Tamamı Medine-i münevvere’de nâzil olan bu mübârek Sûre-i celîle; on iki Âyet-i kerime, iki yüz kırk dokuz kelime ve bin altmış harften teşekkül etmiştir.
Boşanma hukukunu konu edinmesi sebebiyle ismi “Talâk” olmuştur.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- bu Sûre-i şerif’e: “Küçük Nisâ sûresi” demiştir.
Muhtevâsından bu Sûre-i şerif’in Bakara sûre-i şerif’indeki boşanma hükümlerinden sonra nâzil olduğu anlaşılmaktadır. Böylece İslâm’daki âile hukuku kemâle erdirilmiştir.
Bu mübarek Sûre-i şerif’te başlangıçta “Boşanma hükümleri” ele alınmakta, evlilik hayatı çekilmez bir hâl aldığında müminlere yolların en güzeline girmelerini, meşru bir şekilde boşama yapmalarını emretmektedir.
İlk üç Âyet-i kerime’de boşanmaya ve iddete dâir hükümler açıklanmakta; 4. ve 5. Âyet-i kerime’lerde kadınların iddet süresi belirlenmekte; 6. ve 7. Âyet-i kerime’lerde ise iddet bekleyen kadınların mesken ve nafakalarının karşılanması hakkındaki hükümler ele alınmaktadır.
Bu ilâhî hükümler açıklanırkan müminlerin Allah’tan korkmaları teşvik edilmiş, eşlerden birinin diğerine zulmetmemesi istenmiştir.
8. ve 9. Âyet-i kerime’lerde Allah-u Teâlâ’nın ve Peygamber’inin emirlerini dinlemeyenlerin âkıbetlerinin çok acıklı bir azap olacağı hatırlatılmış, bu hususta geçmiş ümmetlerden misal verilmiştir.
10. ve 11. âyet-i kerime’lerde Allah-u Teâlâ’nın müminlere bir zikir olan Kur’an-ı kerim’i indirdiği, şerefli bir Peygamber gönderdiği; bu yüce Peygamber’in müminleri karanlıklardan aydınlığa çıkardığı, Allah’ın açıklayıcı âyetlerini onlara okuduğunu, inananların altlarından ırmaklar akan cennetlere girecekleri haber verilmektedir.
Ve son olarak da 12. Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ’nın kudret ve azameti en geniş mânâsı ile beşeriyete duyurulmaktadır.
“Bağı çözmek ve serbest bırakmak” mânâsına gelen talâk; “Nikâh ile sabit olan evlilik bağının kaldırılması” demektir.
Talâkın meşru oluşu Kur’an-ı kerim, Sünnet-i seniye ve İcmâ ile sabittir.
Allah-u Teâlâ bu sûre-i şerif’te, Bakara sûre-i şerif’inde açıklanmamış bazı haller ile ilgili âileyi ilgilendiren, boşanmanın dışındaki bazı hallere âit hükümleri açıklamaktadır.
Allah-u Teâlâ ümmetini hayra götüren, hidayete erdiren seçkin Peygamber’ine tâzim ve aynı zamanda ümmet-i muhteremesini uyandırmak ve öğretmek için hitap ederek şöyle buyurur:
“Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman, onları iddetleri içinde (iddetlerini gözeterek) boşayın.” (Talâk: 1)
Burada önce Resulullah Aleyhisselâm’a nidâ ile başlaması, beyan edilecek boşama tarzının onun şeriatına âit Allah-u Teâlâ tarafından gönderilen yeni bir hüküm olması hasebiyle duyurma ve tenbih ifade etmekte, aynı zamanda konunun önemini daha da artırmaktadır.
•
Talâk Allah-u Teâlâ’nın buğz ve adâvetini mucip bir helâl olmakla birlikte, talâkın câiz olması Allah-u Teâlâ’nın bir rahmeti olmaktadır. Zaruri bir ihtiyacı gidermek için meşru kılınmıştır. İhtiyaç olmadığı takdirde mekruhtur.
Geçici bir öfkeden veya esiri olduğu bir arzudan dolayı hemen talâka sarılmak doğru değildir. Bütün bunlar İslâm’ın âdâb ve esaslarını çiğnemektir ve günahtır.
Mahmud bin Lebid -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e bir kimse gelerek hanımını üç talâkla birden boşadığını haber verdi.
Resulullah Aleyhisselâm gadaplı bir şekilde kalkarak:
“Daha ben aranızda iken Allah’ın kitabıyla mı oynanıyor?” buyurdu.
Derken birisi kalkıp: ‘Yâ Resulellah! Onu öldüreyim mi?’ dedi.” (Nesâî. Talâk 6)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu ifadesi meselenin dinen ne kadar kötü olduğunu göstermektedir.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- böyle yapanları kamçı ile cezalandırırdı.
Bir kimse Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- ya gelerek “Ben karımı yüz talâkla boşadım, bana bir şey gerekir mi?” diye sorduğunda şu cevabı verdi:
“Kadın senden üç talâkla boşanmıştır. Geri kalan doksan yedisi ile Allah’ın âyetiyle alay etmiş olursun.” (Muvatta. Talâk 2)
Allah-u Teâlâ talâkı üç kıldığı için, Abdullah -radiyallahu anh- üçten fazla boşamayı ciddiyetsizlik, dinin ahkâmı ile alay etmek olarak vasıflandırmıştır.
Boşamayı belirten sarih lâfız kocanın dilinden dökülecek olursa, bundan sorumlu tutulur. “Boşamaya niyet etmemiştim.”, “Şaka yapıyordum.”, “Laf olsun diye söylemiştim.” gibi mazeretler ileri sürmesi fayda vermez.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Üç şey vardır ki bunların ciddisi ciddi, şakası da ciddidir:
Nikâh, boşanma ve ric’at (bir adamın boşamış olduğu karısına tekrar dönmesi).” (Ebu Dâvud-Tirmizî)
•
Ay halindeyken kadın boşanmayacağı gibi, kendisine mukarenette bulunduğu temizlik halinde de boşanmaz. Bir müslüman, karısından ayrılmayı arzu ederse, ayrılacağı zamanı seçmesi lâzımdır. Kadın ay halinden temizlendikten sonra, onunla hiç mukarenette bulunmadan boşanmalıdır.
En güzel ve sünnet olan şekil budur.
Bu ise iddetin en kısa zamanda başlaması, mukarenet sonucu gebelik meydana gelmemesi ve kocasının tam bir idrak ve düşünüş halinde ve aklını kullanarak boşaması içindir. Kadının hayız anında boşanması yasaklanmıştır ki, iddet zamanı uzayıp da kadın zarar görmesin.
Âdet günlerinde kadın boşamak haram olduğu gibi, temiz halde iken mukarenette bulunduktan sonra boşamak da mekruhtur.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında karımı hayız halinde boşadım. Bunun üzerine babam Ömer -radiyallahu anh- durumu Resulullah Aleyhisselâm’a anlatmış da şöyle buyurmuştur:
“Ona emret de karısına dönsün. Sonra onu temizlenip başka bir hayız görünceye kadar terk etsin. Kadın temizlendiği vakit ya ona mukarenette bulunmadan boşasın, yahut nikâhında tutsun. Çünkü kadınların kendisi için boşanmasını emrettiği iddet budur.” (Müslim: 1471)
Âyet-i kerime bu müddetin nazarı dikkate alınmasını, rast gele boşama yapılmamasını emretmiş olmaktadır.
“Ve iddeti sayın.” (Talâk: 1)
Evlilik iddet süresinin bitimiyle sona erdiği için, boşama zamanını iyi belirleyip iddet günlerini tesbit etmek lâzımdır.
“Rabb’iniz olan Allah’tan korkun.” (Talâk: 1)
O’nun emir ve nehiylerine aykırı hareket etmekten, hükümlerine uymamaktan sakının. Gerek boşamada gerekse iddette kadınları zarara sokmaya kalkışmayın.
“Onları evlerinden çıkarmayın.” (Talâk: 1)
Kocasından ayrılan bir kadın iddetini kocasının evinde beklemelidir. İddet süresi içerisinde koca üzerinde mesken hakkı vardır. Kocanın onu çıkarmaya hakkı yoktur. Kadının da çıkması câiz değildir.
“Kendileri de çıkmasınlar.” (Talâk: 1)
Kocası izin vermiş olsa bile bir zaruret olmadıkça çıkmaları haramdır, çıkarsa günah işlemiş olur. Bu yasak soyu ve kadını korumak içindir.
“Apaçık bir hayâsızlık yapmaları hali müstesna.” (Talâk: 1)
Geçimsizlik, serkeşlik ve dikbaşlılık yapıp da ihtiyaçları yok iken çıkıp gitmeleridir ki bu durumda fâhiş bir terbiyesizlik yapmış olurlar.
Çıkıp giderlerse iddet hakkından kurtulmuş olmazlarsa da, ev nafaka hakları düşer.
Kötü bir fiilde bulunurlarsa, o zaman kocasının evinde durması zor olduğundan çıkarılması câizdir.
“Bu hükümler Allah’ın hudududur.” (Talâk: 1)
Kendilerine muhalefet edilmemesi icabeden ilâhî hükümlerdir. Bu hükümlere uymak ve haddi aşmaktan korkmak gerekir.
“Kim Allah’ın hududlarını aşarsa, kendine yazık etmiş olur.” (Talâk: 1)
Allah-u Teâlâ, yolunda gidenlerin kurtuluşu için emir ve yasaklarla bir takım sınırlar çizmiştir. O sınırları geçtikleri zaman hak yoldan çıkarlar ve karanlıklara saparlar. Bu ise nefislere karşı en büyük zulümdür ve bu yüzden cehennem azabını hak etmiş olurlar.
İnsanlar Allah-u Teâlâ’nın hükümlerindeki hikmetleri gereğince bilemezler. O sayılacak iddet içinde Allah-u Teâlâ kişinin kalbinden karısına karşı nefreti çıkarabileceğini, tekrar karısı ile beraber yaşamayı arzu edebileceğini düşünemezler.
Eğer o kimse Allah-u Teâlâ’nın Kitab-ı kerim’inde gösterdiği yola uyarak karısına böyle bir mühlet tanırsa, Allah-u Teâlâ onun arzu ettiğini irade buyurur.
Nitekim Âyet-i kerime’nin sonunda şöyle buyuruluyor:
“Sen bilmezsin, belki de Allah bunun ardından bir durum peyda ediverir.” (Talâk: 1)
İddet süresi boyunca boşanan kadının, kocasının evinde kalmasının hikmeti; kocasının onu boşamaktan dolayı pişmanlık duyması, Allah-u Teâlâ’nın onun kalbinde ona dönmek arzusunu halketmesi dolayısıyladır. Şüphesiz ki kalpler Allah-u Teâlâ’nın iki parmağı arasındadır, onları dilediği tarafa çevirir.
Onun içindir ki herhangi bir sebeple karısını boşayacak olan kimse öfkeyle her şeyi kesip atıvermemeli, ilerisini de hesaba katmalı, Allah-u Teâlâ’nın bu emir ve nehiylerle tayin ettiği hududu aşmamalı, önce iddetini gözeterek temiz bir halde talâk vermeli ve iddeti saymalıdır. Şayet ayrılmak gerekirse bununla hem maksat hasıl olur, hem de bir tecrübeye imkân bırakarak düşünüp uyanmaya ve pişmanlık duyulursa geri dönmeye fırsat tanınmış olur.
Öyleyse en iyisi işi Allah-u Teâlâ’ya havale etmek, O’na bağlanmak, O’nun takvâsını gözetmektir.
•
Âyet-i kerime üç talâkın bir çırpıda verilmesinin mekruh olduğuna işaret etmektedir. Çünkü üç talâktan sonra dönmek mümkün değildir. Üç talâk vermek şeytana yardım, öyle yapmamak ise ona karşı çıkmaktır.
Nitekim Câbir -radiyallahu anh- den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Şeytan tahtını deniz üzerine koyar. Sonra çetelerini gönderir. Şeytanın katında ona derece itibariyle en yakın olanı, en büyük fitne çıkaranıdır.
Bunlardan birisi gelerek ‘Şöyle şöyle yaptım!’ der. Buna karşılık şeytan ‘Sen bir şey yapmamışsın.’ der. Sonra bir başkası gelip ‘Onu karısıyla birbirinden ayırmadan bırakmadım.’ der. Şeytan onu kendisine yaklaştırır ve ‘Sen en iyisin!’ karşılığını verir.” (Müslim: 2813)
•
İddet süresi sona doğru yaklaşınca, daha önce belirtilen müddet miktarı içerisinde yani iddeti son bulmadan önce koca boşandığı karısını geri alabilme ve talâktan dönebilme yetkisine sahiptir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İddet sürelerini doldurduklarında, onları güzellikle tutun.” (Talâk: 2)
Bu şart geri dönüşün sonu, ayrılığın başlangıcı olan zamanı göstermek içindir. Binaenaleyh iddet müddeti içinde kocanın her zaman dönme hakkı vardır. Fakat iddet bitince tercih hakkı ortadan kalkar, ayrılık gerekir. Kadının izniyle nikâh tazelenmedikçe birleşme mümkün olmaz.
“Veya onlardan güzellikle ayrılın.” (Talâk: 2)
Tutmayı ya da salıvermeyi tercih etseniz de bunları iyilikle yapmalısınız. Ayrılacaksanız güzellikle ayrılın. İddetini lüzumsuz yere, sırf ona eziyet vermek için uzatmayın. Gücünüz yetiyorsa, boşanma nedeniyle ona bir şeyler verin.
“İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun.” (Talâk: 2)
Şüpheyi ortadan kaldırmak için, karı-koca ayrılsalar da geri kalsalar da şahitlerin şehâdeti gerekir. Herkes boşanma haberini duyabilir, fakat tekrar birleşme haberini duyamaz.
Şahit tutma emri teşvik içindir. İhtilâfa kapı açılmaması için hikmetli bir tavsiyedir.
“Şahitliği Allah için yapın.” (Talâk: 2)
Çünkü şahitlik edilmesini Allah-u Teâlâ buyurmaktadır. Şahitlere düşen de hiç bir şeyi gizlemeyerek, sırf Allah rızâsı için şehâdet etmektir. Şahit, şahitliğini gizlerse hıyanet etmiş olur.
İşte bunlar Allah-u Teâlâ’nın emridir, her müminin bu emirlere boyun eğmesi lazımdır.
“İşte bu, Allah’a ve âhiret gününe inananlara verilen öğüttür.” (Talâk: 2)
Çünkü bunlara riâyet edip faydalanacak olanlar, Allah’a ve âhiret gününe imanı olan kimselerdir.
İman kabiliyeti kalmamış, gönülleri kararmış ve mühürlenmiş olanlar ne Allah’tan korkar, ne âhireti sayar, ne de nasihat dinlerler, onlar kendi nefislerinin hevâsına dalarlar.