Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
MAKALE - Mevlâ N’eylerse Güzel Eyler - Ömer Öngüt
Mevlâ N’eylerse Güzel Eyler
MAKALE
Misafir Yazar
1 Ocak 2003

 

Mevlâ N’eylerse Güzel Eyler

 

Hatice Aydın


Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kur’an-ı kerim’inde:

“Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda hayırlı olabilir ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir siz bilmezsiniz.” buyurmaktadır. (Bakara: 216)

Keza başka bir Âyet-i kerime’de Hazret-i Allah şöyle buyurmaktadır:

“De ki: ‘Allah bizim için ne yazmış, ne takdir etmiş ise, ancak bize o ulaşır. O bizim sahibimizdir. Müminler yalnız Allah’a güvenip bağlansınlar.” (Tevbe: 51)

İnsanları, karaları, denizleri, gökleri icmâlen bile sayamadığımız nimetlerle donatan yüce Allah’ın kullarına olan merhameti, iyiliği bir ananın yavrusuna olan merhametinden kat kat fazladır. Kimseye aslâ zulüm etmez. Körü körüne heveslerimize uyarak zulmeden biziz.

Allah-u Teâlâ, Nahl sûre-i şerif’inin 61. Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar geciktirir.”

Bizi bu kadar seven, acıyan Mevlâmız bize kötülük yapar mı? Eğer bir ibtilâ verirse gafletten, hatadan, dalâletten çevirmek içindir, tevbe etmemiz içindir, olgunlaşmamız içindir. Kula boyun bükmek, teslimiyet ve sabır göstermek, o takdirinin bitmesini gözetlemek düşer.

Âyet-i kerime’de:

“Onlar her yıl bir veya iki defa çeşitli belâlara uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?Böyleyken yine de tevbe etmiyorlar, ibret almıyorlar.” buyurulmuştur. (Tevbe: 126)

Nefsimizi hesaba çektiğimizde başımıza gelen bir çok hastalık, afet ve belânın kendi hatalarımız yüzünden olduğunu görürüz.

Meselâ; beden ve çevre temizliğine dikkat edilmezse birçok mikroplar ürer, insan hasta olur. Kendi kusurunun cezasını çeker.

Otomobil sürücüleri, trafik kurallarına uymazsa hatalarının cezasını canlarıyla öderler veya sakat kalırlar.

Bu böyle olduğu gibi Allah-u Teâlâ’nın öğütlerine itaat etmeyenler de Allah-u Teâlâ’nın yasakladığı suçları işleyerek bir çok belânın gelmesine kucak açmış olur. Allah-u Teâlâ da bunları cezalandırır. Fakat kullarına acıdığı için hemen cezalandırmaz, hem de bir çoğunu da bağışlar. Kula düşen Hazret-i Allah’ın her emrine incelikle dikkat etmek, hiçbir zaman unutmayalım ki bütün iyilikler Hazret-i Allah’ın ihsanı ve yardımıyladır.

“Başınıza gelen her hangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. O yine de çoğunu affeder.” (Şûrâ: 30)

Allah-u Teâlâ, her şeyi yaratanın kendisi olduğundan her şeyin içini dışını bilir. İnsanın yararına olan şeyleri emreder, zararına olan şeyleri saklar. Nice üzüldüğümüz şeyler var ki sonunda bizim için hayırlı olmuş ve nice sevindiğimiz şeyler var ki bizim için kötü sonuç vermiştir.

Allah-u Teâlâ’nın takdiri ne şekilde tecelli ederse etsin mutlaka hayırlıdır. Mevlâ n’eylerse güzel eyler.

Bu hususta İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin kitabından alınan bir kıssadan hisseyi arzediyoruz:

“Mesruk dedi ki: Çölde oturan bir kişinin bir köpeği, bir merkebi ve bir de horozu vardı. Horoz onları namaza kaldırır, merkebin sırtında su taşır ve eşyalarını yüklerdi. Köpek ise onları korurdu. Bir gün bir tilki gelip horozu yedi. Aile efradı bunun için üzüldüler. Sâlih bir kimse dedi ki: “Üzülmeyiniz, umulur ki bu daha hayırlıdır.” Sonra kurt gelip merkebin karnını deşip öldürdü. Çocuklar bunun için üzüldüler, sâlih kişi: “Bu daha hayırlıdır.” dedi. Sonra köpek felâkete uğradı, sâlih kişi: “Bu bilâkis daha hayırlıdır.” dedi.

Sonra bir sabah uyanıp, baktılar ki etraflarında yerleşmiş bulunan bütün insanlar esir edilmiş, sadece kendileri kalmışlar. Bunun üzerine o sâlih kişi: “Etrafınızda insanların esir edilmeleri, onların yanında köpek, horoz ve merkep sesleri olduğundan dolayıdır. Bu bakımdan Allah-u Teâlâ’nın takdir buyurduğu gibi bizim için hayır, bu üç hayvanın helâk olmasında idi.” dedi.”

Hikâyede olduğu gibi hoşumuza gitmeyen, bizi üzen işler içinde nice faydalar vardır. Allah-u Teâlâ kuluna uygun olanı verir de biz zavallı, isyankâr, şükrü az olan kullar olarak işlerin iç yüzünü bilemeyiz. Allah’ın bize (hâşâ) zulmettiğini sanırız, halbuki O, kulları hakkında en iyisini tercih eder. Eğer hakkında servet hayırlı ise servet, fakirlik hayırlı ise fakirlik, kız çocuk ise kız çocuk, erkek çocuk ise erkek çocuk verebilir veya dilerse kısır olmasını murad eder.

İbn-i Mes’ud -radiyallahu anh- buyuruyor ki:

“Olan bir şeye keşke olmasaydı veya olmayan bir şeye keşke olsaydı, demektense ateş yemeyi tercih ederim.”

Ne kuvvetli bir tevekkül. Rabb’im cümlemize ihsan eylesin.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. Ne dilerse yaratır. O kime dilerse kız evlâtlar bağışlar, kime dilerse ona erkek evlâtlar lütfeder.

Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift çift verir. Kimi dilerse onu kısır bırakır. O her şeyi bütünüyle bilendir, her şeye gücü yeter.” (Şûrâ: 49-50)

Eğer fakirlik içinde yaşatıyorsa bu hâl onun için daha hayırlıdır. Zenginlik her zaman insanın hayrına olmayabilir. Kişi zengin oldum diye nefsinin arzularına uyarsa o mal onun helâk olmasına sebep olur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarından haberdardır, onları görmektedir.” (Şûra: 27)

Yüce Allah bizim için ne takdir etmişse kalben inanalım ki o mutlaka hayırlıdır. Çünkü O, her şeyden haberdardır, görendir, acıyanların en acıyanıdır ve gerçek dosttur. Asla zulmetmez. Kimine sefâ, kimine cefâ verir. Sefâya şükürle, cefâya da rızâ ile mukabele de bulunmaya gayret edersek dünya ve ahiret iyiliğini kazanırız.

Abdulkadir Geylani -kuddise sırruh-Hazretleri:

“Sabır belâyı edeple karşılamaktır. Yani ne zâhiren ne de bâtınen sarsılmamaktır.” buyurmuşlardır.

Tevekkül ve sabredenlerin âlâmeti şudur ki; hasta olmamak için bütün tedbirlerini alır da buna rağmen amansız bir hastalığa yakalanırsa feveran etmeden sabredip kimseye şikayet etmez. Hakk’tan gelene severek boyun büker. O’nun her işinde hikmet olduğunu bilir, sebeplere değil sebepleri yaratana bağlanır. Allah-u Teâlâ böyle takdir etmiş deyip kazaya râzı olur. Her halinin sahibi tarafından görülüp bilinmesini kâfi görür.

Hadis-i şerif’te:

“Şüphesiz sabrın güzel olanı şu kimsenin sabrıdır ki halinden kimseye şikâyet etmez.” buyuruluyor. (Münâvî)

Hazret-i Allah bize imtihan için çeşitli musibetler verip, ibtilâlara uğratır.

Âyet-i kerime’de:

“Andolsun ki mallarınıza ve canlarınıza ibtilâlar verilerek imtihan olunacaksınız.” buyuruluyor. (Âl-i imrân: 181)

Allah-u Teâlâ’nın dünyadaki imtihanı, kula olan garazı, gadabı sebebiyle değildir. Bilâkis sevdiği kulundan bazı kötülükleri defetmek için veya günahlarına kefaret olmak içindir.

Âyet-i kerime’de:

“Kötülük yapan cezasını çeker.” buyurulmuştur. (Nisâ: 123)

İnsan, yaptığı kötülüğün cezasını, dünyada da çeker. Hatta mümin insanın ayağının taşa değmesi, ayağına diken batması, başının ağrıması, hasta olması yaptığı kötülüklere, işlediği günahlara kefaret olur. O inanan insan, başına gelen bu dünya musibetiyle günahından temizlenmiş olarak ahirete gider.

Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Aşırı gitmeyiniz, orta yürüyünüz, doğru hareket ediniz. Müslümanın uğradığı her musibet kefarettir. Ayağının sürçmesi, ayağına diken batması dahi (günahlarına kefaret olur).” (Müslim)

Çile çektirici ve üzücü olaylar günahlardan kaynaklanabileceği gibi kusurumuz olmaksızın kulluk denemesi gereği de gelebilir. Bu hakikati Bakara sûre-i şerif’inin 155. Âyet-i kerime’sinde Rabb’imiz şöyle açıklamaktadır:

“Andolsun ki biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltmekle sizi imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.”

Dünya imtihan alanıdır. Bize düşen sabretmektir, boyun bükmektir, Allah’a dayanmaktır.

Âyet-i kerime’de:

“Sabredenlere ecir ve mükâfatları hesapsız ödenecektir.” buyurulmaktadır. (Zümer: 10)

Sabrın fazileti, gelen musibetlere feryat etmekle, şikayet etmekle gider. Gelen musibete ağlamakla ve kalpten üzülmekle sabrın fazileti gitmez. Sabır; felâket karşısında hiç etkilenmemek, üzülmemek anlamına gelmez. Etkilenmek, üzülmek, merhamet, yufka yürekliliğin eseridir. Kötü olan üzülmek değil, insanı Allah’a isyana sevk eden sızlanmadır, dövünmedir.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oğlu Hazret-i İbrahim’in vefatı üzerine ağlamış, kendisine:

“Sen bizi bundan men etmemiş miydin?” diyenlere, bunun bir acıma olduğunu;

“Göz ağlar, gönül üzülür. Amma biz, Rabb’imizin rızâsına aykırı bir şey söylemeyiz. İbrahim biz senin ayrılığından üzgünüz!” buyurmuşlardır. (Buhârî)

İnsanın altından kalkamayacağı musibetler karşısında halini Allah-u Teâlâ’ya arzetmesi, O’ndan yardım istemesi ve günahlarından korkup O’na sığınması şikayet değildir.

Eyyub Aleyhisselâm’ın; “Bana bir dert gelip çattı. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” şeklindeki yakarışı bir niyazdır. (Enbiyâ: 83)

Zaten Allah-u Teâlâ, Eyyub Aleyhisselâm için:

“Doğrusu biz onu çok sabırlı bulmuştuk. O ne iyi kul idi! Daima Allah’a yönelirdi.” (Sâd: 44)

Dayanılmaz hastalıklara yakalanan, malını, mülkünü, çoluk çocuğunu tamamen kaybeden Eyyub Aleyhisselâm sıkıntısını yalnız Allah-u Teâlâ’ya arz etmiş, O çok şefkatli, acıyanların en acıyanı Rabb’inden kendisini kurtarmasını dilemiştir. Allah-u Teâlâ kendisine böyle gönülden yalvaran kuluna acıyıp, onu dertlerinden kurtarmış, ona âilesini, malını mülkünü eskisinden bir kat daha fazlasıyla vermişti.

Allah’a dayananlar, gönül ferahlığına, dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşur. Allah’ın sınavına sabredip O’na olan bağlılığımızı kaybetmemeliyiz.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz:

“Başına bir felâket gelen mümin Allah’ın buyurduğu üzere ’Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz.’ Allah’ım bu musibete hayırlı bir karşılık ver. Kaybettiğimin yerine daha iyisini ihsan buyur, diyen müslümana Allah onun kaybettiğinden daha fazlasını verir.” buyurmuşlardır. (Müslim)

Âyet-i kerime’de:

“Onlara bir musibet geldiğinde; ‘Biz Allah içiniz ve elbette O’na döneceğiz.’ derler.” buyurulmaktadır. (Bakara: 156)

Bunu söylemek kaza ve kadere teslimiyet ve rızânın ifadesidir.