yıkılmadım, korkmadım. Huzur-u ilâhi’de kendimi kurtarmaya çalıştım. Bu Âyet-i kerime yalnız bana şamil değil. Eğer siz de mücadele ederseniz, ola ki Allah-u Teâlâ’nın indinde kendinizi kurtarmış olursunuz. Ve fakat sükut ederseniz, bu Âyet-i kerime’nin kapsamına girersiniz.
Âyet-i kerime’de az kişinin kurtulduğu haber veriliyor. Yani yapan kurtuldu, yapmayan kurtulmadı.
Geçmiş ümmetlerden pek az kimse yeryüzünde fesat çıkarmayı engellediler ve kurtuldular.
Diğerleri ise dünyevi lezzetlere daldılar, isyan edip yoldan çıktılar, diğerlerinin ikaz ve irşatlarına kulak asmadılar, sonunda da beklemedikleri bir anda azap başlarına geliverdi.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Halkı ıslah olmuş (sâlih ve ıslahtan yana) kimseler olsaydı, Rabb’in o memleketleri haksız yere helâk edecek değildir.” (Hûd: 117)
Allah-u Teâlâ adil-i kerimdir. Halkı ıslah olmuş, hakka hukuka riayet etmiş olan beldeleri felâketlere uğratmaz, hak etmeden helak etmez, böyle bir ihtimal yoktur.
•
Bu bölücülerin yüzlerine karşı Hazret-i Allah’ın Âyet-i kerime’leri açık açık kendilerine okunduğu halde onlar bundan tiksiniyorlar. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde ise onlar hakkında şöyle buyuruyor:
“Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğu zaman, kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar, âyetlerimizi okuyanlara neredeyse saldıracak gibi oluyorlar.
Onlara de ki:
‘Size bundan (bu kin ve öfkenizden) daha kötü bir şey haber vereyim mi? Ateş! Allah onu kâfirlere vâdetmiştir. O ne kötü bir dönüş yeridir!” (Hacc: 72)
Bölücüleri bu Âyet-i kerime’ler ile tanıyacaksınız. Siz bu Âyet-i kerime’ler okunup onlar bu hali kesbettiği zaman onların da durumlarını açık olarak görün.
Fakat Allah-u Teâlâ bu gibiler hakkında Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Size ne oluyor, ne biçim hüküm veriyorsunuz, yoksa size âit bir kitap var da ondan mı okuyorsunuz?” (Kalem: 36-37)
Sizi bu pek yanlış fikir ve kanaatlere sevk eden nedir? Size âit olmak üzere böyle ders veren bir kitap mı var? Var da ondaki emirlere dayanarak mı böyle hükmediyorsunuz?
“Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın.” (A’râf: 86)
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanları Allah yoluna dâvet vazifesini yerine getirirken, ilâhi hoşnutluktan başka hiç kimseden hiçbir ücret ve herhangi bir karşılık talep etmemiştir.
Bu hususta Âyet-i kerimeler’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Onlara de ki:Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir şey iddia edenlerden de değilim.” (Sâd: 86)
Hiçbir zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz halktan en küçük bir menfaat beklemiş değildir. İltifat da istemiş değildir. Bütün iş ve icraatları Allah içindir. Onların yolundan gidenlerin de gidişatı böyledir.
Allah-u Teâlâ’nın Enbiyâ-i İzâm Hazeratı’nı göndermesinden maksat, kullarını hidayet yoluna dâvet etmekle, itaat edenleri sevaba yaklaştırmak ve günahtan uzaklaştırmaktır. Bunun içindir ki hiçbir peygamber bu maksadın dışına çıkmamıştır, tebliğleri mukabilinde emel-i dünya ve ücret gibi hasis şeyler beklememişlerdir.
Bir peygamber olarak insanların kurtuluşundan başka hiçbir şey istememektedir. Onların ıslah olması en büyük ücrettir.
“Resul’üm! Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabb’inin vereceği ücret daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Müminûn: 72)
O ücret istemedi. Kimseye yük olmadı. Onun izinden gidenler de kimseden bir ücret istemezler, onlar ücretlerini Cenâb-ı Hakk’tan beklerler. Diğerleri ise hem refah, hem ferah içinde yaşarlar ve neler neler yaparlar.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, iman etmedikleri için müşrikleri kınamaktadır. Yoksa Resulullah Aleyhisselâm onlardan hiçbir ücret istememekte, hiçbir menfaat beklememektedir. Sahibi onu dünyada da ahirette de rızıklandırır, büyük mükâfatlara nâil buyurur. Rezzâk-ı âlem O’dur.
“Resul’üm! Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden ağır bir borç altında mı kalıyorlar?” (Tûr: 40)
Böyle zannediyorlarsa bu zanları yanlıştır. Böyle bir talepte bulunmaktan elbette ki müteâlidir.
“Oysa sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun.” (Yusuf: 104)
Aslında ücret değmez değildir. Resulullah Aleyhisselâm’ın tebliğ etmiş olduğu din; gerek dünya saâdeti gerekse âhiret selâmeti bakımından en büyük menfaattir. Dünya ve içindekiler ücret olarak verilse bile azdır. Lâkin böyle olduğu halde, şahsı için hiç kimseden az veya çok hiçbir ücret istememiştir. Aksine varını yoğunu bu uğurda harcamaktan zevk duymuştur.
Ancak Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için, din-i İslâm’ın izzeti ve ehl-i imanın kuvveti için, malını infak etmek isteyen kimse de men olunmamıştır. Böylece kıyamete kadar her devirdeki müslümanlara güzel bir numune, şaşmaz bir ölçü bırakılmıştır.
Allah-u Teâlâ Yâsin sûresi’nin 21. Âyet-i kerime’sinde bu berzahı koyuyor:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. İşte onlar doğru yoldadırlar.”
Burada Allah-u Teâlâ bu doğru, bu yanlış diyor.
Bu Âyet-i kerime’nin nûr ışığı altında yürümek lâzım.
İnsan hakikaten Hazret-i Allah’a kul, Habib-i Ekrem’ine ümmet olmak istiyorsa, ahirete imanla göçmek arzusunda ise;
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i imrân: 102)
Âyet-i kerime’sini hatırdan çıkarmamalıdır.
Müslüman olarak ölmek için de müslümanca yaşamak şarttır.
Bütün iş ve hareketimizi ahkâm-ı ilâhiye uydurmak lazımdır.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemize Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin ahlâkı sorulduğunda:
“Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in ahlâkı Kur’an’dı.” buyurdular. (Müslim)
Biz de onun izinde yürüyoruz diyorsak, bütün iş ve hareketimiz Hazret-i Kur’an olacak.
Onun için şimdiden elde fırsat dilde ruhsat varken samimi bir şekilde Allah’a kul, Habib-i Ekrem’ine ümmet olmak gerek.
“Oldum yok olabilsem.”
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Âyet-i kerime’sinin onların doğru yolda olmadığını ispat ettiğini arz etmiştik.
Allah-u Teâlâ’nın emr-i şerif’i böyle iken, Âyet-i kerime’yi inkâr eder, “Bırak Allah-u Teâlâ’nın kelâmını, bak bizim beyanımıza, cebini doldurmaya bak!” der.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” buyuruyor. (Yusuf: 106)
Bu Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ onları müşrik olarak bize tanıtıyor. Kendi dinlerini, kendi yollarını göstermemek için bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar ve kendilerini müşrik olmayıp müslüman olarak göstermeye çalışıyorlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Onların kalpleri iman etmedi.” buyuruyor. (Mâide: 41)
İşte cidden bu beyinsizlerin bu kadar ileri gidişinden Allah-u Teâlâ’nın gadabına uğrayabiliriz. Çünkü o kadar ileri gittiler ki, bindörtyüz senedir bir harfi değişmemiş olan Hazret-i Kur’an’ı beğenmiyorlar ve kendi zanlarına göre hüküm değiştirmeye çalışıyorlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Aramızdaki beyinsizler yüzünden bizi de helâk eder misin Allah’ım!” buyuruyor. (A’râf: 155)
İşte Allah-u Teâlâ bu gibiler hakkında Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!” (Zümer: 72)
Bunlar cennet-i âlâ’yı sol cebine koymuş, talip olanlara yüksek para ile satarlar.
Aldıklarını da sağ cebe atarlar. Bunlar dünyayı ahirete tercih edenlerdir, ahirette hiç nasipleri yoktur.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)
Dünya hayatı ile âhireti değiştirenlerdir.
Allah-u Teâlâ onlara azarlayıcı bir üslupla şöyle hitap edecektir:
“Âyetlerim size okunurken, onları yalanlayan siz değil miydiniz?” (Müminûn: 105)
Böyle bir sual karşısında kendilerine konuşma izni verildiğini sanırlar. Suçlarını itiraf ederlerse belki affa uğrayabileceklerini düşünürler.
“Derler ki:
Ey Rabb’imiz! Bedbahtlığımız bizi yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk.” (Müminûn: 106)
“Ey Rabb’imiz! Bizi buradan çıkar! Eğer bir daha günaha dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz.” (Müminûn: 107)
Şehvetlerinin, hevâ ve heveslerinin, liderlerinin kendilerini dalâlete sürüklediğini itiraf ederler. Yalvarıp yakararak cehennemden kurtulmalarını niyaz ederler.
Allah-u Teâlâ onların bu isteklerini kati bir ifade ile reddederek şöyle buyurur:
“Yıkılıp gidin içerisine!.. Benimle konuşmayın!..” (Müminûn: 108)
Bu cevap üzerine bütün ümitlerini keserler. Hıçkırmaya, dövünüp yırtınmaya başlarlar. Göğüslerinin hırıltısından ve azabın şiddetinden dolayı yapacakları feryatlardan başka sesleri çıkmaz.
Onlar gerçekten de böyle bir azaba müstehak olmuşlardı.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
“Kullarımdan bir zümre ‘Ey Rabb’imiz! İman ettik, bizi bağışla, bize merhamet et! Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.’ diyorlardı.” (Müminûn: 109)
“Siz ise onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size benim zikrimi, beni anmayı unutturuyordu.
Ve hep gülüyordunuz onlara!” (Müminûn: 110)
Bu hâl üzerinde iken ecel gelip çatmış, netice itibarı ile de cehenneme yuvarlanmışlardı.
•
Ey bölücülere arka çıkanlar! Siz neye dayanarak bölücülerin arkasında bulunuyorsunuz? Bu kadar Âyet-i kerime’ler okunurken neye dayanarak onlarla beraber oluyorsunuz?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde hem kendileri azan, hem de başkalarını azdırıp saptıran İblis tabiatlı önderlerin, kendilerine uyanlarla birlikte cehenneme atılacaklarını beyan buyurmaktadır:
“Onlar ve azgınlar tepetakla oraya atılırlar. İblis’in bütün askerleri de.” (Şuârâ: 94-95)
“Onlar” halkı peşlerinde sürükleyen imamlardır. “Azgınlar” ise etrafında olanlardır.
Allah-u Teâlâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Rabb’im dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı, fakat onlar hâlâ ayrılıktadırlar.
Ancak Rabb’inin rahmetine nâil olanlar müstesnâdır. (Onlar bu ihtilafın dışında kalmışlardır.)” (Hûd: 118-119)
Allah-u Teâlâ kime rahmet etmişse, ihtilâfa tefrikaya düşmemişlerdir.
Âyet-i kerime’nin devamında ise şöyle buyuruluyor:
“Esasen onları bunun için (rahmet etmek için) yaratmıştır.
Rabb’inin ‘Andolsun ki ben cehennemi cinlerle ve insanlarla dolduracağım!’ sözü tamamen yerine gelmiştir.” (Hûd: 119)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, o bir fırkanın kıyamete kadar bâki kalacağını beyan buyurmuşlardır.
Bir Hadis-i şerifler’inde de şöyle buyuruyorlar:
“Ümmetimden bir tâife, kıyamet kopuncaya kadar Allah’ın yardımı ile muzaffer olmakta devam edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremeyecektir.” (Tirmizî)
Kim Allah için çalışırsa, Allah-u Teâlâ dilediği kadar ona destek verir. Kim de menfaatı için çalışırsa, Allah-u Teâlâ dilediği kadar onun çalışmasının karşılığını verir. Fakat halktan ücret alan Allah-u Teâlâ’dan ücret alacağını ümit etmesin. Çünkü iki ücret bir arada verilmez. Bunu kesinlikle bilin. Ya Hakk’tan ücretini alacak, ya halktan. Seç hangisini seçersen. İşte bunun delili bu Âyet-i kerime’dir.
O’nun kudret eli nerede ise feyz, bereket, lütuf hepsi oradadır. Kudret elini çektiği yerde hiçbir şey bulunmaz.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Âhir zamanda ümmetim üç grup olacaktır:
Allah’a hâlisane kulluk edenler.
Allah’a riyâ ile kulluk edenler.
Geçimini insanlar üzerine yıkmak için Allah’a kulluk edenler.
Allah, onları kıyamet gününde bir araya topladığı zaman, geçimini insanlar üzerine yıkmak için Allah’a kulluk eden kimseye:
‘İzzetim ve celâlim hakkı için söyle. Bana ibadet ederkenki gayen ne idi?’ diye soracak.
O kimse:
‘İzzet ve celâline yemin olsun ki, geçimimi insanlar üzerine yıkmak için sana kulluk ettim.’ diyecek.
Allah-u Teâlâ ona:
‘Topladığın sana fayda vermedi. Bunu cehenneme götürün!’ buyuracak.
Sonra riyâ için ibadet yapan kimseye:
‘İzzet ve celâlim hakkı için, bana ibadet ederkenki gayen ne idi?’ diye soracak.
O kimse de:
‘İzzet ve celâline yemin olsun ki, sana ibadetteki gayem insanlara riyâ idi.’ diyecek.
Allah-u Teâlâ ona:
‘O amelden sana hiçbir şey yükselmedi. Bunu da cehenneme götürün.’ buyuracak.
Sonra da ihlâs ile Allah’a ibadet eden kimseye:
‘İzzet ve celâlim hakkı için söyle, bana ibadet ederkenki gayen ne idi?’ diye soracak.
O kimse de:
‘İzzet ve celâline yemin olsun ki, sen benim ibadet ederkenki gayemi en iyi bilensin. Ben sadece seni zikretmeyi ve senin rızânı kazanmayı gaye edindim.’ diyecek.
Allah-u Teâlâ da:
‘Kulum doğru söyyledi. Bunu cennete götürün!’ buyuracak.” (Mecmau’z-zevâid: 10/222)
Hazret-i Allah'ın dini nefsanî arzulardan, heva ve heveslerden uzaktır. Allah-u Teâlâ'nın hükmüne ram olmaktır. Cenâb-ı Allah'ın hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur. O, her şeyden münezzehtir.
Halbuki sırf rızâ için çalışanlar hiçbir ücret beklemezler, onların ücretleri Allah'ın katındadır. Boyunları bükük olarak ve Hazret-i Allah müsaade ettiği müddetçe çalışırlar, hududu aşmazlar. Bina yapıyorum diye zina yapmazlar. Fâiz parasıyla yapılan binaların zinadan hiçbir farkı yoktur. Çünkü fâiz alan zinadan daha kötü suç işlemiştir.
•
İslâmiyet son dindir, kıyamete kadar bâkidir. Her yönü ile ilâhîdir, günün şartlarına uymaz, o şartları değiştirip kendine uydurur. Zamanın değişmesiyle ilâhi hükümler değişmez ve değiştirilemez. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. Fakat zamanla vesveselere dalıp arzu ve heveslere kapıldıkları için, hakikati hatırlatmaya, ruhlarını kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.
Buna rağmen dışarıdan âlim zannettiğiniz fesatçılar Allah-u Teâlâ'nın hudutlarını kaldırmak isterler. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de din-i mübini kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime'sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:
“Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.” (Bakara: 9)
Âlim geçinen, fakat aslında câhil olan bu gibi kimselerin bu cehaletleri, din adına işlenen bir cinayettir. Dinimizin maruz kaldığı en büyük tehlikedir.
Kıyamet alâmetlerinden birisi de fitne ve fesat çıkmasıdır. Öyle ki hergün yeni bir fitne çıkmakta, nezih, temiz, saf müslümanların gönüllerini bulandırmaktadır.
Kalbleri hasta olanlar tarafından çıkarılan fitneler sebebiyle din-iman ayaklar altına alınmakta, hakikatler saptırılmaktadır.
Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm’ı yaşamak, emr-i ilâhî’yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gökkubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibiler, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.
Hakiki müctehidler ictihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.
•
İslâm’ı yaşamayanlar İslâm’dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet değildirler.
İslâm’ı yaşamadıkları halde İslâm’dan bahseden, ileri-geri konuşan, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri hafife alıp, ortadan kaldıranlar tahripçidirler.
Bunlar ruh adamı değil süs adamıdır, sun’i çiçeğe benzerler. Ruhları ölmüştür, yaşayan nefistir, her biri bir canlı cenazedir. Bunların hükmü budur.
Ruhu ölmüş, kalbi mühürlenmiş, nefis putuna tapmış kimseler yoldan sapmıştır ve yalancıdırlar. Zan ile hareket ederler. Kendileri saptıkları gibi, başkalarını da saptırmaya çalışırlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruyor. (A’râf: 54)
Mahlûkun hiç hükmü yoktur, kim olursa olsun. Böyle olduğu halde emr-i ilâhî’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözünü doğru kabul edenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkân: 43)
Emr-i ilâhî’yi bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan hem şirke düşmüş hem de küfre girmiştir. Bunun böyle olduğunu kesin olarak bilin. Esas budur. Öz, Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm’ın beyanıdır.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Öz ve özden alanlar öz söyler, özden nasipdar olmayanlar söz söyler. Bu sözleri söyleyenler nefis putuna dayanarak şeytandan ilham alarak ve zanna uyarak söylerler. Bunların da alâmeti budur.
Nûr ehlinin kaynağı Hazret-i Allah ve Resul’üdür. Diğerlerinin kaynağı ise şeytanın iğvâsı ve kendi zannıdır.
Birisi Allah ehli, diğeri dalâlet ehlidir.
Allah-u Teâlâ’nın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na aittir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise:
“Hüküm, yücelerin yücesi Allah’ındır.” buyuruluyor. (Mümin: 12)
Onlar ise kendi zanlarını yürüterek delilsiz ve mesnetsiz konuşmaktadırlar.
Onlar bu Âyet-i kerime’yi bilmiyor, görmüyor, görmek de istemiyorlar. Bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar. Halbuki bir tek Âyet-i kerime’yi inkâr eden kâfirdir. Onlar ise sûreyi inkâr ediyorlar.
Hem Allah-u Teâlâ’nın hükmünü değiştirip kendi hükmünü koyuyorlar, hem de inkâra kalkıyorlar. Bu ise din-i İslâm’ı ifsattır, küfrün üzerinde bir küfürdür.
Bunlar gökkubbe altındaki insanların en şerlileridir.
•
Allah-u Teâlâ ancak “Ulül-elbâb”a varanların hakikati bileceğini beyan buyuruyor. Çünkü onların muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır.
Onlar Allah-u Teâlâ’nın bütün emirlerini tatbik etmiş, nehiylerinden sakınmışlar, yani İslâm’ı yaşamışlardır.
Bunlar:
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd: 112)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere İslâm’ı yaşamışlar ve başkalarının da yaşamaları için gayret göstermişlerdir.
Bir kimse Allah-u Teâlâ’nın bütün emirlerine riâyet etmedikçe, her nehyettiği şeyden kaçınmadıkça hiçbir zaman hakikat ehli olamaz.
Âhir zamanda, kıyametin kopmasına çok az bir zaman kala Allah-u Teâlâ’nın ümmet-i Muhammed’in başına gönderdiği bir komutan olan Hazret-i Mehdi, âdil bir idareci, dirayetli bir önder, şecâatli bir kumandandır. O doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın vekâletini taşıyacak, onun hilâfetini, onun vazifesini yapacak. Garip duruma düşen İslâm’ı, gariplikten kurtarmaya çalışacaktır. Çünkü bunun için gönderilecek. Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecektir.
Mehdi; kelime olarak hidayet kökünden gelir. Allah’ın hidayetine ermiş mânâsını taşır, Allah’ın izniyle hidayete erdirecek mânâsını da ifade eder.
Mehdi Aleyhisselâm hakkında çok sayıda Hadis-i şerif nakledilmiştir. Âlimler bunu mütevatir kabul ederler. Resulullah Aleyhisselâm’dan beri, müslümanlar âhir zamanda, Ehl-i beyt’e mensup bir zâtın çıkıp dini güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına, müslümanların ona tâbi olup İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracağına, bu kimseye Mehdi denileceğine inanmış ve bu âli zâtın gelmesini beklemektedirler.
Hadis-i şerif’lerde ifade edildiğine göre İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm aynı zamanda çıkacak ve İsa Aleyhisselâm, Hazret-i Mehdi’ye yardımcı olacak, birlikte Deccâl’i öldüreceklerdir. Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın, Hazret-i Mehdi’nin arkasında namaz kılacağı rivayet olunmuştur.
•
Bugüne kadar “Mehdiyim” diyenlerin hepsi şeytanın kuklasıdır, maskarasıdır. Bu çıkanlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır. Hazret-i Mehdi’nin gelmesine daha otuz sene var. Bunlar sanatçıların mehdisidir, cep cihatçısı, kadın avcısıdır. Yalnız Türkiye’de bir tane değil, birçoklarına rast geleceksiniz. Aslı belli değil, nesli belli değil! Meydanı boş bulmuş, mehdiyim diye ortaya çıkmış. Bunların yalanını, sahteliğini Hadis-i şerif’ler ile çürüttük. Gelecek olan Hazret-i Mehdi’nin alâmetlerini Hadis-i şerif’lerden öğreniyoruz.
Câh’ıs-sadefî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Benden sonra halifeler bulunacaktır. Halifelikten sonra emirler, emirlerden sonra krallar, krallardan sonra da zâlim idareciler olacaktır.
Daha sonra Ehl-i beyt’imden bir adam çıkacak, yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adaletle dolduracaktır.” (Câmiüs-sağîr: 4768)
•
Mehdi Hazretleri hakkında pek çok Hadis-i şerif nakledilmiştir. Ulemâ bunları mütevatir kabul ederler. Çünkü müslümanlar âhir zamanda Ehl-i beyt’e mensup bir zâtın çıkıp din-i İslâm’ı güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına, bu kimseye Mehdi denileceğine inanmış ve bu âlî zâtın gelmesini beklemektedirler.
Zuhur etmeden önce zemin hazırlanacağı ve mutlaka tâbi olmanın gerekliliği, mutlaka gönderileceği ve nesebi, ehl-i beyt’ten oluşu, vehbî ilmi, bir gecede olgunlaştırılacağı, cennetle müjdelenmesi, insanlar tarafından çok sevilmesi, mücadeleci oluşu, zuhur senesini haber veren alâmetler ve zuhuru, çıkışından ümitlerin kesildiği bir sırada çıkması, zamanının en hayırlısı olması, zuhur şekli, hakimiyeti, zamanının bereketi hakkında rivâyet edilen bütün Hadis-i şerif’leri eserlerimizde ortaya sermişizdir.
Nitekim bazı Hadis-i şerif’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Mehdi kırk yaşındadır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi bendendir. Alnı geniş, burnu ince uzun ve ortası biraz yüksekçedir.” (Ebu Dâvud: 4285)
“Mehdi’nin kaşları ince, yüzü parlak ve gözlerinin siyahı büyük olacaktır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi neslimden bir şahıstır, yüzü parlak yıldız gibidir.” (Câmiü’s-Sağîr: 9245)
“Sağ yanağında siyah bir ben vardır. Üzerinde kutvanî bir aba bulunur. Tavırları İsrailoğulları’nın erkeklerine benzer.” (İmam-ı Süyûtî)
“Dişleri aralıklı, alnı geniştir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi Hasan’ın soyundandır, bacakları aralıklıdır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi, gerges kuşunun kanadı ile titremesi gibi Allah’tan çok korkan bir kimsedir.” (İmam-ı Süyûtî)
Rivayet edilmiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Mehdi’yi anlatırken, dilinde pelteklik olacağını ve kelimeyi telâffuz etmek ona zor geldiğinde sağ elini sol uyluğuna vuracağını söyledi.” (İmam-ı Süyûtî)
“O, kimsenin bilmediği gizli bir duruma kılavuzlandığı için kendisine ‘Mehdi’ denilmiştir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Onun fıkıh bilgisi on âliminkine bedeldir.” (İmam-ı Süyûtî)
“Âhir zamanda bir halife gelecek, malı taksim edecek, saymayacaktır.” (Müslim: 2914)
“Mehdi bizden, Ehl-i beyt’imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (İbn-i Mâce: 4085)
“Biz Abdülmuttalib oğullarıyız. Cennet ehlinin efendileriyiz:Ben, Hamza, Ali, Câfer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.” (İbn-i Mâce: 4086)
“Mehdi zuhur eder. Herkes sadece ondan konuşur. Onun sevgisini içer ve ondan başka bir şeyden bahsetmez.” (İmam-ı Süyûtî)
“O vaadinden dönmez ve hesapları seri olarak görücüdür.” (İmam-ı Süyûtî)
“Benim vahiy üzerine savaştığım gibi, o da benim sünnetim üzere çarpışacaktır.” (İmam-ı Süyûtî)
“Bizim Mehdi’miz için iki alâmet vardır ki, Allah gökleri ve yeri yarattığından bu yana böyle bir şey vâki olmamıştır.
Bunlar Ramazan’ın ilk gecesinde ay, yarısında ise güneş tutulmasıdır.” (İmam-ı Süyûtî)
“İnsanların ümitsiz olduğu ve: ‘Hiç Mehdi falan yokmuş!’ dediği bir sırada Allah Mehdi’yi gönderir.” (İmam-ı Süyûtî)
“İnsanların üzerine belâ üzerine belâ yağdığı ve onun çıkışından ümit kesildiği bir sırada Mekke’de zuhur eder.” (İmam-ı Süyûtî)
“Mehdi ile müjdelenin. O Kureyş’den ve Ehl-i beyt’imden bir şahıstır. O insanların ihtilâf ve sarsıntılar içinde bulundukları bir sırada çıkar.” (İmam-ı Süyûtî)
“Muhammed ümmetinin en hayırlısı ve sizin zorlukları gideren veliniz olan kimseye katılın. O Mekke’dedir. O Mehdi’dir.” (İmam-ı Süyûtî)
"Cebrâil Aleyhisselâm onun sağında, Mikâil Aleyhisselâm ise solunda olur. Yeryüzünün muhtelif yerlerinden gelen taraftarları toplanır ve ona biat ederler. Böylece yeryüzü daha önce zulüm ile dolduğu gibi, şimdi de adaletle dolar."(İmam-ı Süyûtî)
•
İsa Aleyhisselâm ile buluşması hakkında Ebu Ümâme el-Bâhilî -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize hitap etti. Deccal’i anarak şöyle buyurdu:
“Sonra Medine şehri, sakinleriyle beraber üç defa sallanacak. Bunun üzerine Medine’de bulunan münâfık erkek ve kadınlardan hiç kimse kalmayıp hepsi de Deccal’in yanına gidecekler. Böylece demirci körüğünün demirin kirini pasını giderip attığı gibi Medine de içindeki pisliği dışına atacak ve o güne kurtuluş günü denilecektir.”
Ümmü Şüreyk bint-i Ebi’l-Aker -radiyallahu anhâ-:
“Yâ Resulellah! Peki o gün Araplar nerede olacak?” diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Araplar o gün az olurlar ve büyük çoğunluğu Beyt’ül-Makdis (Kudüs)te bulunacaklardır. İmamları da sâlih bir insan (Mehdi) olacaktır. Sonra imamları öne geçip kendilerine sabah namazını kıldıracağı sırada Meryem oğlu İsa Aleyhisselâm sabah vaktinde inecektir. Bunun üzerine İsa Aleyhisselâm’ın öne geçip cemaate namaz kıldırması için imam (Mehdi) arka arka yürümeye başlayacak. Fakat İsa Aleyhisselâm elini onun omuzlarına koyacak ve ona:
‘Geç öne namazı kıldır! Zira kamet senin için getirildi.’ diyecektir.
Bunun üzerine imamları (Mehdi) onlara namazı kıldıracaktır.” (İbn-i Mâce: 4077)
•
Dini dünyaya âlet eden sapıtıcı imamlar, dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Madde ve menfaat, mevki ve şöhret uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.
“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)
Bununla da kalmayacak, Mehdiyim, hatta peygamberim diyen sahtekâr, soytarılar türeyecektir.
Bunları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haber vermiştir.
“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî)
Şimdi deccaliyet devrinin içindeyiz, en son deccale gelinceye kadar devam edecek.
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)
İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.
Bunlara sorun: “Sen kaçıncısısın?”
•
Ey müslümanlar!
Şeytanın istilâ ettiği bu sahteler şeytan taraftarıdırlar. Onlara tâbi olan da onlarla beraberdir ve şeytan fırkasındandır. Bu yalancılara kanmayın. Onları iyi tanıyın.
Şimdilerde türeyen sahte mehdi de şarabı helâl saymakta, başı açık gezilmesine, kadınların çıplak dolaşmasına izin vermekte, namazı hafife almaktadır.
•
Resulullah Aleyhisselâm’ın müjdelediği Hazret-i Mehdi, Resulullah Aleyhisselâm’ın soyundan, Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-ın yolundan gelse gerek.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri de bu hususta buyururlar ki:
“Sanıyorum ki Peygamber’imizin -sallallahu aleyhi ve sellem- geleceğini haber verdiği Mehdi, velâyetin en yüksek derecesinde olacaktır. O da bu Tarikat-ı aliye’den yetişmiş ve bu silsile-i aliye’yi tamamlamış ve tekmil etmiş olacaktır.
Zira bütün velâyet yolları, bu yolun altında bulunmaktadır. Diğer velâyetinin, nübüvvet makamının kemâlâtından nasibi azdır. Bu yoldan kazanılan velâyette ise, Sıddık-ı Ekber’in yolu olduğu için, o nübüvvet makamının kemâlâtından pek çok bulunur.” (251. Mektup)
•
Hülasa-i kelâm; İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm beraberce İslâm dininin muzafferiyeti için çalışacaklar, kendilerine verilen vazifeyi bihakkın yapacaklardır.
Sahtelere ise bu vazifeyi kim veriyor? Şeytan veriyor.
Ve onlar şeytanın yardımcısı, askeridirler. Bunlar çıkacak fakat biz bu mevzuda da Hadis-i şerif’lerin nur ışığı üzerinde ümmet-i Muhammed’e gerçek Mehdi’nin alâmetlerini belirtiyor ve izah ediyoruz.
Bütün bu hadiselerin olması âhir zamanda olacaktır. O zaman artık fitne ve fesat artmış son haddini bulmuş olur.
Bu çıkanlar sahtedir. Bu çıkan ilk değil, sonuncusu da değil. Bundan sonra da çok çıkacak.
Hadis-i şerif’te:
“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” buyuruluyor. (Münâvî)
Yalancı ve deccalden maksat, dıştan insanları irşad ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp, gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan alıkoyanlardır.
Hazret-i Allah’a ve Resul’üne isyan edenlerde akıl yoktur, onlara deli nazarı ile bakılır. Zaten bu adamın da deli raporu olduğu bilinmektedir.
Kendilerinin resul olduğunu söyleyen bu yalancılar, bir peygamberin “Nebi” olmadan “Resul” olamayacağını bilemeyecek kadar cahildirler. Gerçekten şeytan onlara bu yalanı süslü göstermiş, onları gururları aldatmış.
İlâhî emir ve hükümleri, bilgisizlik sarayı olan nefislerine soracaklarına ve şeytana uyacaklarına, Hazret-i Kur’an’a kulak verip itaat etselerdi bu rezil duruma düşmezlerdi.
Daha evvel şöyle arzedilmişti:
“Önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar, çok büyük harpler var. Şimdiden Hazret-i Allah’a ve Resul’üne dönmeye bakın.
Mehdi Aleyhisselâm ancak ihlâs sahiplerini ordusuna alacaktır. Gerçekten bir imam gelecek, fakat fakirin tahminine göre bu zamana daha vakit var. Nasibi olan bu hakiki imamı görür. Çıktığı zaman tereddütsüz biât edin.”
Şu kadar var ki İsa Aleyhisselâm’ın da geleceği Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile arzedildi. Ona ve Mehdi Aleyhisselâm’a gönülden teslim olup biat etmek şarttır.
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde onun hakkında şöyle buyuruyor.
“Bakalım imamınız kendinizden olduğu halde Meryem oğlu İsa yanınıza indiği zaman durumunuz nasıl olur?” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1406)
Herkes imtihan olacak, böylece iman ile küfür ayrılacak.
Allah-u Teâlâ kime o lütuf nûr’unu koymuşsa ona tâbi olacak, kime koymamışsa olmayacak.
Nice kimseler gerek alenen, gerek gizliden gizliye Allahlık dâvâsında bulundu. Nefsini ilâh edinenler, şeytanın askeri olanlar çıktı. Sahte peygamberler, sahte mehdiler, sahte dabbet’ül-arzlar türedi.
Allah-u Teâlâ kitabı Kur’an-ı azimuşan’da şöyle beyan buyuruyor:
“Hevâ ve hevesini ilâh edinen, Allah’ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Allah-u Teâlâ bunları bile bile saptırmış. Bunlar beşeriyet için çok büyük tehlikedir. Bu adam nereden çıktığını bilmiyor, nereye gireceğini de görmüyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Zulmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını, hangi deliğe tıkılacaklarını yakında göreceklerdir.” buyuruyor. (Şuarâ: 227)
•
Bu gibi kimseler ta Mehdi Aleyhisselâm çıkıncaya kadar beklenir.
Dabbet’ül arz diye ortaya çıkan bu sahteler İslâm dini için çok tehlikelidir. İslâm dini ile hiçbir ilgisi yoktur. Dabbet’ül-arz olduğunu söylemesi hem fitnesine, hem niyetine, hem de gaye ve maksadına delâlet eder. Halbuki Dabbet’ül-arz Allah-u Teâlâ’nın emriyle yerden çıkacak, yani yerin altından çıkacak. O verilmiş olan ilâhi hükmü yerine getirecek. Ona asa ve mühür verilecek. Onun elinden hiçbir kimse kurtulamayacak, hiçbir fert de kaçamayacaktır. Bu ise nereden çıktığını bilmiyor, nereye gideceğini de görmüyor.
•
Dabbet’ül-arz olduğunu söyleyerek ortaya çıkanların bu sapıklıkları Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürütüldü. Kur’an-ı kerim’de kıyametin yaklaştığını ifade eden Âyet-i kerime’ler olmakla birlikte bu müthiş hadisenin alâmetlerine genel olarak işaret eden Âyet-i kerime’ler de bulunmaktadır. (Muhammed sûre-i şerif’i 10. Âyet-i kerime’si gibi)
Hadis-i şerif’lerde ise kıyamet alâmetleri “büyük ve küçük”, “fiilen vâki olanlar, kıyametle çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olanlar” şeklinde çeşitli bölümlerle ifade edilmiştir.
“Dabbet’ül-arz”ın çıkışı da kıyamet alâmetlerindendir. Dâbbet’ül-arz, âhir zamanda Allah-u Teâlâ’nın emirlerinin terkedildiği, insanların gerçek dini değiştirdikleri sırada çıkacak olan bir hayvandır. Tâkip edenin yetişemeyeceği, kaçanın kurtulamayacağı bir süratte olacaktır.
Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“(Kıyametin kopacağına dair) O sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca onlara yerden bir dabbe çıkarırız da insanların âyetlerimize yakînen iman etmemiş olduklarını söyler.” (Neml: 82)
Allah-u Teâlâ bu Dabbe’yi kıyametin kopması gibi büyük bir hadisenin başlangıcı olarak, insanların Kur’an-ı kerim’e kesin olarak inanmayışları sebebiyle ortaya çıkaracaktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Dabbet’ül-arz, beraberinde Musa Aleyhisselâm’ın âsâsı, Süleyman Aleyhisselâm’ın mührü bulunduğu halde çıkar. Mühür ile müminin yüzünü parlatır, âsâ ile kâfirin burnunu kırar. Öyle ki insanlar sofra üzerinde biraraya gelirler de, mümin kâfirden ayırt edilip tanınır.” (Tirmizî)
Böyle bir gün yaklaştığı zaman tevbeler kabul edilmeyecek, içinde bulundukları duruma göre insanların hükümleri verilecek.
•
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)
Denir ki, “Minareyi çalan kılıfını hazırlar.” Bu büyük yalanın kılıfı nerede? Buna hangi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le doğru olduğuna dair delil getirebilir. Bunun için bu büyük yalanın karşısında bu adamın saklanması lâzım.
Daha Mehdi Aleyhisselâm gelmediği gibi Dabbet’ül-arz da daha çıkmamıştır. Bu zamanda çıkarsa buna küfür damgası vurulur. Neden? Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için ve nefsini ilâh edindiği için. Zira Allah-u Teâlâ nefsini ilâh edinenlerin şirk içinde olduğunu ferman buyurmuştur.
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkân: 43)
Bunlar zamanın büyük fitnelerindendir. Müslümanların çok uyanık bulunması lazımdır.
Şu kadar var ki;
Ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere çok dikkat etmeli ve ona iman etmelidir. Ve yalnız bu ikisine tutunan kurtulacaktır.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gerek kapalı ve gerekse açık olarak Hadis-i şerif’lerinde haber verdiği fitnelerin gün yüzüne çıktığı bir fitne devrinde yaşıyoruz.
Bakıyorsunuz kimi dini kaldırıyor, kimisi kendine malediyor. Bir diğeri namazı, bir diğeri orucu, bir diğeri zekâtı kaldırıyor.
İslâm dinine o kadar saldırılar olacak ki, kâfirler toplanıp Kur’an-ı azimuşan’ın hükmünü kaldıracaklar, yani değiştirecekler.
Bir çok sahteler, sapmışlar türeyecek. Bunların içinde kimi uluhiyet, kimi peygamberlik, kimi dabbet’ül-arz, kimi mehdilik davasında bulunacak. Kimi zinâyı, kimi fâizi, kimi içkiyi mübah sayacak. Hırsızlar alkışlanacak. Hazine yağmalanacak, soygun alenî olacak. Türemeler bir bir, arka arkaya çıkacak.
Hepsi emr-i ilahî’yi değiştirip kendi kurdukları dinlerine kendi hükümlerine göre karar verecekler. Onlar münâfık olduklarını göstermemek ve din-i İslâm’ı bozmak için, bu emri almışlar. Herbiri bu icraatı yapıyorlar. Sahte İsa’nın yaptığı gibi.
Bu sahte isalar da artistlerin isasıdır. Bunların da aslı belli değil, nesli belli değil. Bunlar aslını neyle ispat ederler? Hakikat budur, bunlar sahtelerden ibarettir. Sayıları çoktur, itibarı yoktur. İsa Aleyhisselâm’ın gelmesine daha otuz beş sene var.
Bu adamın yalanlarını, sahteliğini Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürüttük.
•
Allah-u Teâlâ kâfirlerin sapıklık, müminlerin de doğru yolu bulmalarının sebeplerini açıklamak üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“İşte böyle, inkâra sapanlar bâtıla uydular, iman edenler ise Rabb’lerinden gelen Hakk’a uydular.” (Muhammed: 3)
Hakk’a uymak, Hakk ehline uymakla mümkün olur. Çünkü onlar hakkı gerçekleştirmekte ve ona yol göstermekte peygamberlerin vârisleridirler.
Hakk ehline uyan hakikati bulmuş ve hidayete ermiştir, bâtıl ehline uyan da sapıtmıştır.
“Allah insanlara misallerini işte böyle anlatır.” (Muhammed: 3)
Allah-u Teâlâ her iki zümrenin durumunu bir berzah olarak apaçık beyan ediyor ki, insanlar ibret ve öğüt alsınlar.
•
Allah-u Teâlâ’nın semâya çektiği, Deccal’in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne göndereceği bir peygamber olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm hakkında, Kur’an-ı kerim’de, Hadis-i şerif’lerde pek çok beyan vardır.
Gerçek gelecek olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm, kıyametin en büyük ve en bariz alâmetlerinden birisidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir.” (Zuhruf: 61)
Onun yeryüzüne inişi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu bilinir.
İsa Aleyhisselâm ölmemiş, semâya çekilmiştir. Cesedi ile birlikte semâda yaşamaktadır. Deccal’in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecektir ve icraatlarını gerçekleştirecektir. Bu husus tevâtür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.
•
İsrailoğulları Romalılar’ın esareti altında zillet içinde yaşıyorlardı. İsa Aleyhisselâm elinden o kadar parlak mucizeleri gördükleri halde, dâvetine icabet etmediler. Çünkü kurtarıcı bir Mesih bekliyorlardı.
Bu Mesih’in çok mücadeleci bir kişi olacağına ve diğer milletlerin esaretinden kurtararak yahudileri dünyaya hakim kılacağına inanıyorlardı. İsa Aleyhisselâm’ı çok yumuşak ve merhametli gördükleri için, onun Mesih olduğuna inanmadıkları gibi, dâvetine kulak vermekten insanları alıkoymaya çalıştılar. Fakat başvurdukları her teşebbüs neticesiz kaldı. İman etmek şöyle dursun, Yahya Aleyhisselâm gibi İsa Aleyhisselâm’ı da öldürmeye karar verdiler.
İçlerinden birini inanmış gibi göstererek Havarîler’in arasına soktular. Toplandıkları yeri ve zamanı öğrenip baskın yapacaklardı.
Fakat Allah-u Teâlâ kendi kurdukları tuzağa kendilerini düşürdü, plânlarını boşa çıkardı.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“(Yahudiler gizlice) tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi. Allah tuzak kuranlara karşılık vermekte en güçlü olandır.” (Âl-i imrân: 54)
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü İsa Aleyhisselâm’a vahiyle durumu haber verdi:
“O vakit Allah şöyle buyurdu:Ey İsa! Ben seni eceline yetireceğim ve seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden tertemiz ayıracağım, sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra da dönüşünüz bana olacak.
İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.
İnkâr edip kâfir olanları, dünyada da ahirette de şiddetli bir azaba çarptıracağım. Onların hiç yardımcıları da olmayacak.” (Âl-i imrân: 55-56)
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı İdris Aleyhisselâm gibi göğe kaldırdı, onlara ruhsat vermedi. Casus olarak gönderdikleri münâfığı İsa Aleyhisselâm zannederek yakaladılar ve astılar.
•
İsa Aleyhisselâm göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
“Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Sâff: 6)
Yani;
“Ben, Allah tarafından size bunları bildirmek ve açıklamak için gönderilen bir peygamberim.” diyor.
Görülüyor ki Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin geleceğini bütün peygamberlerine ismiyle ve cismiyle nasıl tanıtmış ve bildirmiştir.
Bu o kadar büyük bir vebaldir ki, hiçbir hıristiyanın ve hiçbir yahudinin bu vebalin altından kurtulması mümkün değildir. Allah-u Teâlâ’nın ve ulül-azm bir peygamberin açık bir fermanı var. “Ben bilmiyordum, duymadım.” gibi bir itiraz kabul edilmeyecektir.
Binaenaleyh onların İsa Aleyhisselâm’a yaptıkları iman hiçbir zaman makbul değildir.
•
Buraya kadarki yazımızda İsa Aleyhisselâm’ı tanıtmaya çalıştık.
İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dâir Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; çok sürmez Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1018)
Ümmet-i Muhammed’in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak bir takım filozoflar inkâra kalkışmışlardır.
İsa Aleyhisselâm’ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.
Sahtelere ise bu vazifeyi kim veriyor? Şeytan veriyor.
Ve onlar şeytanın yardımcısı, askeridirler. Bunlar çıkacak fakat biz her zaman olduğu gibi bu mevzuda da Hadis-i şerif’lerin nur ışığı üzerinde ümmet-i Muhammed’e gerçek İsa Aleyhisselâm’ın alâmetlerini belirtiyor ve izah ediyoruz.
•
Şeytanın gönderdiği yalancı İsa’ların çıkacağını haber veren Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî: 2219)
Şimdi deccaliyet devrinin içindeyiz, en son deccale gelinceye kadar devam edecek.
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)
İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bu gibilerin durumunu şöyle açıklamaktadır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancılardır. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır.
İyi bilin ki, asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Ey müslüman!
Şeytanın istila ettiği bu sahteler şeytan taraftarıdırlar. Onlara tâbi olan da onlarla beraberdir ve şeytan fırkasındandır. Bu yalancılara kanmayın, onları iyi tanıyın.
Çünkü bunlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” (Münâvî)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde onları bize şöyle tanıtıyor:
“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.” (Kasas: 41)
Allah-u Teâlâ’nın, meleklerin ve müminlerin lâneti üzerlerine olacak, rahmet-i ilâhîden tardedileceklerdir.
Onları halk seçer. Seçtikleri halkı da cehenneme götürürler. Bütün iş ve icraatlarının hepsi ahkama ters düşer. Para toplarlar. Nam, şöhret peşinde koşarlar. Bunların ahirette hiçbir nasipleri olmaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Eğer onlara uyarsanız siz de müşrik olursunuz.” (En’âm: 121)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
“Devlet malı belirli çevrelerin menfaati yapıldığı, emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı, ilim dinden başka gaye için tahsil edildiği, kişi karısına itaat edip annesine asi olduğu ve dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı, mescidlerde gürültüler başgösterdiği, fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği ve aşağılık adamın milletin lideri olduğu, şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu, şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği, şaraplar içildiği ve bu ümmetin sonunda gelenler evvel gelenleri lânetlediği zaman; işte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler.” (Tirmizî)
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemleri ve dinarları olacak. Onlar mahlûkatın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.” (Deylemi)
“Her milletin başına münâfıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz.” (Mecmauz-Zevaid)
“Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zâttır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir, diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Müslim)
“İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî)
“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî)
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)
Bu sahtekârların içyüzünü ortaya koyuyoruz, kimisi “Mehdiyim!” dedi, kimisi “İsayım!” dedi. Oysa arzettiğimiz gibi onların gelmesine hayli zaman var.
Bu beyanlarımız birer hatırlatmadır. Yakında neşredilecek olan “Kıyamet ve Alâmetleri” isimli kitapta bu konudaki hakikatler teferruatlı olarak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin nur ışığı altında açıklanacaktır.