Cenâb-ı Hakk’ın lütuf hidayeti ile hidayete eren, hakikati bulan bir insanın; Hak ve hakikatten gâfil, ahiret yolculuğunu düşünmekten habersiz olanları ikaz edip uyandırmaya, kalpleri nurlandırmaya gayret etmesi lâzımdır.
Hidayet Hakk’tandır. Bütün kalpler O’nun kudret elindedir. Dilediğine hidayet eder. Kul kula hidayet veremez, ancak teşvik eder, hidayete vâsıta olur. Nasibi olanlar hemen filizini verir, nasibine doğru gelir.
Şeyh Halil Fevzi -kuddise sırruh-Hazretlerimiz bu hususta buyururlar ki:
“Biz hakikati üç kelime ile arzederiz. Hakikati anlamayana kav çakmayız. Yani ateş alma hassası varsa çakarız. Ateş almazsa kav çakmayız.”
Mustafa isminde bir genç Düzce Askerlik Şubesi’nde askerlik görevini yaparken bir vesile ile Şeyh Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri’ne ihvan olur. Her fırsatta ziyaretine gider ve hayır duâsını alır. Nihayet terhis zamanı gelir. Cebinde de Bolu’ya gidecek kadar yol parası vardır. Oradan da memleketi olan Göynük’e yayan olarak gitmeyi kalbinden tasarlar.
Vedâlaşmak için huzura çıkar: “Hazretim! Müsaade et ben gideyim!” der. Bolu’dan doğru gideceğini söyler.
Hazret-i Pir:
“Yâ! Gidecek misiniz? Oradan gitmeyin, Adapazarı’ndan gidin, sizi orada görecekler.” buyurur.
Cebindeki para da onu ancak Adapazarı’na kadar götürmeye yeterlidir. “Hazretim madem ki bu yolu işaret ettiler buradan gitmem gerekir.” der ve yola çıkar. Hendek’i geçince arabada Akyazı’dan bir asker arkadaşını görür.
Arkadaşı: “Nereye gidiyorsun?” diye sorar.
Mustafa: “Terhis oldum, memleketime gidiyorum!” deyince arkadaşı onu bırakmaz. “Bize gidelim.” der ve onu köylerine götürür.
Garip bir tecelli olarak köyde Şeyh Halil Fevzi -kuddise sırruh-Hazretleri’nin ihvanından olan ve sık sık ziyaretine giden ak sakallı saatçi ile karşılaşır. Birbirini görünce sevinirler.
Saatçi: “Hayrola! Ne oldu? Buraya niye geldin? Efendi Hazretleri nasıl?” diye sorar.
Mustafa: “Efendi Hazretleri iyidir. Terhis oldum, Hazretim: ‘Adapazarı yolundan git, seni görecekler.’ dedi. Ben de bu yoldan memleketime gidiyorum.” karşılığını verir.
Meğer saatçiye rüyâsında zekât olarak ayırdığı paranın, kendisini gelip görecek olana verilmesi bildirilmiştir. Bu maksatla beraberce eve gelirler.
Saatçi hanımına:
“Emanetlerin sahibi geldi, emanetleri ver!” der. Emanetler böylece sahibini bulmuş olur.
Yaşayanlar ve görenler anlatıyor:
“Allah-u Teâlâ onlara öyle bir ikramda ve ihsanda bulunmuş ki, hafsalanın haricinde.
Bir defasında yatsı namazına gidiyordum. Önüme bir yer çıktı, tahminen yirmi beş-otuz santim bir betonu aşabilmek için sağ ayağımı atmış oldum. O anda bir de baktım ki, kabir gibi bir yerdeyim. Kabirden büyük değil, fakat bütün kâinat o kabirin içinde. Şöyle bir kıpırdadım, sıkı bir durum var ki zor kıpırdayabildim. Fakat bize görünen hâl kabir kadar. Zorla başımı yukarıya doğru çevirdim, üzerinde bir delik var. Deliğin üzerine baktım, Halil Fevzi -kuddise sırruh-Efendi Hazretleri bulunuyor.
Zamanın Kutbu’l-âzam’ı, dünyanın mutasarrıfı olduğunu orada gözümüzle görmüş olduk. Zamanın kutbu demek, Hazret-i Allah’ın tasarrufunda kâinatı yürütüyor demektir. Bu bilinmiyor.
Allah-u Teâlâ’nın lütuf tecellisine o kadar mazhar olmuş ki, daha ilk intisabımızda, bize bütün sonraki işleri o anda haber veriyordu.”
Yaşayanlar ve görenler anlatıyor:
Halil Fevzi -kuddise sırruh-Hazretleri huzurlarında birgün hoca çocuklarının çok acaip yetiştiğinden bahsedilmiş. Sebebini şöyle izah etmişler:
“Hocayız diye bizi dâvet ederler, güzel yemekler hazırlarlar. Gideriz ve âfiyetle yeriz. Halbuki o yemekler belki çocukların bir aylık nafakası idi, onlar da sıkıntı çekmiş olurlar. Çoluk-çocuğun nafakasını yediğimizden çocuklarımız da böyle oluyor.”
Yaşayanlar ve görenler anlatıyor:
“Ah siz Şeyh Halil Fevzi -kuddise sırruh-Efendi Hazretleri’ni bir görseydiniz!
Onlar da Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri için: “Ah siz onları bir görseydiniz!” derlerdi.
Şeyh Es’ad -kuddise sırruh- Efendi Hazretlerimiz de mübarek mürşidi Tahâ’l-Harîrî -kuddise sırruh- Hazretleri için aynı sözü söylermiş.”
Yaşayanlar ve görenler anlatıyor:
“Bedri isminde yakın bir arkadaşımız vardı, saatçılık yapardı. Bir yerde oturduk. Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri’ne de gider gelirdi.
İstediği kızı mı alamadı ne oldu, kendisini üçüncü kattan aşağıya attı ve olduğu gibi betonun üstüne çakıldı. Fakat tüyüne halel gelmedi. Bir gün huzura çıktığında:
“Sen attın amma biz tuttuk!” buyuruyorlar.”