Tasavvufî mahiyetteki şiirleriyle meşhur olan Hazret, 1209 yılında Hemedan’da dünyaya gelmiştir.
Küçük yaşta Kur’an-ı kerim ezberleyip, aklî ve naklî ilimlerde büyük bir mesafe katettikten sonra, büyük mutasavvıf Şehâbeddin Sühreverdî -kuddise sırruh- Hazretleri’ne intisab etti. Bir süre sonra da Şeyh’inin istek ve emriyle, riyâzetle meşgul olmak üzre Hindistan’a yerleşti. Dört yıl kadar burada kaldıktan sonra önce Bağdat’a, sonra da Sadreddin-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri’ni görmek maksadıyla Konya’ya gitti. Bir süre de Mısır’da ikâmet eden Hazret, son olarak Şam şehrine yerleşerek, 1289 yılında burada vefât etti.
Fahreddin Irâkî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Divân-ı Şi’r”i ve Muhyiddin-i İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Fusûsu’l-Hikem”ini dinlerken yazdığı “Lemeât” isimli şiir kitabı, günümüze ulaşan en önemli eserleridir.
Hazret, “Lemeât” adlı eserinin “On dokuzuncu Lem’a”sında Allah âşıklarının ruhî yapısı üzerinde dururken, Hâtemü’l-evliyâ’dan başka hiçbir velinin ulaşamayacağı bildirilen “Vahdâniyyet” ve “Ferdâniyyet” mertebesinden şu şekilde bahsetmiştir:
“Âşığın gönlü taayyünden münezzehtir, izzetin kubbesi altında gayb ve şehâdet deryâlarının kavşağıdır. Himmeti çok yüksektir. Deryâyı kadehle bin kere içecek olsa, bir daha içmek ister. Son derece genişliğinden dolayı bütün âleme sığmaz, bilâkis bütün âlem ona karşı görünmez olur. ‘Ferdâniyyet’in, ‘Vahdâniyyet’in alanında hâkimiyetin otağını kurar. Bütün âlemin işlerini orada görür, açmayı, bağlamayı meydana koyar. Kabz ve bast’ı, telvin ve temkin’i aşikâr eyler.” (Lemeât; s. 72, On dokuzuncu Lem’a’dan naklen)