İsa Aleyhisselâm’ın on iki kadar Havârî denilen seçkin talebeleri ve yakın arkadaşları vardı. Havârî, samimi dost ve yardımcı mânâsına gelmektedir. Bunlar Resulullah Aleyhisselâm’ın ashâbı gibi, İsa Aleyhisselâm’a, o hayatta iken iman eden ve sadâkat gösteren halis müminlerdir.
Allah-u Teâlâ onları Kur’an-ı kerim’inde anmış ve gelecek nesillere övgü ile duyurmuştur:
“İsa onların inkârlarını hissedince;
‘Allah yolunda yardımcılarım kimlerdir?’ dedi.” (Âl-i imrân: 52)
Allah’a iman etmiş, özünü Hakk’a bağlamış, Hakk’ın rızâsından başka hiçbir şey düşünmeyerek kendisine yardım edecek yardımcılar aradı.
“Havârîler: ‘Biziz Allah’ın yardımcıları, Allah’a inandık, şâhid ol ki biz müslümanlarız!’ dediler.” (Âl-i imrân: 52)
Havârîler, dinin zafere ulaşması için İsa Aleyhisselâm’ın emrettiği her şeye boyun eğeceklerini söylediler ve Allah-u Teâlâ’ya karşı samimi imanlarını da şöyle ikrar ettiler:
“Ey Rabb’imiz! Senin indirdiğine inandık, Peygamber’e uyduk. Bizi şâhit olanlarla beraber yaz!” (Âl-i imrân: 53)
Havârîler’in bu iman ve arzuları aslında Allah-u Teâlâ’nın kendilerine bir ilhamının neticesi idi.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Havârîler’e: ‘Bana ve Peygamber’ime iman edin!’ diye ilham etmiştim. Onlar da: ‘İman ettik, bizim müslümanlar olduğumuza şahid ol!’ demişlerdi.” (Mâide: 111)
Allah-u Teâlâ ümmet-i Muhammed’e hitap buyurarak, Havârîler’i bu fazilet ve meziyetlerinden dolayı onlara misal olarak göstermektedir:
“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun!” (Sâf: 14)
Allah-u Teâlâ’nın dinine hizmet ederek, O’nun nurunu âfâka neşretmeye çalışın.
Kulun Allah-u Teâlâ’ya yardımcı olduğu bir mevkiden daha yüce bir makam düşünülemez.
“Nitekim Meryemoğlu İsa Havârîler’e: ‘Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir?’ demişti.” (Sâf: 14)
“Havârîler de: ‘Biziz Allah’ın yardımcıları!’ demişlerdi.” (Sâf: 14)
İşte siz de ey müminler! İsa’nın Havârîler’i gibi Allah’ın yardımcıları olunuz. Peygamber’inizin dâvetini kabul ederek Allah’a tam bir iman ile yardım ediniz!
Havârîler daha önceleri makam sahibi, soylu ve zengin kimselerdi. İsa Aleyhisselâm’a tâbi olduktan sonra, onun uyarması üzerine kendi kazandıkları rızıklarıyla geçinmeye başlamışlardır.
İsa Aleyhisselâm göğe çekildikten sonra, vasiyetini muhafaza edip talimini yapanlar bunlar olmuş, çoğu da zamanla birer birer şehit edilmişlerdir.
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’a ve annesi Hazret-i Meryem’e sunduğu nimetleri anlatırken ona ilk iman edip, yardımcıları sayılan Havârîler’in erdikleri ilâhi ikramları Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurmaktadır:
“Havârîler: ‘Ey Meryemoğlu İsa! Rabb’in bize gökten bir sofra indirebilir mi?’ demişlerdi.” (Mâide: 112)
Havârîler İsa Aleyhisselâm’ı bir insan ve Allah-u Teâlâ’nın kulu olarak gördüklerini göstermek istiyorlardı.
“O: ‘İman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun!’ demişti.” (Mâide: 112)
Onları intibaha dâvet etti. Bu kadar mucizelerin meydana gelişinden sonra, başka bir mucize teklifinde bulunurken Allah-u Teâlâ’dan korkmaları gerektiğini hatırlattı:
“Onlar: ‘İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, senin bize hakikaten doğru söylediğini bilelim ve onu bizzat görmüş şâhitler olalım.” demişlerdi.” (Mâide: 113)
Havârîler özür dileme makamında, maksatlarını ve samimiyetlerini böylece açıklamış oldular.
“Meryemoğlu İsa şöyle dedi:
Ey Allah’ım! Ey Rabb’imiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim hem öncekilerimiz hem sonrakilerimiz için bir bayram ve senden bir delil (mucize) olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” (Mâide: 114)
Çünkü Allah-u Teâlâ rızkın hem yaratıcısı, hem de karşılıksız olarak vericisidir. Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ın duâsını kabul buyurdu.
“Allah buyurdu ki:
Ben onu size şüphesiz ki indireceğim. Bundan sonra da içinizden kim inkâr ederse, âlemlerde hiç kimseye azap etmediğim şekilde ona azap edeceğim.” (Mâide: 115)
Bir mucize isteyip de bu mucize kendisine gösterildikten sonra yine inkâr edenlere Allah-u Teâlâ’nın kanunu ceza vermek suretiyle cereyan eder.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ism-i şerifleri ve vasıfları Tevrat’ta da İncil’de de yazılı bulunuyordu.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onlar ki yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, ümmî Peygamber’e uyarlar.” (A’râf: 157)
Yahudiler Tevrat’ta, hıristiyanlar İncil’de âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler ve onun gelmesini beklediler. Her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve geldiği zaman inanmalarını tenbihledi. Bu sebeple her iki zümre de bu peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamberin Araplar arasından ve yetim bir kimse olarak gönderildiğini görünce, sırf ırkçılık gayretiyle inkâr ettiler. Halbuki onun gerçekten peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler.” (Bakara: 146)
Yahudi âlimlerinin Tevrat’tan, hıristiyan âlimlerinin İncil’den birçok sözleri gizledikleri, âhir zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselâm’ın teşrif buyuracağını müjdeleyen âyetleri tamamıyla kaldırdıkları Kuran-ı kerim’de haber verilmektedir.
İsrâiloğulları peygamberlerinin sonuncusu olan İsa Aleyhisselâm; kendi zamanına kadar gelen dînî hayatı tazelemiş, kendisinden sonra gelecek olan Ahmed-i Muhtar’ı açıkça ismiyle duyurmuş, fikir ve kanaatleri Hatem-ül Enbiyâ Muhammed Aleyhisselâm’a meylettirmiş, göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
“Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Sâf: 6)
İsa Aleyhisselâm’ın Tevrat’ı tasdik etmesi, haber verme itibariyledir. Zira Tevrat’ta hem İsa Aleyhisselâm’a hem de son peygamber Muhammed Aleyhisselâm’a dair haberler vardı. Bu sebepledir ki İsa Aleyhisselâm, Ahmed Aleyhisselâm’ın gelmesinin yakın olduğunu müjdelemek suretiyle bu husustaki haberlerin doğru olduğunu ispatlamıştır.
Ahmed; Allah-u Teâlâ’nın en çok methini yapan kişi mânâsına geldiği gibi, en çok methedilen veya kullar arasından en çok övülen kişi mânâsına da gelir.
Tevrat’ta İsa Aleyhisselâm’ın gönderilmesine dair verilen müjde, onun gelişiyle gerçekleşmiş oldu. Muhammed Aleyhisselâm’ın geleceğine dair Tevrat’ın verdiği müjdeyi İsa Aleyhisselâm tasdik ederek onun geleceğini müjdelemiş ve onun öncüsü olduğunu belirtmişti. Bu, İsa Aleyhisselâm’ın peygamberlik vazifelerinden birisi idi.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Muhammed’in nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten bir yahudi veya hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemlik olur.” (Müslim: 153)
Bu Hadis-i şerif, Resulullah Aleyhisselâm’ın gönderilmesiyle bütün dinlerin neshedildiğine delildir. Hadis-i şerif’in hükmü yalnız Resulullah Aleyhisselâm’ın zamanında yaşayanlar için geçerli olmayıp, kıyamete kadar her devir insanlarına şâmildir. Çünkü ikinci bir peygamber gelmeyecek, başka bir kitap inmeyecek.
İsa Aleyhisselâm Resulullah Aleyhisselâm’ın geleceğini haber verdiği gibi, Resulullah Aleyhisselâm da İsa Aleyhisselâm’ın tekrar gökten inip geleceğini, ümmetine ona uymasını emredip, ne gibi işler yapacağını da bir bir müjdelemiştir.
İsrâiloğulları Romalıların esareti altında zillet içinde yaşıyorlardı. İsa Aleyhisselâm’ın elinden o kadar parlak mucizeleri gördükleri halde, dâvetine icabet etmediler. Çünkü kurtarıcı bir Mesih bekliyorlardı. Bu Mesih’in çok mücadeleci bir kişi olacağına ve diğer milletlerin esaretinden kurtararak Yahudileri dünyaya hakim kılacağına inanıyorlardı. İsa Aleyhisselâm’ı çok yumuşak ve merhametli gördükleri için, onun Mesih olduğuna inanmadıkları gibi, dâvetine kulak vermekten insanları alıkoymaya çalıştılar. Fakat başvurdukları her teşebbüs neticesiz kaldı. İman etmek şöyle dursun, Yahya Aleyhisselâm gibi İsa Aleyhisselâm’ı da öldürmeye karar verdiler.
İçlerinden birini inanmış gibi göstererek havârîlerin arasına soktular. Toplandıkları yeri ve zamanı öğrenip baskın yapacaklardı.
Fakat Allah-u Teâlâ:
“Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır.” (Fâtır: 43)
Âyet-i kerime’si mucibince, kendi kurdukları tuzağa kendilerini düşürdü, plânlarını boşa çıkardı.
Daha sonra Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm’ı öldürmek için tuzak kuranlar hakkında bilgi vererek şöyle buyurdu:
“(Yahudiler gizlice) tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi. Allah tuzak kuranlara karşılık vermekte en güçlü olandır.” (Âl-i imran: 54)
Onlardan daha sağlam tuzak kurar, onları kendi kazdıkları kuyuya düşürür.
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü İsa Aleyhisselâm’a vahiyle durumu haber verdi, tuzak hazırlayanların bu tuzaklarını nasıl başarısızlığa uğrattığını açıkladı.
“O vakit Allah şöyle buyurdu: Ey İsa! Ben seni eceline yetireceğim ve seni nezdime yükselteceğim.” (Âl-i imran: 55)
Allah-u Teâlâ bu beyanı ile İsa Aleyhisselâm’ı yahudilerin elinden kurtaracağını ve kendisine hiçbir eziyet edilmeden, sağ salim göklere kaldıracağını müjdelemektedir.
“Seni inkâr edenlerden tertemiz ayıracağım.” (Âl-i imran: 55)
Artık onlarla bir ilgin kalmayacak, onlar sana bulaşamayacaklar.
“Sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım.” (Âl-i imran: 55)
Bu müjde müslümanlara âittir. Çünkü İsa Aleyhisselâm’a hem de diğer bütün peygamberlere gerçek mânâda tâbi olanlar Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetidir.
“Sonra da dönüşünüz bana olacak.” (Âl-i imran: 55)
İnananların da inkâr edenlerin de gidecekleri yer kıyamet gününde Allah-u Teâlâ’nın mahkeme-i kübrasıdır.
“İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” (Âl-i imran: 55)
Mümin ve muvahhid olanlar ebedî olarak mükâfata erecekler, münkir ve müşrik olanlar da ebedî azaplarla cezalanacaklar.
“İnkâr edip kâfir olanları, dünyada da âhirette de şiddetli bir azaba çarptıracağım. Onların hiç yardımcıları da olmayacak.” (Âl-i imran: 56)