Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Teğâbûn Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2) - Ömer Öngüt
Teğâbûn Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Mayıs 2003

 

Teğâbûn Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (2)

Aldanma Günü

 

Geçmişten İbret Almak:

Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’de muhtelif Âyet-i kerime’lerde geçmişte yaşamış milletlerden ve onların başlarına gelen azaplardan haber vererek; bu felâketin sebebinin hak ve hakikati yalanlayıp, Peygamber Aleyhimüsselâm Hazeratı’na muhalefet etmek olduğunu beyan etmektedir.

Ezcümle buyurur ki:

“Daha önce inkâr edip de, yaptıklarının cezâsını tadanların haberi size gelmedi mi?” (Teğâbûn: 5)

Âd ve Semûd kavmi gibi geçmiş zamanlarda yaşayan zorba kavimler, inkârlarından ötürü dünyada iken hor ve hakir edici azaplara çarptırıldılar. Bunlar size haber verilmişken, sizler niçin ibret almıyorsunuz da küfürde ısrar ediyorsunuz?

Onlar yalnız bu dünyada tattıkları o alçaltıcı azapla kalmadılar:

“Onlar için elem verici bir azap da vardır.” (Teğâbûn: 5)

Dünyada çektikleri cezâ yaptıkları suçlarının tam karşılığı değildir. O dayanılmaz azap ahirette mutlaka başlarına gelecek, bu azap dünyadaki azaba eklenecektir.

“O azabın sebebi şudur: Onlara peygamberleri apaçık delillerle gelmişlerdi.” (Teğâbûn: 6)

Güzel huyları ile, dürüst yaşayışları ile numune olmuşlardı. Allah yolunda olduklarını gösteren apaçık mucizeler göstermişler, parlak deliller getirmişlerdi.

Fakat bir çokları bu gerçeklere gözü yumuk baktılar, kendi felsefelerini yürüttüler, inanmayı ve uymayı bir türlü kibirlerine yediremediler. Kendilerini dünya saâdetine ahiret selâmetine ulaştıracak bu güzide zevât-ı kirâm’la alay etmeye cüret ettiler.

“Onlar ise: ‘Bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş?’ dediler.” (Teğâbûn: 6)

Kendileri gibi birer insan olan bu yüce şahsiyetlerin, insanlar arasında yaşayarak insanlara rehberlik yapacaklarını uzak bir ihtimal gördüler. Sapıklığa yönelten önderlerin peşine takıldılar da, hidayete çağıran nurlu rehberleri tanımadılar.

“Ve inkâr edip yüz çevirdiler.” (Teğâbûn: 6)

Gözleriyle gördükleri halde gerçekleri kabul etmediler, böylece şirki ve küfrü imana tercih ettiler. Allah-u Teâlâ onları kendi hallerine bıraktı, sapıklığa düşmekten onları korumadı.

“Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi.” (Teğâbûn: 6)

İman ve itaatlarına ihtiyacı olmadığını duyurdu, hepsini de yeryüzünden silip bir anda köklerini kesti. Onlara muhtaç olsa idi böyle yapmazdı.

“Allah zengindir, hamde lâyıktır.” (Teğâbûn: 6)

Mülk O’nundur, hükümranlık O’na mahsustur. Eğer onlar inanmazlarsa O’nun hükümranlığı yıkılmaz. Bitmez tükenmez zenginliklere sahiptir. Hiçbir şekilde hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, hiç kimsenin övgüsüne de muhtaç değildir. Herkes her nefeste O’na muhtaçtır. En güzel övgüler ancak O’na yaraşır, O her övgüye lâyıktır.

 

Aldanma Günü:

Küfür “Örtmek” mânâsına gelir. Nimet sahibinin verdiği nimeti tanımamak suretiyle örtmek veya nimet verene muhalefet olsun diye inkâr etmektir.

Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’de birçok Âyet-i kerime’lerinde kâfirlerin kıyametin kopacağına, insanların ceza ve mükâfat görmeleri için tekrar diriltileceklerine aslâ inanmadıklarını haber vermektedir:

“Kâfirler öldükten sonra aslâ diriltilmeyeceklerini iddia ettiler.” (Teğâbûn: 7)

Halbuki ellerinde bu hususta hiçbir delil yoktur. Ölümden sonra başka bir hayatın olmayacağına dâir bir delil bulmak mümkün değildir. Günlük hayatta gözler önünde akıp giden hadiseler, öldükten sonra yeni bir hayatın başlayacağını göstermektedir. Buna rağmen aklı kıt kâfirler çok iddiâlı bir şekilde zanları ile böyle bir hayatın olmadığını söylerler, küfürlerinde ısrar ederek inatlaşırlar.

Şehvetlerine ve keyiflerine düşkün olduklarından dolayı cezaya ve ceza gününe inanmak hoşlarına gitmez.

“De ki: Hayır! Rabb’ime yemin ederim ki mutlaka diriltileceksiniz.” (Teğâbûn: 7)

İnanan, imanını yaşayan kimseler kârlı çıkıp ebedî saâdete erecekler; inanmayı reddederek imansız yaşayanlar ise belâlarını bulup, sonsuz felâketlere uğrayacaklardır. Ölüm nasıl ki hiç kimsenin şüphe etmediği biçimde gerçekse, ölümden sonraki hayat da öyledir. İnkâr edenlerin inkârına itibar edilmez.

“Sonra da yaptıklarınız hiç şüphe yok ki size haber verilecektir.” (Teğâbûn: 7)

Hiçbir şey yanınıza kâr kalmaz. Geleceğinizi düşünün de, ona göre kendinizi hazırlayın.

“Bu, Allah’a göre pek kolaydır.” (Teğâbûn: 7)

Çünkü yeniden diriltmek, ilk yaratmadan daha kolaydır. Kâinat gibi bir nizamı ve içinde insanı yaratan Allah-u Teâlâ’ya, insanları yeniden diriltip hesaba çekmek elbette zor değildir.

Allah-u Teâlâ yalanlayıcı ve inkârcı milletlerin durumlarını açıkladıktan sonra beşeriyete hitap ederek onları gerçek kurtuluşa çağırmaktadır:

“Allah’a Peygamber’ine ve indirdiğimiz o nura (Kur’an’a) inanın.” (Teğâbûn: 8)

Allah-u Teâlâ’ya iman etmek, bu imanı tebliğ eden Muhammed Aleyhisselâm’a inanmayı gerekli kılar; her ikisine iman etmek ise indirdiği Kitab’a, dolayısıyla Din-i İslâm’a iman etmeyi gerektirir. İşte imanın özü budur.

“Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Teğâbûn: 8)

Büyük ve küçük, iyi ve kötü hepsini bilir. Sırası gelince bir bir size haber verir. Yaptıklarınızdan gizli saklı kalan hiçbir şey yoktur. O bakımdan imanınız gerçek ve her şüpheden uzak olsun.

O gün kimin aldanıp kimin aldanmadığı ve aldatıldığı, kâr ve zararın belli olacağı gündür. Onun içindir ki bu güne “Aldanma günü” mânâsına gelen “Yevmüt-teğâbûn” denilmiştir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kıyamet günü için sizi topladığı zaman, işte o gün kimin aldandığının ortaya çıktığı gündür.” (Teğâbûn: 9)

Kıyamet günü toplanma günüdür. Allah-u Teâlâ hesap ve ceza için insanları mahşer meydanında toplayacaktır.

O gün kimin kazanıp kimin kaybettiği, kandırılanın kim, aklını kullananın kim olduğu, kimin hakkının kime geçtiği, kimin hakkından mahrum olduğu anlaşılacaktır.

Yine o gün, ömür sermayesini yanlış işlere yatırarak iflâs edenlerle; kârlı işlere yatırarak ebedî saâdet ve selâmetini kazananlar ortaya çıkacaktır.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün görülecek bir gündür.” (Hûd: 103)

Herkes amelinin karşılığını almak için grup grup, zümre zümre gelirler. Haklarında verilecek hükmü gözetlemekten başka yapacak bir çareleri yoktur. Herkes lâyık oldukları âkıbete erer.

Müminler gönüllerini Hakk’a bağlamışlar, O’nun hoşnutluğunu kazanmak için çalışmışlar, ölünceye kadar Hakk yolunda sabır ve sebat etmişler, böylece de en büyük ticarette en büyük kârı, en büyük başarıyı elde etmişlerdir.

“Kim Allah’a iman etmiş ve sâlih amel işlemişse, Allah onun günahlarını örter.” (Teğâbûn: 9)

Dünyada yaptıkları hataları hiçbir zaman yüzlerine vurmaz, onları hiçbir zaman utandırmaz. Engin merhameti ile günahların izlerini tamamen yok eder, Kirâmen kâtibîn meleklerine kayıtlarını sildirir, kıyamet günü bu günahlarından dolayı hesap sormaz, mahçup olmasınlar diye kullarına unutturur, günah yerine sevap yazar.

Ve onu altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar.” (Teğâbûn: 9)

Kur’an-ı kerim’de cennetlerden söz edilirken altlarından ırmaklar aktığından haber verilmektedir. Bu ırmaklar cennetin her köşesine ve her köşke uğrar. Müminler cennette bağlar ve bahçeler içinde, akan ırmakların kenarlarında refah ve saâdet içinde yaşarlar.

“Orada ebedî kalırlar.” (Teğâbûn: 9)

Kafa gözü ile gönül gözünü hakikati görmede birleştiren, baş kulağı ile kalp kulağını Hakk’ın sesini duymada bir araya getiren müminler; Rabb’lerine iman etmenin, kulluk vazifelerini gönülden inanarak, kemâl-i tevâzu ile yerine getirmenin büyük bir mükâfatı olarak cennetlerde ebedî olarak kalacaklardır.

Müminlerin fâsık olanları ise her ne kadar cehenneme gireceklerse de, günahları nisbetinde cezalarını çektikten sonra imanları sebebiyle cennete gireceklerdir. En son müslüman da cehennemden çıktıktan sonra, cehennem kapıları bir daha açılmamak üzere ebediyen kâfirlerin üzerine kapanır.

Buna mukabil cennetlikler de cennetlerde sonsuz bir hayatı bütün ihtişamı ile yaşamaya başlarlar.

“İşte en büyük kurtuluş budur.” (Teğâbûn: 9)

Korkulacak şeylerin hepsinden de emniyette olmak, umduğu şeylerin hepsine birden kavuşmak, hiç şüphesiz ki büyük bir bahtiyarlıktır. Bundan daha büyük mutluluk olamaz.

Kâfirler ise Hakk’tan yüz çevirmişler, şeytanın adımlarına uyarak bâtıl yollarda ömür tüketmişler, dünyayı kazanayım derken ahiretlerini fedâ etmişler, cennetten Cemâlullah’tan mahrum kaldıkları gibi cehenneme müstehak olmuşlar, büyük bir aldanış içine girmişlerdir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar ateş ehlidirler ve orada ebedî kalacaklardır.” (Teğâbûn: 10)

Cennetlikler cennette nasıl ki ebedileşirlerse, cehennemliklerden küfür ve nifak üzere ölen azgınların cezası da öylece sonsuza kadar uzanıp gidecektir.

Ahiretin asırları sonsuzdur, her asır geçtikçe başka bir asır gelir. Bu asırlar ne sona erer, ne de biter. Onlar için cennet yolu kapanmıştır.

Cehennemde kendileri için ne bir umut ışığı vardır, ne de azaplarında bir gevşeme ve hafifleme bahis mevzuudur. Ne istirahat ne de mola verilir, azaplar bir an olsun hafifletilmez.

Böyle ebedî bir azap ancak kâfirlere mahsustur.

“Ne kötü gidilecek yerdir orası!” (Teğâbûn: 10)

Kâfirler müminleri Allah yolundan ayırmaya çalışırken, müminler de onları imana dâvet edip, onların iyiliklerini istiyorlardı. Orada ise kimlerin kimleri aldatmak istemiş oldukları, kimlerin kâr etmiş veya zarara düşmüş oldukları belli olacaktır.

Hakk’tan yüz çevirenler ne kadar aldanmış olduklarını anlayacaklar, fakat bu anlayış kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir.


  Önceki Sonraki