19. yüzyılın sonu itibariyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun gittikçe güç kaybetmesiyle beraber, dünyada iki belirgin güç merkezi ortaya çıkmaya başlamıştı: Almanya ve Amerika.
Amerika dünyanın geri kalan kısmından deniz ötesi uzaklıkta sessizce ekonomik, siyasi ve askeri olgunlaşmasını sağlarken; Avrupa kıtası bitmek tükenmek bilmeyen savaşlarla yorgun düşüyordu. I. Dünya Savaşı’na kadar süren savaşlar sonunda Almanya Avrupa’nın güç merkezi olarak ortaya çıkmıştı. I. Dünya Savaşı sonunda Almanya yenilmiş ama bu onları dünya liderliğine soyunma hayalinden geri bırakmamıştı. II. Dünya Savaşı’na kadar Almanya tekrar güçlendi ve ikinci savaşı başlattı. Savaş sonrası Amerika Birleşik Devletleri artık dünyanın hegemon gücü olmuştu. Sovyetler Birliği Soğuk Savaş döneminde ABD’ye karşı durmaya çalıştıysa da çürük bir temele oturduğu için (komünizm) en sonunda çöktü. Böylece ABD tek başına kaldı.
1990’ların başıyla beraber ABD’nin ideolojik düşmanı ilân ettiği Sovyetler Birliği’nin çökmesi, Amerika’yı şöyle bir tablo ile başbaşa bıraktı: ABD’nin varlık nedenlerinin başında gelen, her şeyini ona temellendirdiği düşmanı beyaz bayrak çekmişti. Askeri, ekonomik ve siyasi egemenliğini devam ettirmesi için hegemon olarak kalabilmesi için yeni bir “düşman” üretmeliydi Amerika. Bu yeni “düşman” günden güne artan nüfusuyla, milyarlara hitap edebilecek olan İslâmiyet ve müslümanlar oldu. Bir düşman üretmek ve onun kötü olduğu düşüncesini yaymak Amerika’nın kendi çürüklüğünü, iğrençliğini, zâlimliğini, vicdansızlığını bir meşruiyet içine sokmaya ve dahi örtbas etmeye yarayacaktı. Öte yandan yapılan istatistiki incelemelere göre Amerika’da hergün onlarca kişi İslâm’ı seçiyordu. İslâm terörizm, müslümanlar terörist ilân edilerek yeni dünya düzeni oluşturulmaya başlandı.
Diğer taraftan Avrupa, Avrupa Birliği altında ekonomik, askeri, siyasi birleşme çabalarını artırmaya başladı. Ortak paraya geçildi, Avrupa Ordusu adı altında uzun vadede askeri birlikteliği de içeren politikalar geliştirildi. Avrupa Birliği tabi ki Amerika’yla çatışan çıkarlar öngörüyordu. Eninde sonunda Amerika ve Avrupa karşı karşıya gelecekti.
Fransa ve Almanya daha şimdiden ABD’nin Ortadoğu işgaline tavır alıyorlar. Avrupa Birliği’nin ve Avrupa’nın en eski ve temel direği olan bu iki ülke Amerika’nın enerji kaynaklarına sahip olarak dünyaya hükmetme arzusunun, kendi sonlarını getireceğini görebildikleri için huzursuz durumdalar. Ortadoğu petrollerine sahip olmak demek, Almanya ve Fransa’nın boğazını sıkmak demektir.
İngiltere, Avrupa Birliği’ne ne tam katılıyor ne de “İstemiyorum” diyor. Her zamanki gibi sinsi sinsi, fazla ortada gözükmeden, Amerika’nın yanında gözüküp amma milliyetçi çıkarlarını ve tarihi sömürgeci sıfatını özleyip hareket ediyor.
Rusya her ne kadar iktisaden çökmüş, halkı bıkmış ve ekonomik olarak ABD’ye bağımlı olsa da, potansiyel bir askeri güç olarak varlığını devam ettiriyor. Soğuk Savaş yıllarından kalma pekçok nükleer, biyolojik, kimyasal silaha sahip.
Amerika’nın Irak’ı bahane ederek başlatacağı Ortadoğu işgali planıyla Kuzey Kore de dünya siyaset sahnesinde rol almaya başladı. Açıkça ve korkusuzca Amerika’ya meydan okuyan ve dünyanın en önde gelen nükleer güçlerinden biri olan Kuzey Kore, ABD’nin yakın gelecekte en ciddi düşmanlarından biri olmaya aday.
Çin ise sessiz sedasız güçlenirken, dünyanın en büyük nüfusuna sahip ülke olarak, merhametsiz, dinsiz insan ve yönetimiyle gelecekte dünyada pek çok felakete sebep olacağının işaretini veriyor.
İslâm ülkeleri ise bu büyük gruplaşma ve saldırılar karşısında birliktelikten uzak, bölük pörçük durumdalar. Halbuki en sinsi oyun ve tuzaklar biz müslümanlara karşı oynanmakta. İslâm devletleri Kur’an ve Sünnet ışığında birleşerek yekvücut hareket edebilseler karşılarında durabilecek güç yok.
ABD’nin Irak’a saldırı senaryosu uluslararası pekçok örgütün de ne derece sağlam temellere dayandığı sorusunu tekrar gündeme getirdi. Birleşmiş Milletler darmadağın. ABD ve İngiltere istedikleri kararı Güvenlik Konseyinden çıkaramıyorlar. Fransa mekanizmanın dişlilerine çomak sokuyor. ABD, Irak operasyonu vesilesiyle Fransa’nın veto yetkisinin elinden alınmasını istiyor ki BM’de istediği gibi at oynatabilsin. Ulusal çıkarlar çatıştı mı, uluslararası örgütlerin yaptırım gücü ortadan kalkıyor.
NATO ise Varşova Paktı varken işlevini yerine getiriyordu. Ancak bu paktın dağılması ile, NATO gitgide ABD’nin tekeline almaya başladığı bir organizasyona dönüştü. Son Kosova müdahalesi bunun örneğidir. Türkiye’nin NATO’nun 4. maddesinin işletilmesini istemesi ve gene Almanya, Fransa blokunun ayak diretmeleri, NATO’nun da işlevini kaybetmeye başladığını gösteriyor. Amerika şu anda NATO’daki bu çatlaktan sonra askeri planlamasını şöyle yapıyor: Müttefiklerindeki halihazırdaki asker sayısını, askeri kuvvetlerini güçlendirip destekliyor, Irak krizi dolayısıyla Avrupa’daki askeri varlığını hızla azaltmak istiyor. Asker bulundurduğu ülkelerde, bir operasyon sırasında hemen kullanıma hazır askeri yığınaklar zincirine dayalı bir Amerikan askeri varlığı öngörüyor. Yani hiçbir uluslararası örgüte bağlı olmaksızın istediği yeri vurabilmeyi amaçlıyor.
Olası Irak harekatı Avrupa Birliği’nin de ne kadar zayıf siyasi temellere oturduğunun işaretini vermiştir. Almanya, Fransa blokuna karşı AB üyesi ve üye adayı 8 ülkenin ABD’nin yanında yer alması AB’nin siyasal bir birlik olmadığını ve bunun ancak bir hayal olduğunu gözler önüne serdi. Zaten AB siyasal birlik kuramazsa ekonomik ve askeri birlikteliği hiç kuramaz.
Afganistan’a saldırıp oraya yerleşmekle kalmayan ABD, Pakistan’dan Özbekistan’a ve diğer bölgesel ülkelere askeri yığınağını yaptı. O bölgedeki karakollarını kuvvetlendirdi veya yeni karakolluklar kurdu. Gayesi ise bölgenin zengin enerji kaynaklarına (petrol, doğalgaz) hakim olmak ve hakimiyetini perçinleştirmek ve yakın gelecekte kuvvetle muhtemel Çin’in yayılmacılık ve saldırganlığına dur diyebilmek ve bölgedeki müslümanları kontrol altında tutabilmek.
Şimdi Irak’a kuvvetle olası saldırı ve işgal planı tezgahlanıyor. Baba Bush’un ilk Körfez Savaşıyla bölge ülkelere yerleştirdiği askeri varlığıyla beraber şu anda 200 bin civarında Amerikan askeri, 850 adet savaş uçağı, 120 adet savaş gemisi, 885 tank ve binlerce zırhlı ve askeri aracı, şu an itibariyle 5 adet uçak gemisi ve yüzbinlerce bombası, kısa ve uzun menzilli füzeleri şu anda bölgede ilk başta Irak’ı ve daha sonra Ortadoğu’yu işgali bekliyor. Yani yeni bir Haçlı Seferi’nin silahlı saldırı boyutu başlamak üzere. Bu derece büyük bir askeri yığınağı ABD kendi toprakları dışında ilk defa yapıyor. Bu olup bitenleri Saddam’ın alaşağı edilmesiyle veya Irak’ın kitle imha silahlarından arındırılmasıyla sınırlı ve hatta alakalı olduğunu düşünürsek çok sığ ve kıt düşünmüş oluruz. Bu hazırlık Ortadoğu’yu işgal planıdır. Bunda da en temel amaçları şudur ABD’nin:
1- Müslümanları bertaraf etmek, etkisiz kılmak. Nüfusunun ezici çoğunluğunun müslüman olduğu bölgeye hakim olmak. Gerek askeri, gerek siyasi.
2- Irak’ın ve Ortadoğu’nun zengin petrol yataklarına egemen olmak. Petrolün kontrolünü eline geçirmek. Çünkü ABD’nin petrol rezervlerinin en fazla 10 sene daha dayanacağı tahmin ediliyor ve ABD dünyanın en büyük petrol tüketicisi. ABD’nin petrol ve enerji darboğazı ve Ortadoğu’nun zengin petrol yatakları. Özellikle Irak’ın petrol rezervlerinin ABD’nin 100 yıllık ihtiyacını karşıladığı göz önüne alınırsa, yeni Haçlı Seferinin sebepleri daha iyi anlaşılabilir. ABD bu Haçlı Seferinden öyle bir maddi kazanç elde etmeli ki bölgedeki askeri varlığının maliyeti olan günlük 30 milyon doları fazlasıyla amorti edebilsin. Çünkü hiçbir ülke daha fazla kazanma ihtimali yoksa günde 30 milyon dolar harcamayı göze alamaz. Bölgenin petrolünü ele geçirince, kendi ihtiyacını karşılamakla kalmayacak aynı zamanda dünyanın can damarını eline alacak. Tüm düşman ve rakipleri, hem askeri, hem siyasi, hem iktisadi, ABD’ye enerji bakımından mahkum olacak. Dünya hakimiyeti Avrasya petrol ve doğalgaz kaynaklarına hükmetmekten geçiyor. O zaman Avrupa olsun. K. Kore olsun, Rusya olsun, ABD’ye bağımlı olacak. Zaten Fransa ve Almanya’nın Amerika’ya Irak Savaşı konusunda bayrak açmalarının sebebi, çok barışsever olmaları değil, Amerika’nın izlediği politikanın nereye varacağını bildikleri içindir. Tünelin ucundaki ışığın ne mânâya geldiğini anlayan Fransa, Almanya, K. Kore, Rusya ABD’ye ayak diretiyorlar.
3- İsrail’in önünü açmak, güvenliğini sağlamak. Kendilerince vadedilmiş topraklara hakim olabilmesine imkan sağlamak, İsrail için tehlike oluşturabilecek ülkeleri etkisiz hale getirmek. İsrail’e su kaynakları sağlamak. Çünkü Amerika İsrail’dir, İsrail Amerika.
Bu üç ana hedefe ulaşabilmek için ABD büyük savaşları, katliamları, kayıpları göze almış durumda.
Dünyada yeni kutuplaşmalar, gruplaşmalar oluşageliyor. ABD, İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Macaristan, Polonya bir tarafta. Fransa, Almanya, Rusya bir tarafta. Kuzey Kore, ABD’ye muhalif, tehditkâr ama tek başına hareket eder durumda. Çin ise sessiz. Her şey olsun bitsin sıra bana gelsin der gibi duruyor. Müslüman devletler bölük pörçük.
Irak ve Ortadoğu’nun bu durumu karşısında Türkiye ABD’ye askeri destek veriyor, Amerikan asker ve silahlarını topraklarımızda konuşlandırarak. Kürt Devleti kurulması ihtimali, Irak’ın toprak bütünlüğü, KADEK (PKK)’in son durumu, ABD’nin oradaki işgalci konumu hep düşünülmesi gereken konular. Müslüman kardeşlerimize saldırılmasına destek vermemiz zaten büyük bir vebali üzerimize yüklüyor. Ayrıca tarihte pekçok olayla sabittir ki ABD çıkarına uyduğu için destek verdiği ülke ve şahıslara, işi bitince sırt dönmüş ve hatta onları ortadan kaldırmıştır. En bariz örnek Irak ve Saddam’dır.
Saddam’a satılan silahlar, Irak’ın İran’a saldırtılması hep ABD’nin desteğiyle oldu. Ama şimdi Saddam’ı harcıyorlar. Yarın aynı şeyin Türkiye’nin başına gelmeyeceğini kim garanti eder, kim ABD’ye güvenebilir? Çünkü gayr-i müslimden dost olmaz.
Ve fakat önemli bir hususa dikkat edilmelidir. O da şudur: Türkiye ABD’ye destek verdikçe, Almanya, Fransa blokuyla ilişkileri çatışacaktır. Almanya, Fransa, Rusya bloku bundan rahatsız olacaklardır. Ülkemizin üzerine Yunanistan’ı salmak isteyebilirler yakın gelecekte. Zaten Yunanistan’la aramızda savaş sebebi bile sayılan ciddi problemler var: Kıbrıs, kıta ve hava sahanlığı, Ege adaları, Batı Trakya Türkleri, Ortodoks-Rum Fener Kilisesinin konumu. Ortadoğu savaşları sebebiyle Türkiye doğuya ciddi asker ve silah kaydırması yapıyor Batı birliklerinden. Bu da Yunanistan’ın iştahını kabartıyor. Doğu ve Güneydoğu sınırında işler kızıştığında eski düşmanımız Yunanistan, muhtemel Almanya, Fransız, Rus kışkırtmasıyla Türkiye’ye saldırabilir. Türkiyemizin çok dakik, dikkatli ve cesur olması gerekmektedir. Ortalık karıştığı zaman şimdi yanımızdaymış gibi gözükenler bize destek olmaz; yapayalnız kalırız. Bunu unutmamalıyız.
ABD’ye gelince; kimse unutmamalıdır ki zulüm ile abâd olanın ahiri hüsran olur. Bu da Amerika’nın yanına kalmaz.
Zulüm ile temeli atılan her bina, içindekilerle beraber çökmeye mahkumdur.