Yaşayanlar ve Görenler anlatıyor:
“Yeni intisap etmiştik, tahminen bir-iki haftalık idik. Efendi Hazretleri’nin huzur-u saâdetine girdik. Efendi Hazretleri; ‘Yeter!’ buyurdular.
O girdiğimiz gün Pazar’dı, bir hafta sonra diğer Pazar günü tekrar girdik. Bu defasında dört kişi daha bizden evvel giriyordu. Yaşlı olmaları hasebiyle onları öne vermiştik ve biz en arkada kalmıştık. Efendi Hazretleri bize sıra gelince: ‘Yeter!.. Yeter!...’ buyurdular.
Ve bizim hayat boyunca aldığımız emirler, hep böyle rumuzladır. Hiçbir zaman açık emir almış değiliz. Çözdün, hakikati buldun; çözemedin, gitti o.
Düşündük, acaba neyi emir veriyorlar? ‘Herhalde dersin haricinde okuduğum şeyler var, bunları men etseler gerek!’ dedik. Amma kati emir olmadığı için şüpheden de kurtulamadık. Zaten kısa bir zaman sonra askere gittik.
Askerde aynı ders üzerinde dikkatle çalışıyorduk. Muhterem bir âlim vardı, birgün dedi ki:
‘Kitapta yeni birşey gördüm. Bir insan sabah namazının akabinde duâdan evvel on defa:
‘Sübhanellâhi vel-hamdü lillâhi velâ ilâhe illâllahu vallahu ekber, velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-aziym.’
Derse, on günahı gidiyor on sevap veriliyor on derecesi artıyor.’
Bu sevabı duyunca biz tamaha kapıldık ve devam etmeye başladık, tahminen birgün devam ettik.
O gece âlem-i mânâda bir deniz kenarına götürüldük. Yanımda tanımadığım birisi vardı. Orada küçük bir oda gördük. Ebu Bekir sıddık -radiyallahu anh- Hazretlerimiz orada yatıyordu. Arkasında bir de levha vardı. O anda kalktı, kalktığı zaman sırtı da o levhaya geldi. Biz de kapıdayız. Karşı karşıya bulunmuş olduk.
O zaman buyurdular ki: ‘Yeter, yeter, yeter!.. okuduğun sana yeter!’
Bu sözün mânâsı şu: ‘Sana bir defa yeter dediler, sen anlamadın. İkinci defa yeter yeter dediler, sen yine anlamadın. Üçüncü defa biz emir veriyoruz: Yeter, yeter, yeter!... okuduğun sana yeter!.’
Yani birisi hepsi, hepsi birisi olduğunu anlatmak istiyoruz.
Efendi Hazretleri o hepsinin sonuncusu idi ve son bakla idi
Bu son baklayı Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz şöyle anlatırlar:
‘Geminin demir baklaları bulunur. En büyük bakla elmastır, o Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Diğer baklalar altındır, zamanın Pir’leridir. En son bakla bakırdır, o da benim. Amma birisi derse ki: ‘Bu altın baklaların içinde bu bakır baklanın ne işi var?’ deyip sallarsa, o altın baklalar da sallanır. Daha çok sallarsa elmas bakla da sallanır.’
Efendi Hazretleri işte o baklaların sonuncusu idi. Bununla size anlatmış oluyoruz.”
Avamdan bir kişi yaptığı bir ahlâksızlığı anlatırken, bir müridi de onu dinlemiş. Hemen o gece rüyâsında görmüş ki, o menhiyat işleyen kişi baş aşağı asılmış istifrâ ediyor. Adamın kusmuklarını bir bardak tutarak doldurmuş, sonra da iğrene iğrene içmiş.
Sabah huzura çıktığında, daha o rüyâyı anlatmadan Hazret:
“Akşam o çayı içtiniz ya!” buyurmuş.
Mudurnu’lu merhum Hacı Rasim Çolakoğlu ağabeyimizin Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri ile ilgili duyduğu bir menkıbe:
Bir gün ihvanlara: “Bugün irşad var. Biz filân hocaya gideceğiz, siz filân yerdeki sarhoşa gidin.” buyurmuş. Onların da içlerinden: “Bizi zor yere gönderiyor, kendisi kolay yere gidiyor.” diye geçmiş.
Buyurmuşlar ki:
“Oğlum, bir hocayı irşad etmek on sarhoşu irşad etmekten zordur. Onun ilim gururu var, sarhoşun ise bir şişesi var. Onu elinden aldığın zaman yola gelir.”
Bakkallık yapan Fevâi isminde bir ihvan varmış. İlk zamanlar çok güzel sadâkati olduğu halde daha sonraları dünyaya dalmış.
Bir gün huzura çıktığında ona buyurmuşlar ki:
“Fevâi Fevâi! Şimdi oldun havâi.”
Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri: “Kurda kuzuyu kaptıralım mı?” Buyurmuşlar. Yani birisi ayrılıyor diye peşini bırakalım mı? Kurttan murad şeytandır. Bu ise kuzudur. Bu kuzuya sahip çıkalım, kurda kaptırmayalım mânâsınadır. Onun peşine gitmek ve bırakmamak lâzım.
Halil Fevzi -kuddise sırruh- Efendi Hazretlerimiz’in ihvanından Ahmet Efendi bir hatırasını şöyle anlatıyor:
“Gördüğüm bir rüyâyı anlatmak için hâne-i saâdete gitmiştim. Çok kalabalık vardı. Merdivenler bile doluydu. İçeriye geçme imkânı yoktu. Dışarıda beklemeye karar verdim. Yukarıdan: ‘Ahmet Efendi’ye yol verin gelsin!’ diye bir ses geldi. Yol açtılar, çıktım.‘Gördüğünü anlat!’ buyurdu. Şöyle bir rüyâ görmüştüm:
Efendi Hazretleri’nin elinde bir sopa ve önünde birçok hindi vardı. Onların bir kısmını kümese soktu, diğerlerini sopa ile kovdu.
Anlattığım zaman tebessümle cevapları şöyle oldu:
“Siz bu kalabalığa pek bakmayın. Onların çoğu kovulur. Biz ayırdığımızı ayırırız.”