Yaşayanlar ve görenler anlatıyor:
Efendi Hazretleri’ni her gün İkindi namazından çıkınca ziyaret ederdik. Camiden çıkardık, ziyarete giderdik. Âdetimiz öyle idi, öyle alışmıştık. Evin çocuğu gibi girip çıkardık.
Yine bir ikindi sonrasıydı, ziyaretine gittim. Gördüm ki hiç oturmadığı bir yerde oturuyor. Elini öptüğüm zaman: “Atarım! Atarım!” buyurdular. Hem eliyle hem diliyle...
Elini öptüm ve ayrıldım, amma çok üzüldüm. Hayatımda ilk olarak böyle bir hadise ile karşılaşmıştım. Öyle bir hâl içerisine girdim ki, şiddetli bir üzüntü geçirdim. Kapıdan çıkınca gökyüzüne baktım ve Mevlâ’ya iltica ettim: “Allah’ım! Sana ulaşmam için bir bu kapı vardı, bu kapı da kapanırsa benim hâlim ne olur?” dedim ve çok üzüldüm. Bu üzüntü bizde gece de devam etti.
Ertesi günü yine ziyaretine gittim ve kapının yanına oturdum. Fakat bu sefer daha önce mutad olarak oturduğu bir yerde oturuyordu. İlk olarak ben girmişim herhalde ki, başka kimse yoktu. Elini öpmek istedim, elimi tuttu ve gözlerini yumdu, uzun bir müddet murakabaya daldı. Bu arada gelenler olmuş, Le şeklinde içerisi dolmuş. Fakat Efendi Hazretleri kimseye bakmıyordu. Bir müddet sonra gözünü açtı, omuzumu okşadı. ‘Aferin! Aferin!’ diye iltifatta bulundu, amma o iltifat benim kulağıma girmiyordu. Elhamdülillâh beni atmadılar. Kimbilir imtihan ediyordu belki de. Bir kere oldu bu.
Tabii ki burada açık edilemeyecek gizli haller var.
Yaşayanlar ve görenler anlatıyor:
Ramazan-ı şerif’ti. Birgün Efendi Hazretleri’nin huzur-u saâdetlerinde bulunuyordum, hâlen çok gizli bir sırrı ifşâ etti. Bana değil hâlime söyledi, fakat hafsalam almadı, taştı. Yani hafsalamın alamayacağı bir şeydi.
Huzur-u saâdetlerinden çıktım, takriben üç yüz metre ayrılmamıştım ki, yolda giderken çarşının bir noktasında dimağımı açtılar o buyuracakları şeyi kafama koydular. Hem de yolda gidiyorum.
O sözü başkasına söyleseler küfür gibi gelir. Hayat boyunca o sözden elhamdülillah çok istifade ettim “Yağmur yerine Mürşid-i kâmil yağsa bizim için kıymet ifade etmez.” sözü, bundan sonra söylenmişti. Bunların hepsi o sözün içinde gizli idi.
Bunu anlatmak için o kalp o kafa lâzımdır. Bu ise Hazret-i Allah’ın ihsanı ile olur. Anladım demekle değildir, verdikleri kadar anlaşılır.
Hazretimiz bir gün yolda giderken, yaşlı birisi önüne çıkmış ve ders istemiş. “Ooo!.. Geç kaldınız, geç kaldınız!.. Bundan sonra senin dersin: Allah!.. Lâ ilâhe illâllah!.. Hadi bunlara devam et!” buyurmuşlar.
Düzce Posta müdürlüğünden emekli merhum Muhittin Özmen’in naklettiğine göre, huzurlarında bir kimsenin Tarikat-ı aliye’nin aleyhinde konuştuğu söylenmiş;
Kendilerine has şiveleri ile şöyle buyurmuşlar:
“Bilen demez, deyen bilmez. Biz dahi bir zamanlar: ‘Şu tekkeler yıkılsa da yerine harman yeri açılsa!’ derdik.”
Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri’mizin mahdumu Mustafa anlatıyor:
Kore harbi sırasında babam bir gün evde, çok sıkıntılı bir şekilde; buhran içerisinde, çok celâlli idi. Ertesi günü de:
“Oh! Oh!.. Çok iyiler, çok iyiler!.. Çemberi yardılar!” sözlerini işittim ve sevindiğini gördüm.
Bir gün sonraki haber bültenlerinde Kore’deki Türk Alayının “Kunuri” çemberini yardığını duydum.
Hendek’ten her sene Hacc’a giden Tevfik Çavuş gibi tanıdıkları Hazret’imizi bir kaç sefer Kâbe-i Muazzama’da görmüşlerdir.
Tevfik Çavuş her sene Hacc dönüşü Hazret-i Pir’e oralardan selâm getirirmiş. Bir Hacc dönüşü gönderilen selâmı iletmeyi unutmuş. Huzura geldiğinde, kendisine hâl-hatır sormuş, akabinde de şöyle buyurmuş:
“Selâmı aldım! Aleyküm selâm! İyiymiş değil mi? Sağ olsun, eksik olmasın!”
Maddiyata zerre kadar değer vermemişler. Bunun numunesi ise; Bulgaristan’dan Anadolu’ya muhaceretleri sırasında, çok zengin bir çiftlik ağası olan babasının küplerle toprağa gömdüğü altınları dahi gidip almamalarıdır.
Yaşayanlar ve görenler anlatıyor:
“Düzce’nin hafızlarından olan birisi ile huzura çıkmıştık. Ona öyle kızdı ki, öyle kızdı ki! Hiç öyle celâlli görmemiştim. Sonradan öğrendim ki meğer büyük bir günah işlemiş, onun için kızmış.”