Ethem Efendi kardeşimizin evinde oturup yazdığınız ülfet, muhabbet ve dostluk dolu mektubunuzu okudum. Dergâhta nâil olduğunuz, ruhâni ve mânevi havanın bir benzerine de o gece rastladığınıza ve duâcı kardeşinizin de güya o toplantıda hazır bulunduğuna dair güzel düşüncenize hayli sevindimse de pek çok da utandım. Mahcub oldum. Ah acaba öyle mi?Yüzlerce defa ah öyle mi? Cenâb-ı Hakk bu aciz kulunu af ve mağfirete lâyık görür mü, ama neden?
Çünkü adeta bir otel ile pek farkı olmayan bu dünya misafirhanesindeki yaşayış ve hayatını düşünen “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn = Biz Allah’ınız ve O’na döneceğiz.” (Bakara: 156) cümlesini hakkıyla tefekkür edip değerlendiren akıllı bir kul ve aklını iyi kullanan bir kişi şüphe yok ki, bütün kuvvet ve gayretini, o amansız ve çaresiz olan dehşet makamı, yapayalnız ve korkunç istirahatgâh için harcar. Dünyanın bir anda yanıp sönen yıldız gibi gelip geçici olan mal ve mekânını bütün ümid ve emellerin hedefi yapmaz.
Bununla beraber biz yine de “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” deriz. Lisanen de olsa söyleriz. Bunun gerçek ve hakitatine ermek için de Cenâb-ı Hakk’a tazarru ve niyazda bulunur boyun bükerek yalvarırız.