İslâm dinini nasıl parçaladılar?
Deccal’den daha beter olan sapıtıcı imamlar nasıl başladılar, nasıl kurdular, neler yaptılar?
İslâm dinini kendine mâledip parsellemek istediler.
Sonra koyun postuna bürünen bu kurtlar, İslâm dinini âlet ederek müslümanların imanlarını aldılar. Halk parti imanı kaldıramadı, bunlarsa imanı kaldırdı. Halk partinin yapamadığını Deccal’den daha beter olan sapıtıcı imamlar yaptı, zira bir taraftan imanlarını, bir taraftan paralarını aldılar ve böylece halkı imansız hâle getirdiler.
Halk partisi din-i mübin’i yıkmaya çalıştı ve fakat imanı yıkamadı, müminlerin sinesinden çıkarıp alamadı.
Halk parti neler neler yaptı? Tarih bunları belgeliyor.
İslâm’a o kadar düşman idiler ki, dini kaldırdılar, birçok camiiyi yıktılar, birçoğunu ahır dahi yaptılar, bazılarını depoya çevirdiler, bazılarına kilit vurdular.
Bu zâlimler zulümleriyle nice nezih ve temiz insanları ortadan kaldırmak istediler. Gayeleri ulemâyı ortadan kaldırmak ve din-i İslâm’ı yıkmak idi.
Ve fakat Allah-u Teâlâ’da onların hepsini bir bir yere serdi. Âkıbetleri malûm.
Asırlardan beri büyük bir şevkle bağlı bulunduğu İslâm dininden Türk milleti uzaklaştırılmak istenmiştir. Böylece birlik ve beraberliğin en kuvvetli kaynağı kurutulmaya başlanmıştır.
Halk cenaze yıkayacak, cenaze namazını kıldıracak kimse bulamıyordu.
Araplar Türkleri arkadan vurdu denilerek Hacc yasaklanmıştı.
Kur’an toplatılmış, arşivler yakılmıştı. Camiler kapatılıyor, halkevleri açılıyordu. Kur’an kursları ve köy mektepleri kapatılıyor, Kur’an okumak ve okutmak yasaklanıyordu.
Hazret-i Kur’an-ı okutan hocayı jandarmalar döverdi, hakaret ederdi, mahkemeye sevk ederdi.
Bir çok camii de aynı âkıbete uğradı. Depo, ambar olarak kullanıldı. Bazı medrese ve kütüphaneler uzun zaman Halk partisi’nin ocak merkezi olarak kullanıldı.
Aslında Halk partisi deyince; ekmek karnesi, Kur’an kurslarına yapılan baskınlar, idam sehpaları hatırlanacaktır. Minarelerde Türkçe ezan okunmuş, dini herşey yasaklanmıştı.
Halk partisi dini kaldırmaya çalıştı, fakat imanı kaldıramadı. İmanı kaldırmak için ondan sonra imanı çekip alan yıkıcılar türedi, sahte kahramanlar...
İslâm dinini nasıl parçaladılar?
Deccal’den daha beter olan sapıtıcı imamlar nasıl başladılar, nasıl kurdular, neler yaptılar? İslâm dinini kendine mâledip parsellemek istediler.
Sonra koyun postuna bürünen bu kurtlar, İslâm dinini âlet ederek müslümanların imanlarını aldılar. Halk parti imanı kaldıramadı, bunlarsa imanı kaldırdı. Halk partinin yapamadığını Deccal’den daha beter olan sapıtıcı imamlar yaptı, zira bir taraftan imanlarını, bir taraftan paralarını aldılar ve böylece halkı imansız hâle getirdiler.
Şöyle ki suret-i haktan göründüklerinden, bu Halk partisinin zulmünden kurtulan bu millet onları kurtarıcı sandı, imanlı zannetti ve dâvetlerine icabet edip koştular. Bu firavunlar etraflarında kalabalığı görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular, her biri kendilerine göre birer din kurdu ve ilân etti, Hazret-i Allah’a resmen hasım kesildiler, küfre düştüler, bu suretle halkın hem imanını hem de maddesini aldılar. İslâm dininden çıkarmış oldular. Kendi kurdukları sahte dinlerini geçenler bunları ilâh edindiği için, bunlara tapar oldu, yani sözlerini dinler oldu. Artık Allah-u Teâlâ’nın hükmünü dinlemez oldular, bu firavunları ilah edindikleri için bunları hüküm tuttular, yani bunlara taptılar ve bu suretle İslâm’dan çıkmış oldular, Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerine inanmaz oldular.
Görünüşte İslâm ve fakat müşrik olarak yaşamaya koyuldular.
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)
Refahçılar Refah dinine göre, süleymancılar kendi dinlerine göre, Narcılar küfrü hoş görme dinine, Kaplancılar da kaplancılık dinine göre propaganda yapmaya başladılar.
Deccal’in fitnesi çok büyük olduğu halde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sapıtıcı imamları ondan daha beter ve ondan daha tehlikeli saymıştır.
Nitekim bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.
- Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Niçin Deccal’den daha korkunç ve daha tehlikelidir bu sapıtıcı imamlar?
Deccal’in işaretleri bellidir, doğrudan doğruya allahlık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.
Ve fakat bu sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman uleması olsun, hepsi de sûret-i haktan göründüler, İslâm’ın önderi, kurtarıcısı gibi göründüler. Saf ve temiz müslümanlar büyük kitleler halinde onlara iltihak etti ve intisap etti. Şu kadar var ki, aslında sûret-i haktan görünen bu deccaller, bu kitleleri görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular. Etraflarında kendilerine göre bir kalabalık görünce, hepsi de ayrı ayrı dinlerini ilân ettiler. Kendi kurdukları dini ayakta tutabilmek için Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar. Kendi dinlerinin icaplarını ortaya koydular ve kitleler halindeki müslümanları hem kurdukları dine çekerek imandan ettiler, diğer taraftan dünyalıklarını soydular ve yoldular.
Oysa Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruyor:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.’” (Tirmizî)
Buna da âmil olan, İslâm maskesi altında Din-i mübin’e yaptıkları büyük tahribattır.
Nitekim onların sapıtması ile yoldan sapanların âhirette cehenneme düştükleri zaman bu sapıtıcılara şöyle söyleyecekleri Âyet-i kerime’de haber verilmektedir:
“Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz.” (Saffat: 28)
Firavun, ahirette avanesinin önünde cehenneme gittiği gibi, bu sapıtıcı imamlar da küfre kaydırdığı kimselerin hepsinin cehennemde öncüleridir.
Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktılar, şeytanın adımlarına uydular. Onun içindir ki bu hale düşmüşlerdir. Bu hale düştükleri gibi, müslümanları da bu hale düşürmüşlerdir.
Din kuran bu sapıtıcıların hepsi bu gaye için çalıştılar. Gizli veya âşikâr olarak allahlık dâvâsında bulundular.
Önce Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’sini inkâr ediyor, kendi dinini kuruyor, kendi dinine göre icraat yapıyor, bu allahlık dâvâsıdır. Firavun bunu yapamadı. Deccal da bunu yapamıyor. Çünkü deccal doğrudan doğruya allahlık dâvâsı güdecek. Amma bunlar suret-i haktan göründüler. Bunlar deccalin yapamadığını yaptılar. Deccal hâşâ allahlık dâvâsı güdecek, kâmil iman sahibi olanlar aldanmayacak fakat bunlar müslümanım diye müslümanları aldattılar.
Çünkü bunlar din-i İslâm’ı paramparça ettiler.
Her bir bölücü dinlerini kuvvetlendirmek için bir taraftan Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini çürütmeye çalışırlar, diğer taraftan da saptıkları yol üzerinde yürümeye çalışırlar.
İşte Deccal bunu yapamaz. Deccal’den beter oluşları, sûret-i haktan görünüşlerinden oldu. Böylece birçok müslümanları hem imanlarından soydular, aldılar, hem dünyalarını hem ahiretlerini yok ettiler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu gibi kimseleri çok iyi bildiği ve geleceklerini gördüğü için ümmetine bildirmiştir.
Zira bunlar yeryüzünde büyük fesat çıkaranlardır.
Ebu Said-i Hudri -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptıkları işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)
Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an(ın feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buhârî. Tecrid-i Sârih: 1783)
Hadis-i şerif'ten anlaşılıyor ki, bu kadar ibadet ve taatlarına, Kur'an-ı kerim de okumalarına rağmen ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkmışlardır. Neden dinden çıktıklarına dair hiç bir iz de yok gibi görünüyor? Fakat Âyet-i kerime'ler incelendiği zaman göreceksiniz ki, sırf bölücü olmalarından dolayı Allah-u Teâlâ onları dinden çıkarıp atmıştır. Artık zanlarının hükmü yoktur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelecekle ilgili hadiseler hakkında bilgi verirken bir noktasında şöyle buyuruyorlar:
"Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zâttır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." (Müslim, Fiten)
Bu Hadis-i şerif'i burada arzetmekteki gayemiz, siz bunları dıştan dinde kahraman gibi görürsünüz. Oysa ki bunlar sahte kahramandır. Allah-u Teâlâ bunlara hidayet vermemiştir. İmansız olarak yaşarlar, bütün iş ve icraatları gösterişten ibarettir.
Din kuran bu sapıtıcıların hepsi bu gaye için çalıştılar. Gizli veya âşikâr olarak Allahlık dâvâsında bulundular.
Allah-u Teâlâ bunların içyüzlerini Âyet-i kerime’lerinde belirtiyordu.
Meselâ:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Böylece bu sapıtıcı imamlar Deccal’den daha beter oldular. Nefsini ilâh edinen bu imansız imamlar bu halkı kandırmaya çalıştılar. Acaba Allah-u Teâlâ’yı da kandırmaya çalışacaklar mı?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Biz o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur’an’ı parça parça edenlerdir. Rabb’in hakkı için onlara mutlaka yaptıklarından soracağız.” (Hicr: 90-93)
İlâhî hükümleri kendi dinlerine göre çevirmek istiyorlar. Asıl gayeleri budur. Âyet-i kerime’yi gösteriyorlar, kendi dinine göre hüküm veriyorlar, böylece Hazret-i Kur’an’ı parçalamış oluyorlar.
Refahçısı refah dinine göre hüküm vermedi mi, narcısı narcılık dinine göre hüküm vermedi mi, süleymancısı süleymancılık dinine göre hüküm vermedi mi, kaplancısı kaplancılık dinine göre hüküm vermedi mi? Dini bu şekilde paramparça ettiler.
Bunlar size birbir tekrar izah edilecek.
“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak.” (Müminun: 54)
Allah-u Teâlâ burada bölücülerin ne kadar sapmış olduğunu ve dalâlet batağında yüzdüğünü bir bir beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!” (Müminun: 55-56)
Buradaki murad-ı ilâhî, Allah-u Teâlâ bunlara karşı o kadar gazaba gelmiş ki, bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini, daha büyük azapla yakalamak için bol günah işlemelerini sağlamaktadır. Çünkü dünya Allah-u Teâlâ’nın yanında sevimsizdir. Amma bu sapmışların, bu gafillerin farkında da olmadıklarını buyuruyor, iman edenlere duyuruyor.
Yani bu koyun postuna bürünen türemelere bu herhalde çok pahalıya mâlolacak, bunun karşılığı cehennemdir.
“Hepiniz O’na yönelin ve O’ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın.
Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Rûm: 31-32)
Allah-u Teâlâ kullarının kendisine yönelmelerini, yalnız kendisinden korkmalarını ve kulluk yapmalarını, nefislerini ilâh edinmemelerini emir buyuruyor. Zira bu bir şirktir, yapan müşriktir. Kim ki bu emr-i ilâhi’yi dinlemezse, onun Hazret-i Allah ile ve İslâm dini ile ne ilgisi kalır?
Bu Âyet-i kerime’de de Allah-u Teâlâ, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan bölücülerin müşrik olduğunu ve tuttukları yoldan memnun olduklarını beyan buyuruyor.
Kendi yanında bulunan dinden murad, yaptıkları isimdir. Kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Bunun böyle olduğunu çok iyi bilin.
Aynı zamanda Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyuruyor ki:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadır.” (Yâsin: 21)
Bütün bölücülerin doğru yolda olmadığına dair iman edenler için bu Âyet-i kerime delildir.
Refahçılar refah dinini, narcılar küfrü hoş görme dinini, süleymancılar faiz başta olmak üzere bütün dinî hükümleri yok etme dinini kurdular, kaplancılar da dini dünyaya âlet ederek şöhret elde etmek ve para toplamakla kendi kendilerine küfür diyarında İslâm hilâfeti kurma sevdasına düştüler ve şimdi de şeytanın maskarası oldular.
Hülasa sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman ulemâsı olsun, bütün bunlar din-i İslâm’a cephe aldılar. Onu yıkmak için, kurdukları dinlerini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar.
Bunların içinde kimisi “İmam benim” dedi, kimi sahte İsa, kimisi sahte Mehdi kesildi, kimisi “Ben Dabbetül-arz’ım” dedi.
Bunların fesatlarını, sahte, yalancı olduklarını ve küfre kaydıklarını ortaya koymak için her mevzuda Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile izah ve ispat ettik.
Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’sinde:
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” (En’am: 153)
Buyurduğu halde, bunlar Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktılar, kendi uydurdukları sapmış yollara saptılar ve din-i İslâm’dan çıktılar.
•
Kâfir olanlar alenen, münafık olanlar sinsice, din kurucu imansız imamlar ise kurdukları dinlerini ayakta tutmak için, İslâm dinini yok etmek için bütün güçleri ile çalışıyorlar.
Bunlar nefsini ilâh edinen ve Hazret-i Allah’a hasım kesilenlerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu ümmetin yetmişüç fırkaya ayrılacağını, yetmişikisinin cehennemlik olduğunu beyan buyurmuştur.
O bir fırkaya gelince, o fırka kıyamete kadar devam edecektir.
Onlara muhalefet edenler hiçbir zarar veremeyecekler, bilâkis imanlarının artmasına, Allah-u Teâlâ’ya sığınmalarına ve yaklaşmalarına vesile olur.
Bu mülkün sahibi mahlukunu imtihan etmek için sahneye gönderdi. Dilediğine dilediği kadar fırsat veriyor. Fakat zamanı gelince hepsinin ruhsatını alacak ve imtihana çekecek.
İşte bu dokuz fırka din-i mübin’i böylece yıkmaya, imanları almaya çalıştılar. Bu milleti şaşırttılar ve bu milleti bu hale koydular.
Günümüzde kâfirden daha tehlikeli olan münafıklar içten türedi, iman kalesini içten yıkmaya başladılar. Bunlar diğerlerinden daha tehlikelidirler. Çünkü kâfirin hedefi var, bunların hedefi yok. Bu sapıtıcı imamlar sûret-i haktan göründüler, hepsi de müslümanları kurdukları dinlerine ayrı ayrı dâvet ettiler.
Nitekim bu tehlikeyi gören Bediüzzaman Hazretleri buyururlar ki:
“Bana ızdırap veren, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi. Onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi, şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezemez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye vaktim bile yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbâli selâmet olsa.” (Bediüzzaman Said Nursi: Eşref Edip; sh. 16)
Bediüzzaman Hazretleri onları çok evvel görmüş. Deccalden daha beter olan sapıtıcı imamları ve onların türemelerini tarif ediyor. Aynı zamanda âhir zaman ulemâsını tarif ediyor. İşte bizim asıl vazifemiz bu dokuz tâife ile çarpışmaktır.
Bediüzzaman Hazretlerinin feryadına şaşıyor musunuz? Bir iman âbidesi olan bu zât nasıl feryat etmesin?
Kendi yolunun yolcuları teheccüd namazı dahi kılarken; sapıtıcı imam, onları imandan ve İslâm’dan çıkardı. İlâh edindikleri bu sapıtıcıya tâbi olanların hepsine küfrü hoş gösterdi ve küfrün içine düşürdü. Hepsinin kalbine küfür tohumu ekti. Papazları hazret kabul etti.
Nefislerini ilâh edinmişler, alabildiklerine İslâm âlemine ve müslümana zulmediyorlar. Ellerinden gelse din-i İslâm’ı kökünden koparmaya çalışacaklar.
Bunlar nasıl allahlık dâvâsı güttüler, size açıklayayım.
Sûret-i hakk’tan görünen bu bölücüler, evvelâ kendilerini İslâm’ın ön safında gösterdiler ve İslâm’ın müdafisi gibi göründüler. “Hakk geldi bâtıl gitti.” diyerek ortaya çıktılar ve ortalığı çınlattılar. Saf müslümanlar hak zannıyla saflarına geçti, çünkü imana susamışlardı. Bu suretle etraflarında fertler toplandı. Vaktaki birazcık iktidara gelince ve koltuğa oturunca, Hakk’ı bıraktılar, bâtıl olan maddeye sarıldılar. İçleri dışarıya çıktı. Sonra kendilerine tâbi olanların imanlarını soydular ve halkı da kaz gibi yoldular.
Allah-u Teâlâ: “Bu dimdik ayakta duran dindir.” buyurduğu halde, bu Âyet-i kerime’yi inkâr etti. “Refahtan başka dinler patates dinidir.” dedi.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Allah katında din İslâmdır.” (Âl-i imrân: 19)
Buyurdu. O ise bu Âyet-i kerime’yi inkâr etti, refahtan başka İslâm yoktur dedi, küfre kaydı ve kaydırdı.
Her bir Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor. Doğrudan doğruya allahlık dâvâsı güdüyor.
Aynı zamanda Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde buyuruyor ki:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadır.” (Yâsin: 21)
Bütün bölücülerin doğru yolda olmadığına dair iman edenler için bu Âyet-i kerime delildir.
Onlar: “Hak geldi, batıl gitti.” dediler. Fakat meğer onların taptıkları madde imiş, sonra hakkı ceplerine attılar, batıl olup çıktılar.
Oysa Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
“Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir.” (Enbiyâ: 18)
Ve dikkat ederseniz bunların beyinleri parçalandı, artık tutunacak yerleri kalmadı. İşte bunlar da yok olup gittiler, isimleri kaldı.
Sizin sahte dininiz bu nurun karşısında dayanamaz.
İşte Allah-u Teâlâ sizi böylece parçaladı.
Zira biz sadece O’nun ahkâmını tebliğ ediyoruz.
Bunlar nasıl allahlık dâvâsı güttüler. Kurduğu dinine neler mâletmek istediğini size açıklayayım
Daha önce de size bu on maddeyi izah etmiştik:
1. Allah-u Teâlâ 1400 küsür sene evvel kendi dinini ilân etmiş ve Âyet-i kerime’sinde:
“Allah katında din İslâmdır.” (Âl-i imrân: 19)
Buyurdu. Erbakan ise bu Âyet-i kerime’yi inkâr etti ve Düzce konuşmasında: “Refahtan başka İslâm yoktur.” dedi. Hem küfre kaydı, hem de kaydırdı.
Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, o ise bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor ve böyle söylüyor. Bu sözü ile alenen Hazret-i Allah’a karşı geldiğini resmen ilân etti.
Gerek din kurmakla, gerekse bu Âyet-i kerime’yi inkâr etmekle bu adam allahlık dâvâsı gütmüştür ve bu Âyet-i kerime’ler mucibince küfre kaymıştır. Çünkü bir tek Âyet-i kerime’yi inkâr eden kâfir olur. Bu böyledir, bunu katiyetle bilin.
2. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imrân: 85)
Buyurdu. O ise kendi dinine girmeyenler hakkında Sivas Sıcakçermik konuşmasında: “Refah partisi’nden olmayanlar patates dinindendir.” dedi. Hem küfre kaydı, hem de başkalarını küfre kaydırdı.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Bu dimdik ayakta duran dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” buyuruyor. (Rûm: 30)
3. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus: 62)
Buyurduğu halde, o ise herşeyi kendisine mâletmek istediği gibi bu Âyet-i kerime’yi kendisine mâletti ve Refah dinine hizmet etmeyenlerin veli olamayacağını açık olarak söyledi, bu Âyet-i kerime’yi inkâr etti, burada da küfre kaydı. Hem kendisi küfre sapmış oluyor, hem de halkı sapıtıyor.
İşte bunun için bu sapıtıcıları size tarif ediyoruz. Bu kadar izahtan sonra onlara meylederseniz, siz de onlardansınız!
4. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Hacc’a gidip gelmeye gücü yeten herkesin Kâbe’yi ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnidir.” (Âl-i imrân: 97)
Buyurduğu halde: “Refahçı olmayanın Hacc’ı kabul olmaz.” dedi, bu ilâhî hükmü inkâr etti. Nefsi ilâhlık dâvâsı güttü, İslâm dinini hükümsüz saydı, refah dinini esas tuttuğundan ötürü buradan da küfre kaydı.
5. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak fakirlere, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya mahsustur. Allah bilendir, hükmünde hikmet sahibidir.” (Tevbe: 60)
Buyurduğu halde: “Zekâtı bize vermezseniz kabul olmaz.” dedi, bu Âyet-i kerime’yi de inkâr etmiş oldu, doğrudan doğruya kendisini Allah yerine koydu. Hem dinini ilân ediyor, hem de dinine göre konuşuyor. Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini hükümsüz sayıyor, kendi sözlerini hüküm yerine koyuyor. Bunu dinleyen ve yapan Hazret-i Allah’a ve Kitabullah’a inanmış değildir. Ona uyan ondandır, İslâm dini ile hiçbir ilgisi kalmamıştır.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde:
“Allah’ın kelâmını değiştirmek isterler.” buyurur. (Fetih: 15)
İşte bunlar sapıtıcıların ta kendisidir!
6. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Nikâhınıza aldığınız kadınların mehirlerini bir hak olarak seve seve verin. Bununla beraber eğer mehirlerinin bir kısmını kendiliklerinden gönül hoşnutluğu ile size bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin.” (Nisâ: 4)
Buyurduğu halde: “Refahçı olmayanın nikâhı sahih olmaz.” dedi. Hem kendisi küfre kaydı, hem de kendisine tâbi olan türemelerini küfre kaydırdı.
7. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde:
“Müminler kardeştirler.” (Hucûrât: 10)
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Peygamber’idir. Bir de, Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir.” (Mâide: 55)
Buyurduğu halda, partinin Ankara’da 4. Olağan Kongresinde yaptığı açıklamalarla; Hazret-i Allah’a secde etmeyenleri, Hazret-i Kur’an’ı inkâr edenleri, İslâm’ı yaşamayıp, abdestle gusülle ilgisi olmayanları: “Kardeş olarak kucaklıyoruz.” demiştir.
8. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey inananlar! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144)
Buyurduğu halde, yahudi ve hıristiyanlarla müslümanların eşit olduğunu söyledi. Burada da apaçık küfre kaydı ve kendisine tâbi olanları da küfre kaydırdı.
9. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücadele: 22)
Buyurduğu halde ayrı bir parti kurarak bölücülük yapmış, Allah-u Teâlâ’nın hizbine karşı partisini ilân etmiş, kendisi küfre kaydığı gibi türemelerini de küfre kaydırmıştır.
İşte bunlar sapıtıcıların ta kendisidir!
10. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Mümin kadınlara da söyle! Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet (yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan, (yüz ve eller) müstesnâdır. Baş örtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nûr: 31)
Buyurduğu halde setir hakkındaki Âyet-i kerime’leri inkâr edip setrin kalkması için imza vermiştir.
Onun bu hareketi şu Âyet-i kerime’ler mucibince de büyük bir küfürdür:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (Mâide: 45)
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar fâsıklardır.” (Mâide: 47)
Önce O’nun indirdiğini reddetmekle küfür suçu işlemiştir. İkinci olarak O’nun hükümlerini çiğnemekle zulüm suçunu işlemiştir. Üçüncü olarak ise sapmakla fâsık olmuştur.
İlk din kuran Erbakan’dır. İlk para toplayan Erbakan’dır. İlk olarak müslümanları İslâm dininden kaydırıp kendi dinine sokan yine odur. İlk çığırı o açmıştır.
•
Ve ben size bunları Âyet-i kerime’lerle bir bir izah ediyorum. Bunları yanlış derseniz cevap bekliyorum. Bize göre İlâhî hüküm esastır, mahlukun hiç hükmü yoktur.
Elhamdülillâh müslümanım, ilâhî hükme göre konuşuyorum ve hüküm veriyorum.
Ey refahçılar vicdanınıza bir danışın! Müslüman mı olacaksınız, yoksa refah dininde mi kalacaksınız?
•
Ben size açık konuşuyorum, doğru sözlü iseniz Âyet-i kerime ile cevap verin.
Müslüman gibi görünüyorsunuz, fakat müşrik olarak yaşıyorsunuz. Size bunu da izah edip açıklıyorum.
Meselâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Her kim arrâfe sihirbaza veya falcıya gidip birşey sorar ve onun dediğini tasdik ederse Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e indirileni inkâr etmiş olur.” buyurmuşlardır. (Bezzâr)
Rahipler, papazlar kendi arzularına, hevâ ve heveslerine göre kitap yazmışlar, hıristiyanlar da onlara uymuş ve onları ilâh edinmişlerdir.
Onlar zamanında Allah’ı bırakıp hahamları, rahipleri kendilerine ilâh edinip peşlerinden gittiler. Onların arzularına göre hareket ettiler. Bu ümmet yetmişüç fırkaya ayrıldığı gibi onlar da yetmişiki fırkaya ayrıldılar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir.” (Ahmed bin Hanbel)
Onların Allah-u Teâlâ’yı bırakıp da ilâhlarına uyduklarına dair en büyük delili arzedeceğiz.
Yahudi ve hıristiyan ulemâsı bir delil isnat etmeksizin birçok mesele ihdas ederek; dinlerinde haram olan şeye helâl, helâl olan şeye haram demişler, avam tabakası da bunları kabul etmişlerdir. Erbakan’ın bunlardan ne farkı var? Ey refahçılar! İlâhî hüküm meydanda iken siz de ona uyduğunuz için, sizin yahudilerden ve hıristiyanlardan ne farkınız var?
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti.
Allah’tan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Tevbe: 31)
Bu Âyet-i kerime’nin mânâsını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz açıklamıştır.
Şöyle ki:
Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim, boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine’ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm’a bazı sorular sordu. “Bu âyet bizi âlimlerimizi, rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları kendimize rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?” dedi.
Resulullah Aleyhisselâm;
“Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?” diye sorunca Adiy: “Evet böyledir.” diye tasdik etti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir.” buyurdu. (İbn-i Kesir)
Dolayısı ile bu Hadis-i şerif, Allah-u Teâlâ’nın Kitab’ını kenara iterek, haramı helâl, helâli haram yapanların nefislerini ilâh ve rab ittihaz ettiklerini, onlara uyup peşinden gidenlerin de onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır. Allah’a inandık deseniz bile, bu iddiânızın inandırıcı olmadığı ortadadır.
İşte bunlar nefislerini ilâh edinenlerdir. Bunlara uyanlar da bunlara tapmış olur ve onlardan olur, İslâm’la hiçbir ilgileri kalmaz.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Allah’ın kelâmını değiştirmek isterler.” buyuruyor. (Fetih: 15)
İşte delili ve ispatı budur. Âyet-i kerime’lerle izah ve ispat ediyoruz, siz bu hükümlere inanmayıp neye inanacaksınız?
Adiy bin Hâtim bu hakikati görünce ve duyunca müslüman oldu, sahabi olmakla şereflendi. Fakat dikkat ederseniz, bunca hakikatleri önlerine serdiğimiz halde, bu bölücülerden hangi birisi tevbe etti de müslüman oldu?
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Bu mucize bir Hadis-i şerif’tir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz 1400 sene sonra olacak hadiseleri mucize olarak haber vermiştir.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Onların iman etmeleri beklenilemez.
Diğer bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid’atlar istilâ edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiçbir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’at da onların her hâllerine sirayet edecek.” (Ebu Dâvud)
İmamlara iman eden, Allah-u Teâlâ’ya iman etmemiştir. Binaenaleyh bu imamlar size hep Allah-u Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri mübah gösteriyor, helâl olarak kabul ettiriyorlar. Ve siz de onlara uymakla İslâm’ı bıraktığınızdan ötürü, onlara inanıyorsunuz. Allah-u Teâlâ’nın hükmünü arkaya atıyorsunuz ve böylece dinden imandan ayrılmış oluyorsunuz.
•
Allah-u Teâlâ Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’si ile bir hudut çekti ve şöyle buyurdu:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Allah-u Teâlâ böyle ferman buyurduğu halde bunlar her fırsatta para dilenmedi mi? Bu zümreler İslâm’dan çıkmadı mı?
Binaenaleyh ölçü ve hüküm budur. Lâfa lüzum yok! Kim ki para topluyorsa bu hükme dahildir, bu Âyet-i kerime’nin kapsamı içindedir, bütün hitabım onlaradır. Bütün bu para toplayanların doğru yolda olmadığına bu Âyet-i kerime delildir. Doğru yolda olduğunuza dair siz de bir Âyet-i kerime getiriverin. Getiremediğiniz takdirde, nereye kaydığınızı siz de görün!
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar ateş ehlidirler ve orada ebedî kalacaklardır.
Ne kötü gidilecek yerdir orası!” (Teğâbün: 10)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ilâhî hükümleri tebliğ ederken karşıdakini kabul edecek mi etmeyecek mi hesabını yapmıyordu. Hüküm budur. Fakire de bu verilmiş. Allah-u Teâlâ’nın hükmü budur diyoruz. Kabul etmiş etmemiş, onun hesabını o yapsın ben yapmam.
•
Üsâme -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü bir kişi getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen döndüren merkep gibi döner. Cehennem halkı onun yanına toplanır da ‘Ey filân! Bu ne hal? Sen bize iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışmaz mıydın?’ derler. O da ‘İyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülükten vazgeçirmeye çalışırdım da onu kendim yapardım.’ cevabını verir.” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1351)
İşte bunların cehennemdeki hâli budur. Çünkü bunlar küfre imrendiler, küfrü imana tercih ettiler. Âkıbetleri de budur!
Dikkat ederseniz size hep Âyet-i kerime izah ediliyor.
Süleyman Efendi ilk çıktığı zaman talebelere Kur’an-ı kerim ve Arabiyyet okutuyor diye, halk büyük bir iştiyak ile iştirak etti. Ve fakat bu çok sürmedi. Öyle korkunç türemeler türedi ki imandan zerresi dahi kalmadı.
Damadı Kemal Kacar kendi dinini kurunca: “Bizim dinimize göre fâiz helâldir.” diyerek fâizin helâl olduğunu ilân etti.
Süleymancılar resmen gazeteye kadar gittiler, onların dininde fâizin helâl olduğunu ilân ettiler.
Fâize çığır açtılar. Böylece fâiz kapılarını açtılar, imanı zayıf olanların hepsi o kapıdan dışarı çıktı. İlk defa fâizin helâl olduğunu onlar söylediler. Para, öşür ne varsa topladılar, böylece ilk çığırı açmış oldular.
Oysa fâizin azı da çoğu da İslâm dinine göre şiddetle haramdır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân edip büyük isyanda bulunanlara müslüman denir mi?
Çeşitli kurnazlıklarla halkın malını yoldular. Bunları hep İslâm dini namına yapıyorlardı ve din-i İslâm’ı böylece tahrip ediyorlardı. Bu hareketleri onların dinine göre idi. Ve fakat bunlar İslâm namına yapıyorlardı. Halbuki bunlar İslâm dininde yok.
Bu sapıtıcı nankörlerin halkı nasıl yolduklarını, dinlerinin para olduğunu geçimlerinin dilencilik olduğunu biliyorsunuz.
Onlar doğru yolda olsalardı Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’si mucibince kimseden para dilenemezlerdi.
Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruyor. (Yâsin: 21)
O ise para toplayıp trilyonlarca lirayı fakirin hakkı olduğu halde binaya, lükse, süse harcamış, müslümanların yaptırdığı cami ve Kur’an kurslarını gasp etmişlerdir.
Birkaç çocuk âlet ederek, güyâ İslâm dinini öğretiyorlarmış gibi göstererek onlara Süleymancılık dinini aşılıyorlar. Hem talebelere yardım adı altında, onları âlet ederek zekât, öşür, fitre, kurban derisi... topluyorlar, hem de ayrıca talebelerden para alıyorlar. Halk da hâlâ onları müslüman zannediyor.
O kadar ileriye gittiler ki Âyet-i kerime’ler onların içyüzünü ortaya koyunca Hazret-i Allah ve Resul’üne harp ilân ederek din-i İslâm’dan çıkmakla kalmadılar. Hazret-i Allah’ı ve Kitabullah’ı şikayete kalktılar.
Böylece Hazret-i Allah’a dahi hasım kesildiler.
Âdil-i Mutlak olan Hazret-i Allah’ı mahkemeye verip şikayet eden, Hâlik-ı Azimüşşan’ı mahlûkuna dâvâ eden, Kelâmullah’ın haklarında verdiği hükmü inkâr edip beğenmeyen, Âyet-i kerime’leri numara numara mahkemeye veren, kıpkızıl küfre kayan Süleymancılar, fâizi helâl ilân ettikleri gibi, din-i İslâm’ın haklarında verdiği hükme itiraz ve inkâr ettiler. Hazret-i Allah ve Resul’üne alenen harp ilân ettiler.
Hazret-i Allah’ın haklarında verdiği hükümden o kadar rahatsız oldular ki, Hâlik-ı Azimüşşan’ı mahlûkuna, Âdil-i Mutlak olan Hazret-i Allah’ı mahkemeye dahi şikâyet ettiler.
Çünkü onlar, Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a iman etmedikleri gibi, Kelâmullah’a da iman etmedikleri için mahkemeye verip şikayet ediyorlar.
“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” (A’râf: 54)
Hiçbir mahlûkun ve hiçbir topluluğun hükmü yoktur.
Âyet-i kerime’sinde:
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabb’im olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” buyuruyor. (Şûrâ: 10)
Bütün insanlar, cinler, hatta melekler dahi Allah-u Teâlâ’nın bir tek Âyet-i kerime’sini inkâr edip karşı çıksalar hepsi kâfir olurlar.
Bunlar ise; Allah-u Teâlâ’ya, Resulullah Aleyhisselâm’a, Kelâmullah’a iman etmedikleri gibi, mahkemeye verip şikâyet ettiklerinden, Âyet-i kerime’leri ve Hadis-i şerif’leri inkâr ettiklerinden, daha büyük küfür ehlidirler ve hatta kıpkızıl küfrünü ilân etmişlerdir.
Bunlar öyle kimselerdir ki:
Hazret-i Allah’ı, Kelâmullah’ı mahlûka şikayet etmişlerdir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Onlardan ölen bir kimsenin namazını sakın kılma! Mezarı başında da durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Peygamber’ini inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.” (Tevbe: 84)
Allah-u Teâlâ’nın emri budur.
•
Süleymancılık dinine mâlettiği hususlar:
1. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın.” (Bakara: 278)
Buyurduğu halde; Kemal Kacar “Fâiz helâldir.” diyerek, kendi dinine göre hüküm vermiştir. Hem kendisi küfre kaymış, hem de kendisine tâbi olan türemelerini küfre kaydırmıştır.
Allah-u Teâlâ müminlerin iman etmiş olabilmeleri için fâizi terk etmelerini şart koşuyor ve imanı fâizi bırakmaya bağlıyor. Allah’tan korkup da arta kalan fâizden vazgeçmedikleri takdirde imanla alâkaları kalmıyor. Onlar her ne kadar mümin olduklarını iddiâ etseler de mümin değildirler. Allah-u Teâlâ’nın beyanı, şüphe bırakmayacak şekilde açıktır ve katidir.
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Onların Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilan etmelerinin mânâsı; Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a en büyük isyan ve tuğyanda bulunmanın ifadesi demektir. Böyle bir durumda, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân edip büyük isyanda bulunanlara müslüman denir mi?
Bu Âyet-i kerime’ler Allah-u Teâlâ’nın hükmüdür. İslâm’la küfür Âyet-i kerime ile ayrılmış oldu. O ise Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor, kendi arzusunu hüküm yerine koymak istiyor. Yani “Benim dinimde bu geçerlidir.” diyor.
2. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’âm: 159)
Buyurarak İslâm dininde ayrılık, senlik-benlik olmadığını beyan ettiği halde; Süleymancılık dinini ilân etmiş, İslâm’da bölücülük yapmış, İslâm’ın dışına çıkmıştır.
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’si ile: “Ben onlardan ilgimi kestim, sen de kes!” buyuruyor ve bunu kat’î olarak bildiriyor.
Bu Allah kelâmıdır, Allah-u Teâlâ’nın beyanıdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruyor. (Münâvî)
Allah-u Teâlâ kulluğundan, Resulullah Aleyhisselâm da ümmetliğinden çıkarmış oldu.
3. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Buyurarak dilenmenin, para toplamanın Allah-u Teâlâ’nın dininde yasak olduğunu beyan ettiği halde; para toplayıp trilyonlarca lirayı fakirin hakkı olduğu halde süse; lükse harcamış, müslümanların yaptırdığı cami ve Kur’an kurslarını gasp etmiştir.
Bu Âyet-i kerime İslâm’la küfrü ayırmıştır.
Görülüyor ki onlar bu Âyet-i kerime’leri inkâr ediyorlar.
Ve bu Âyet-i kerime’ler onların içyüzlerini ortaya koyunca: “Niçin bizim içyüzümüzü ortaya koyuyor?” diye Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a hasım kesildiler.
Ve intikam için Hâlik-ı Azîmüşan’ı mahlûkuna şikayete kalktılar, Kur’an-ı Azimüşan’ı mahkemeye verip şikâyet ettiler. Suç unsuru olarak Âyet-i kerime’leri göstermeye cüret ettiler. Cumhuriyet Savcılıkları’na verdikleri ihbar ve şikâyet dilekçelerinin metinleri ilgili kitaplarımızda neşredilmiştir.
Hazret-i Allah’ı şikâyet etmeleri küfürde olduklarına dâir en güzel bir delil değil midir? Müslüman olan Yaratan’ını kullarına şikâyet edebilir mi hiç?
Süleymancılar nasıl küfre kaydılar?
Onlar da dinlerini ilân etti. İmanları para oldu.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan din veya kitapla sevinmektedir.” (Müminûn: 53)
Bunlar yetmiyormuş gibi, ilâh edindikleri kâfir de bizzat Tercüman gazetesine gidip “Benim dinime göre fâiz helâldir!” dedi ve bunu ilân etti.
Bununla hem dinini ilân ediyor, hem Allah-u Teâlâ’nın emirlerini inkâr ediyor, kendi dininin hükmünü yürütmeye çalışıyor.
İşte bu imansız imamların Deccal’den daha beter oluşları bu yüzdendir. Firavun dahi bu kadarını yapmadı. Çünkü Firavun doğrudan doğruya Allahlık dâvâsı ile çıktı, hiçbir zaman kâmil iman sahipleri ona aldanmaz, Deccal’e aldanmayacağı gibi.
Her bir Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor. Bunlar doğrudan doğruya allahlık dâvâsında bulundukları için bunlara firavun diyoruz.
Ve fakat suret-i haktan göründükleri için saf müslümanlar bunlara inandı, dinlerine girdi ve küfre batmış oldular. Onlar da onların türemesi oldu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde: “Koyun postuna bürünen kurtlardır.” buyurdu.
Bir bakın bu halkı İslâm dini namına nasıl soydular, nasıl yoldular?
Halkı kaz yerine koyuyorlardı, böylece yolup soyuyorlardı. Yani siz çalışın biz yiyelim. Şimdi ise o hâl kalktı.
Şimdi artık gasp edecek kuvvetleri kalmadı, dilendirecek talebeleri kalmadı. Ancak hazır yiyiciler hasılat zamanında toplayabildiklerini topluyorlar, onlarla geçiniyorlar. Bir yere beş-on defa girebiliyorlar. Hiç utanma diye bir şey yok. Sen çalış ben yiyeyim.
Bir yerden yardım gelmeyince şimdi paraya muhtaçlar.
İşte Allah-u Teâlâ onlara bu kapıyı kapatıyor.
İnşaallah yakında Cenâb-ı Hakk bütünlüğü sağlayacak birini gönderir. Dinimizi ve vatanımızı bölen bölücülerden kurtarır. Bir vücut haline getirir. Sizi sorguya çeker. Şu gasp ettiğiniz malları, halktan emdiğiniz kanları sorguya çekmekle, sizde ne yurt kalır ne de keş’ane.
Bizim yürüdüğümüz gibi Hazret-i Mehdi de bunların üzerine yürüyecek. Fakir şimdi yolu açıyor, bunları meydana koyuyor, Hazret-i Mehdi bunları yok etmek için gelecek. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde fitnenin onlardan çıktığını, yine onlara döneceğini beyan buyurmuştur.
Fakir onları kalemle yok etti.
Narcılara gelince;
O zât-ı âlinin yolunda bulunuyormuş gibi göründüler, çocuklara teheccüd namazı dahi kıldırırlardı. Fakat bu çok sürmedi, asıl hüviyetlerini ortaya koydular. Küfrü resmen hoş gördüler, Allah-u Teâlâ’nın haklarındaki Âyet-i kerime’yi inkâr ettiler. Onlara tâbi olanlar küfürde kaldı ve sonra da küfür diyarına sığındı.
Sûret-i haktan görünüp vaaz ve nasihatlerinde İslâm’mış gibi hararetli konuşmalar yaptılar ve müslümanları tahrik ederek öylesine paralar topladılar ki, ne para bıraktılar, ne araba bıraktılar, hepsini ellerinden aldılar. Hududullah’tan ayrılmaları önce bu icraatları ile oldu.
İşte bunlar iman hırsızlığını bu şekilde yaptılar. İnsanların bir taraftan imanını bir taraftan da maddelerini aldılar. Bir taraftan iman hırsızlığını bir taraftan da madde hırsızlığını yaptılar.
Zira Allah-u Teâlâ bu haramı yasaklamıştı.
Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyurdu. (Yâsin: 21)
Bu Âyet-i kerime’yi bilmeyen, inanmayan onlara tâbi oldu ve helâk oldu. Onlar ilâhlarına öylece inanmışlardı, amma Allah-u Teâlâ’ya inanmış değillerdi.
Bir de bu hareketi İslâm namına yapınca, gadabullahı celbettiler. Bu para toplamalar, müslümanları soymalar, yolmalar o kadar büyüdü ki artık paraları koyabilmek için banka kurdular.
Böylece Hazret-i Allah’a alenen harp ilân ettiler.
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Bu sapıtıcı imam buradan da sapmıştı. Sapış yerleri buradan da belli idi. Paraları soyduktan ve yolduktan sonra şöhret ve iftar sofralarında haram-helâl gözetmeden milyarları savuruyorlar.
“Tesettür teferruattır.” demesiyle emr-i ilâhî’yi bir taraftan inkâr ediyor diğer taraftan nefsinin arzusunu ilâh edinerek ilâhlık dâvâsını ilân ediyor.
İşte bu sapıtıcıyı buradan da mı tanımadın?
Müslümanlar Hakk’a yakın olanı iftara çağırırlar, bunlar ise açık saçıkları, oruç tutmayanları iftara çağırıyorlar. Bir nevi İslâm ile alay ediyorlar.
Bu da yetmiyormuş gibi nihayet dinini ilân etti. Papazlarla anlaştılar, papazları resmen hazret kabul etti, papalık adına hoşgörü ve diyalog toplantıları tertiplediler ve küfrün hoş görülmesi için iman ve küfür berzahının kaldırılması için çalıştılar. Tevhid inancını, İslâm’ın iman ve İslâm esaslarını bırakıp küfre “Kardeşimiz!” dediler.
Alenen Hazret-i Allah’a karşı gelip, küfrü hoş gördüler, hoşgörüyü ilân ettiler ve bütün müslümanları kötü olmaya dâvet ettiler.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlarla dost olmayı yasaklamış ve Âyet-i kerime’sinde:
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” buyurmuştur. (Mâide: 51)
Böylece cami ocağından papa ve papazların kucağına düştü. Papazları ilâh edindiler, küfürle övündüler ve şerefi küfürde aradılar.
Son dört-beş yıldır küfrün hoş görülmesi toplantıları yaptılar, Vatikan’a kadar gidip Papa’ya bağlılıklarını bildirdiler, geçtiğimiz Nisan ayında ise Urfa’ya hıristiyan papa ve papazları ile yahudi hahamlarını dâvet ederek İbrahim Aleyhisselâm’ı dahi emellerine alet ettiler, küfürle kardeş olduklarını resmen ilân ettiler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Birbirine hasım iki zümre.” buyuruyor. (Hacc: 19)
Bu iman ve küfür berzahıdır, hakikat ile dalâlet berzahıdır. Tevhid ve şirk mücadelesidir.
Zira diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır.” buyuruyor. (Bakara: 256)
Bunlar ise iman ile küfrü karıştırmak istediler. Küfrü hoş gösterdiler ve tevhidi bırakıp şirki tercih ettiler. Allah-u Teâlâ’nın hududullah’ını kaldırmaya kalktılar. Allah-u Teâlâ böyle buyuruyorken onlar küfrün hoş görülmesi için çalışıyorlar.
Papanın ilân ettiği “Kurtarıcı misyon” isimli genelgesi “Dinlerarası diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.” şeklinde iken bunların kime hizmet ettiklerini anlamayan, gözlerini açıp bu oyunu sezemeyen müslümanlara ne demeli?
Dinini ilân edip, papazı “Hazret” kabul eden, papanın kucağına giden, onun maksat ve gayesinin hedefe ulaşması, müslümanların hıristiyanlaşması için çalışan, din-i İslâm’a ve güzel vatana en büyük ihanette bulunan nankörlere siz hâlâ müslüman mı diyeceksiniz?
Bunlara para verenler her verdiğinden sual sorulacağını ve azap göreceğini de bilsinler. Onun verdiği para İslâm’ın yıkılmasına vesile oluyor.
“Fâsıka ikram eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvî)
•
Narcılık dinine neler mâletmek istedi?
1. Allah-u Teâlâ din-i İslâm’ında setri, örtünmeyi kesin şart koymuş, farz kılmıştır.
Âyet-i kerime’sinde:
“Resul’üm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını, namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nûr: 31)
Buyurduğu halde; “Tesettür teferruattır.” diyerek kendi zannı ile beyanat verdi. Bu sözü söylemekle bu Âyet-i kerime’yi inkâr etmiştir, inkâr etmekle küfre kaymıştır. Onun bu sözünün doğru olduğunu tasdik edenler de küfre kaymıştır.
2. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)
Buyurduğu, hıristiyanlarla dost olmayı yasakladığı, onları dost edinenin onlardan olduğunu beyan ettiği halde; Fethullah Gülen hıristiyan papazları, yahudi hahamları ile hoşgörü toplantıları yaparak; “Keşke her köşeye bir hoşgörü vakfı kursak da herkes hoşgörü soluklasa.” dedi.
Bu sözü söylemekle bu Âyet-i kerime’yi inkâr etmiştir, inkâr etmekle küfre kaymıştır. Onun bu sözünün doğru olduğunu tasdik edenler de küfre kaymıştır.
3. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür.” (Tevbe: 73)
Buyurduğu halde, Fethullah Gülen; “Kimse kimseye inancından dolayı ithamda bulunmayacak, kimse kimseye dininden ya da dinsizliğinden dolayı taanda bulunmayacak.” dedi.
O bu sözü söylemekle bu ve buna benzer bu kadar Âyet-i kerime’yi inkâr etmiş ve inkâr etmekle de küfre kaymıştır. Onu tasdik edenler de küfre kaymıştır.
4. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)’dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)’dir.” (Mücâdele: 22)
Buyurduğu halde Fethullah Gülen, Hazret-i Allah’ın, resulleri arasında vahiy elçisi olan Cebrâil Aleyhisselâm hakkında; “Gökyüzünden inse, parti kursa, kusura bakma ben senin partine girmem desteklemem derim.” dedi.
Bu Âyet-i kerime’yi Allah-u Teâlâ’nın emriyle getiren Cebrâil Aleyhisselâm’dır. Bu Âyet-i kerime’sinde “Ülâike hizbullah” buyurdu, “Bu benim ve Resul’ümün partisidir.” diye ilân etti. Onun girmem dediği parti işte budur. O bu sözü söylemekle küfre kaymış, kendisine tâbi olanları da küfre kaydırmıştır.
İşte bunlar sapıtıcıların ta kendisidir!
5. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus: 62)
Buyurduğu halde, Fethullah Gülen evliyâ yetiştiren necip tarikatlere dil uzatmış; “Tarikatlar bir dönemdeki misyonunu eda etmişlerdir. Zaman böyle fert zamanı değil, cemiyet zamanıdır.” demiştir.
Tarikatlere takındığı bu tavır ve sözleriyle Evliyâullah hazerâtına karşı gelmiş ve her zaman mevcut olan bu topluluğu yok saymış, küfre kaymıştır.
6. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının.” (Haşr: 7)
Buyurduğu halde Fethullah Gülen; “Kadından idareci olmasının hiçbir sakıncası yoktur.” diyerek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e ve Hazret-i Allah’a karşı gelmiştir.
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Mukadderatını bir kadının eline veren millet felâh bulmaz.” buyuruyor. (Buhârî, Tirmizî)
7. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Buyurduğu, para toplayanların doğru yolda olmadığını beyan ettiği halde, gerek himmet geceleri, gerek iftar ziyafetleri ile trilyonlarca lira para topladı, Hazret-i Allah’ın emrine karşı geldi.
Bu Âyet-i kerime’yi bilmeyen, inanmayan onlara tâbi oldu ve helâk oldu. Onlar ilâhlarına öylece inanmışlardı, amma Allah-u Teâlâ’ya inanmış değillerdi.
8. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan din veya kitapla sevinmektedir.” (Müminûn: 53)
Buyuruyor; onların ise dini ayrıdır, kitabı ayrıdır, bütün beyanatları, icraatları kurdukları narcılık dinine göredir.
Cenâb-ı Hakk inananları bir tek ümmet kabul ediyor ve teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor.
İşte bunlar sapıtıcıların ta kendisidir!
•
“Bir evimden başka hiçbir şeyim yok!” diyen adam şimdi Amerika’nın çiftliklerinde ve Amerika’nın himayesinde yaşıyor.
Öldürürler diye korkuyor, Amerikalılar onu himaye ediyor ve çiftliklerinde yaşatıyorlar.
Birçok masum müslümanı küfre soktuktan sonra küfür iline sığındı.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” buyurmuştur. (Mâide: 51)
Allah-u Teâlâ’ya iman ediyorsanız bu böyledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onun içindir ki bunların deccalden daha beter olacağını beyan buyurmuştur.
Çünkü Deccal allahlık dâvâsı güdecek. Fakat bu sahte kahramanlar evvelâ İslâm’ın ön safında göründüler, etrafındaki kalabalığı görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular.
Câbir -radiyallahu anh-i ziyaret edenler, ona müslümanların kendi aralarındaki ayrılıkları anlattıkları zaman üzüntüsünün çokluğundan ağlardı. Bir komşusu bir gün onu ziyaret etmiş, kopan fitneleri anlatmış, Câbir -radiyallahu anh- üzüntüsünden ağlamış ve sonra şu Hadis-i şerif’i rivayet etmiştir:
“İnsanlar din-i İslâm’a fevç fevç bölük bölük girdiler, ondan fevç fevç bölük bölük çıkacaklar.” (Ahmed bin Hanbel, cilt 3, sayfa 390)
Üsâme -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü bir kişi getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen döndüren merkep gibi döner. Cehennem halkı onun yanına toplanır da ‘Ey filân! Bu ne hal? Sen bize iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışmaz mıydın?’ derler. O da ‘İyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülükten vazgeçirmeye çalışırdım da onu kendim yapardım.’ cevabını verir.” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1351)
İşte bunların cehennemdeki hâli budur. Çünkü bunlar küfre imrendiler, küfrü imana tercih ettiler. Âkıbetleri de budur!
Kaplancılar neler yaptı? Küfür diyarında dinlerini ilân ettiler, kendi kendilerini halife seçtiler, böylece oradaki halkı yolup soydular ve sonra geberip gittiler.
Küfür diyarında İslâm halifeliğini ilân eden nankör ve sahtekâr Kaplan ve oğlu evvelâ Almanya’nın kuklası idiler, sonra şeytanın maskarası oldular.
Diğerleri gibi bunlar da para topluyorlardı ve halkı yoluyorlardı. Böylece Kaplancılık dinini yaymaya çalışıyorlardı.
Bunların hepsi hakkında kitaplar yazıldığı gibi; bu dinine ve vatanına ihanet eden nankörün hakkında da kitap yazıldı.
Allah-u Teâlâ bunların içyüzünü şöyle vasıflandırıyor:
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Görülüyor ki sapanların ve nefsine tapanların Allah-u Teâlâ gerçekten kalplerini mühürlemiştir ve onlar böylece gizli şirke sapmışlardır.
Bunlar müslümanlık için çok büyük tehlikedir.
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” buyurmuştur. (Müslim)
O da sapıtıcı imamlardandı. Kendisi saptığı gibi, kendisine uyanları da saptırdı. Zira o İslâm dininde bir bölücü idi.
Dini kendine uydurmaya çalıştı. Madde ve menfaat, mevki ve şöhret uğruna dinden çıktığı gibi, kendisine tâbi olanları da dinden çıkardı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bütün bölücüleri İslâm dâiresinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Allah-u Teâlâ onları kulluğundan tardetmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem’inin de tardetmesi için emir buyuruyor.
“Benim onlarla bir ilgim yok, senin de olmasın.”
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münâvi)
Hadis-i şerif’iyle de ümmetliğe kabul etmiyor.
Dinde bölücülük yapmak ve fitne çıkartmanın cezası çok ağırdır.
Cemalettin Kaplan ve oğlu bölücülüğü yasaklayan bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere karşı geldi. Bu doğrudan kendi dinini ilândır. Buna inanan ve uyanlar da küfre düşmüştür. Küfür ilinde halifeliği ilân ettiği için fâsıkın ta kendisidir.
Bu yüzkarasının ölümünden sonra körü körüne peşlerinden gidenler yerine oğlu Metin Kaplan’ı seçmişler, böylece halktan din adına yoldukları milyarlar oğluna intikal etmiştir.
Bu adam da babasının sapık yolunda icraatına devam etmektedir.
İslâm dininde hicret küfür diyarından İslâm diyarına olur. Resulullah Aleyhisselâm da Mekke’den Medine’ye hicret etmiştir.
•
Cemalettin Kaplan ve oğlunun ilân ettikleri dinlerine mâlettiği hususlar:
1. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiç bir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’âm: 159)
Buyurduğu halde; Cemalettin Kaplan ve oğlu ecnebi memleketinde halifeliğini ilân edip kendi kurdukları dininin icraatları ile tefrika çıkardılar.
2. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiç birini dost edinmeyin.” (Nisâ: 89)
Buyurarak küfür diyarı olan Mekke’den İslâm diyarı olan Medine’ye hicretin emrettiği halde; sözde halife Kaplan ve oğlu İslâm diyarından küfür diyarına sığınmış ve âit oldukları yerde kendi dinlerini yaymaya çalışıyorlar.
Resulullah Aleyhisselâm küfür diyarından İslâm diyarına hicret etmeyen müslümanlardan uzak olduğunu beyan buyurmuştur.
“Ben müşriklerin arasında ikâmet eden müslümanlardan uzağım.” (Ebu Dâvud)
Kaplan ve oğlu ise İslâm diyarından küfür diyarına sığınmışlar ve orada icraatlarına devam ediyorlar.
3. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Buyurduğu halde; Cemalettin Kaplan saf ve temiz müslümanlardan çok yüklü paralar toplayıp ölümünden sonra bu paraları oğluna bıraktı.
4. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.” (İsrâ: 37)
Buyurduğu halde; Cemalettin Kaplan: “En büyük benim.” dedi.
5. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın)?” (Furkân: 43)
Kaplan “Oniki ilmi yalnız ben bilirim.” dedi.
•
Kaplan öldü ise de icraatı ölmedi. Allah’ım! Bu fitne ateşini çıkaranları nur’unla söndür.
Dikkat ederseniz, işgal altındaki müslümanların tek ümidi Türkiye’dir. En çok buraya gönül bağlarlar. Ümitleri ve gönülleri bu vatandadır. Fakat müslüman gibi görünenler, gerek dinimize, gerek vatanımıza, içten saldırdıkları için dış düşmandan çok daha tehlikelidirler.
Bu vatan hainleri Türk bayrağının paçavra olmasını istiyorlar.
Oysa devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.
Dinine ve vatanına ihanet eden, Türk bayrağını paçavra olarak görenlerin destekçisi olan sapığın dine ve vatana yaptığı ihanet budur.
Bunların din ve vatan düşmanı olduklarını tanıyın, bilin ve belleyin.
•
Üsâme -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü bir kişi getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen döndüren merkep gibi döner. Cehennem halkı onun yanına toplanır da ‘Ey filân! Bu ne hal? Sen bize iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışmaz mıydın?’ derler. O da ‘İyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülükten vazgeçirmeye çalışırdım da onu kendim yapardım.’ cevabını verir.” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1351)
İşte bunların cehennemdeki hâli budur. Çünkü bunlar küfre imrendiler, küfrü imana tercih ettiler. Âkıbetleri de budur!
İslâm dininin yıkıcıları, kaplan dinini kurucuları ve türemeleri neler yaptı?
Hani küffar elinde halife olanlar, halifeliğini ilân edenler? Hani o hâinler, Türk bayrağına paçavra diyenler? Onlar da böyle halkı soyup yolarlardı. Din-i İslâm’dan çıkarlardı, Kaplan dinine bağlarlardı.
Ve fakat Hakk gelince bâtıllar yok olup gitti. Zaten yok olmaya mahkumdur.
Cehennem; dünya hayatında ömrünü inkârlarla, isyanlarla, günahlar ve sapıklıklarla geçirenler için hazırlanmış korkunç bir azap yeridir.
Cehennem üst üste yedi tabaka halindedir, her birinin ayrı ayrı kapısı vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“O cehennemin yedi kapısı vardır. Her bir kapıya onlardan bir kısmı taksim olunmuştur.” (Hicr: 44)
Cehennemlikler küfür ve isyanlarına, işledikleri suça göre sınıf ve derecelere ayrılırlar. Ayrıca sapıklığın da sınıf ve derecesi farklı farklıdır. Asiler layık oldukları dereceye göre kendilerine ait olan kapılardan girerler ve orada yerleşirler.
Dünya hapishanelerinde de durum böyledir. Katillerin koğuşu ayrı, hırsızların ve diğer adi suçluların koğuşları ayrı ayrıdır. Kimisi hücrede tutulurken kimileri de yarı açık cezaevlerinde cezalarını çekerler. Fakat hiç şüphesiz ki cehennem azabı, herhangi bir azapla kıyas bile edilemez.
İmanları ve iyi amelleri ile sevap kazanıp mükâfatı hak edenlere cennetin yolu açıldığı gibi, inkârları ve yaptıkları kötülüklerle günaha girip ceza görecek olanlara da cehennemin kapıları açılacaktır.
“İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sürülürler.” (Zümer: 71)
Herkes kendi şerrine, günahına ve sapıklığına uygun bir sıra içinde bulunur. Bunların durumları eşkiyanın zindana sevkedilmesine benzer.
Cehennem kapıları daha önce kapalı olup, bunlar geldiklerinde ardına kadar önlerinde hemen açılır.
Nitekim Âyet-i kerime’de:
“Oraya vardıklarında cehennem kapıları açılır.” buyuruluyor. (Zümer: 71)
Cehennemin her kapısında son derece sert tabiatlı, güçlü kuvvetli ve sayılamayacak kadar çok miktarda merhametsiz zebaniler bulunur.
Onları kınayıp azarlayarak şöyle derler:
“Size içinizden Rabb’inizin âyetlerini okuyan ve bu gününüzle yüzyüze geleceğinize dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” (Zümer: 71)
Cevaben derler ki:
“Evet geldi... Lâkin azap sözü kâfirler üzerine hak oldu.” (Zümer: 71)
Allah-u Teâlâ onların şekavetlerine hükmetti. Çünkü onlar iradelerini kötüye kullandılar. Kendilerini uyaranlara muhalefet ettiler, böyle bir felakete de müstehak oldular.
Bütün ümitlerini silip atacak bir şekilde kendilerine şöyle söylenir:
“Ebedi olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından! O kendini beğenmişlerin yerleşip kalacakları yer ne kötüdür!” (Zümer: 72)
Zebaniler onları perçemlerinden ve ayaklarından sımsıkı bağlayıp, hakaret ve tehditlerle, dağları bir anda toz edebilecek güçteki darbelerle ateşe sürerler.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.” (Rahman: 41)
Gerçekten de azgınlıklarının eseri olarak yüzlerini siyahlık, gözlerini çirkinlik kaplar. Üzüntü ve sıkıntıları son dereceye varır.
“Kötülükle gelen kimseler yüzükoyun ateşe atılırlar.” (Neml: 90)
Zebaniler onlara şöyle derler:
“Haydi, yalanlamış olduğunuz azaba doğru gidin!” (Mürselât: 29)
Onlar o gün cehennem ateşine şiddetle ve zorla atılırlar. Zebaniler ateşe girinceye kadar enselerine vururlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün cehenneme itildikçe itilirler.” (Tur: 13)
Cehennem kafirleri son derece bir öfke ile ve uğultulu sesler çıkararak karşılar:
“Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultusunu işitirler.” (Mülk: 7)
Eşeğin arpayı görünce anırması gibi, cehennem de onları gördüğünde öyle bir ses çıkarır ki, korkmayan kimse kalmaz.
Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak!” (Mülk: 8)
Çünkü kafirlere son derece kızmakta ve nefret etmektedir. Şiddetli öfkesinden ötürü çatlayacak dereceye gelir.
•
Allah-u Teâlâ cehennemliklere şiddetli azaplar tattırmak için cüsselerini enine ve boyuna büyütür.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kâfirin cehennemdeki azı dişi Uhud dağı kadardır. Derisinin kalınlığı ise üç gecelik yol mesafesidir.” (Müslim: 2851)
“Cehennemde kâfirin iki omzunun arası hızlı giden binekli kimsenin üç günlük yolu kadardır.” (Müslim: 2852)
•
Cehennemin vüs’atini ve dehşetini gözler önüne sermek için bir temsil ve tahayyül suretiyle Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“O gün cehenneme ‘Doldun mu?’ deriz. O da ‘Daha yok mu?’ der.” (Kaf: 30)
Enes bin Malik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Cehennem: ‘Daha var mı?’ demekte devam edecek. Nihayet izzet sahibi Rabb Tebâreke ve Teâlâ ayağını onun üzerine koyacak. O da: ‘İzzet hakkı için yeter yeter!’ diyecek ve bir kısmı bir kısmına kavuşacak.” (Müslim: 2848)
Allah-u Teâlâ cehennemin dolup dolmadığını bildiği halde cehenneme sual sorması, dünyadaki vaadini tahakkuk ettirmektir.
•
Onlar cehenneme ilk geldiklerinde, kendilerine çekilecek ziyafet, karınları eritecek olan kaynar sudur.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir.” (Hacc: 19-20)
Karınlarında gurultu edecek ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar sudan şaraplar, cezâlarının sadece bir bölümüdür.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suya sürükleneceklerdir. Sonra da ateşte yakılacaklardır.” (Mümin: 71-72)
Önce Hamîm’e sürüklenirler, sonra Cahîm’e atılırlar.
•
Allah-u Teâlâ cehennemliklere de gadabı ile tecelli edecektir. Onlar için en acı şey, azap ve işkencelerle beraber, izzet ve celâl sahibi Allah-u Teâlâ’nın gadabına uğramaları, cennet saâdetinden ve Cemalullah’ı görmekten mahrum edilmeleridir.
Başlarına gelen bütün felâketlere kendilerinin sebep olduğunu, ebedi hayatlarını dünyanın adi ve gelip-geçici zevklerine feda ettiklerini düşündükçe yanar yıkılırlar. Bir yandan azap görürlerken, diğer taraftan da hasret ve nedamet ateşi içlerini kasıp kavurur. İç çekişler, hıçkırıklar, ağlamalar ve acı çığlıklar ayyuka çıkar.
Cehennem çukurlarında hiç kimsenin tahammül edemeyeceği azaplar içinde kendilerini kınayıp dururlarken cehennem bekçileri tarafından kendilerine şöyle seslenilecektir:
“Allah’ın gazabı, sizin kendi kendinize olan kızmanızdan elbette daha büyüktür.
Zira siz imana çağırıldığınızda inkâr ederdiniz.” (Mümin: 10)
Onlar bu sesi aldıklarında, her birinin başında çeşitli azaplar bulunmaktadır.
•
Cehennem sakinleri ateş deryası içinde boğulurlar. Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş, yatacak yerleri ateştir. Ateş orada ıstırap kaynağı olarak her yerdedir.
Âyet-i kerime’de:
“İnkar edenlere cehennem ateşi vardır.” buyuruluyor. (Fâtır: 36)
Vücutlarına ateşten çiviler batırılır, ateşten makaslarla dudakları kesilir. Ölmemelerine rağmen, zebaniler onları ateşten tabutlara koyarlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün azap onları üstlerinden, ayaklarının altından saracak.” (Ankebut: 55)
Halbuki onlar üstten ve alttan kendilerini yakalayıp yakacak böyle bir ateş görmüş değildiler.
Kendilerine şöyle denilecektir:
“Girin oraya! İster dayanın ister dayanmayın, sizin için birdir.
Ancak yaptıklarınıza göre ceza göreceksiniz.” (Tur: 16)
Dayansalar da dayanmasalar da netice değişmeyecektir. Bu acılar çekilecek, bu işkencelere katlanılacak, bu mutlaka böyle olacaktır. Seve seve işledikleri günahların cezasını burada sevmeye sevmeye çekeceklerdir.
•
Cehennem ateşi bizim bildiğimiz dünya ateşi gibi değildir. Dünyada en şiddetli azap bu ateşin azabı olduğu için cehennem ateşi onunla tarif olunmuştur.
Cehennem ateşi dünya ateşinden yetmiş misli daha yoğundur.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Yaktığınız bu ateş var ya, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır.” (Buhârî)
Cehennem ateşi dünya ateşinden yetmiş misli daha yoğundur. Bu kızgın ve koyu ateş hiç bir ışığı göstermez. Cehennemin en üst tabakasında azap çekenler bile dünyadaki ateş gibi ateş bulsalar, çektikleri ıstıraptan kurtulmak için bu ateşe gönüllü olarak katlanırlar, rahatlamak için oraya hücum ederlerdi.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
“Cehennem ateşi bin yıl yakıldı, öyle ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı, şimdi o siyah ve karanlıktır.” (Tirmizi)
Bu Hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki cehennem halen mevcuttur, bulunduğu yeri ancak Allah-u Teâlâ bilir. Kibritin içine ateşi gizleyen Allah-u Teâlâ nelere kadir değildir?
•
Allah-u Teâlâ cehennemin bazı vasıflarını beyan etmek üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“O ateş öyle kıvılcımlar atar ki, her biri bir saray gibidir. Sanki o kıvılcımlar sarı sarı develer gibidir.” (Mürselât: 32-33)
Allah-u Teâlâ cehennemin kıvılcımlarını büyüklükte muhteşem saraylara, çokluk ve çabuklukta ise sarı develere benzetmektedir. Kıvılcımları ulu saraylar gibi olursa, o alevli ateşin durumu kim bilir nasıl olur?
Bir de bunların yukarıya doğru fırlayıp da tekrar cehennemliklerin üzerine şiddetle düşmesi, şüphesiz ki azap üzerine azap verir.
Alev alev yükselen, saray gibi, deve gibi kıvılcımlar atan cehennem, hazır vaziyette sahiplerini beklemektedir.
•
Allah-u Teâlâ azaba müstehak olanları tahkir etmek için cehennemin üç kola ayrılmış bunaltıcı dumanına gölge ismini vermiştir.
Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Üç kola ayrılmış olan, fakat ne gölgelendiren ne de alevlerden koruyan bir gölgeye gidin!” (Mürselât: 30-31)
Alevler yükselip de üstünden dumanlar çıktığında onun şiddet ve kuvveti üç kola ayrılır. Bu dumanın gölgesi ne gerçek gölgeliktir, ne de kişiyi alevin kucağından korur. Bu cehennemî bir gölgedir, kızgın ve bunaltıcı bir gölgedir. Nefesleri keser, insanı ateşle dağlar. Alevli ateş bu gölgeden çok daha hayırlıdır. Bir gölge ki ateşin alazlamasından, alevlerinden korumuyor. Azap üstüne azap veriyor.
•
Allah-u Teâlâ cehennemliklere şiddetli azaplar tattırmak için vücutlarını enine ve boyuna büyüttüğü gibi, sonsuz olarak azap tatmaları için etlerini ve derilerini yenisi ile değiştirecektir.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Derileri piştikçe azabı duysunlar diye kendilerine yeni deriler vereceğiz.
Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, Hakim’dir.” (Nisâ: 56)
Deri bedenin en hassas kısmı ve ateşten en çok etkilenen bölümüdür. Derinin devamlı yanması sebebiyle zamanla fazla bir acı hissedilmez olur. Allah-u Teâlâ’nın yanan deriyi piştikçe değiştirmesiyle azaba duyarlılığı devam eder. Böylece azap devamlı yenilenir.
Cismi etkileyen acının, ruhu da etkileyeceği şüphesizdir.
Yakıp durduğu kimseleri artık terk de etmez. Mukadder olan azabı görmeleri için yakalarını tutar, mutlaka yakar. Yanan etlerin, damarların, sinirlerin, derilerin yerine yenisi yaratılır. Yeniden yaratıldığında öncekinden daha şiddetli bir şekilde tekrar yakılır. Tekrar aynı azabı görürler.
Yanan vücutlardan çıkan kokular o derece tahammül edilemez bir hal alır ki, birbirlerini karşılıklı olarak lânetlerler.
Ebediyen bu böyle devam eder.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“O gün hiç kimse Allah’ın azap ettiği gibi azap edemez.” (Fecr: 25)
•
Cehennemde son derece sert tabiatlı, güçlü-kuvvetli ve sayılamayacak miktarda merhametsiz zebaniler bulunur, azaplara nezaret ederler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Biz de zebânileri çağıracağız!” buyuruyor. (Alâk: 18)
Allah-u Teâlâ onlara ne emrederse ona koşarlar, bir göz kırpması kadar bile emr-i ilâhiden geri durmazlar. Hiç bir emri sonraya bırakmazlar, hemen ifaya çalışırlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onun başında pek haşin, pek şiddetli, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim: 6)
Haşin tabiatları azabın tabiatına uygundur. Bu haşin tabiatları sebebiyle, o şiddetli ateşin içinde azap yapmakla vazifelendirilmişlerdir. İşkence işlerini onlar tanzim etmektedirler. Onların bir adı da “Hazene-i cehennem”dir ki, cehennem bekçileri demektir.
Zebanilerin yapıları son derece ürkütücü bir görünümde, şiddet ve kesafettedir. Gözleri yıldırım gibi, dişleri demir gibidir, ağızlarından ateş yalınları çıkar.
Onlar sadece suçluya verilen cezayı uygularlar. Kâfirlere karşı içlerinden merhamet duygusu silinmiştir, hiç kimseye zerre miktarı acımazlar. Çünkü onlar gazaptan yaratılmışlardır. İnsanoğluna nasıl yemek ve içmek sevdirilmişse, onlara da suçlulara işkence etmek sevdirilmiştir.
Bunların başkanları da “Mâlik”dir ve “Cehennem muhafızı” olarak anılmaktadır.
Cehennemlikler azaptan kurtulmak için her türlü çareleri aramayı ihmal etmezler. Yalvarırlar, yakarırlar, ağlarlar, sızlanırlar... Fakat kendilerine hiç bir cevap verilmez. Azapları artırıldıkça artırılır.
•
Cehennemliklere âit, onları dövmek için zebanilerin ellerinde özel kamçılar da azap çeşitlerinden birisidir.
Âyet-i kerime’de:
“Bir de onlar için demirden kamçılar vardır.” buyuruluyor. (Hacc: 21)
Cehennemden kaçıp kurtulmak istedikleri zaman, zebaniler üzerlerine musallat olurlar, ellerindeki kamçılarla topuzlarla vura vura tekrar iâde ederler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Ateşten çıkmak isterler çıkamazlar. Onlar için sürekli bir azap vardır.” (Mâide: 37)
İnsanı sıkacak, üzecek, bunaltacak ne varsa hepsi orada vardır.
Ateş dalgaları, iğrenç kokular, yürekleri parçalayan acı çığlıklar, vahşi hayvanlar arasında; katran gömlekler içinde; demir topuzların, kırbaçların, halka ve zincirlerin tazyiki altında kıvranıp dururlar.
Vücutlarına ateşten çiviler batırılır, ateşten makaslarla dudakları kesilir. Ölmemelerine rağmen, zebaniler onları ateşten tabutlara koyarlar.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Bunlara benzer daha çeşit çeşit acılar da vardır.” (Sâd: 58)
Azapların her türlüsünü çekmek zorunda kalırlar.
•
Cehennemlikler her bakımdan hor ve hakir kılınırlar. Gömlekleri var katrandan, yüzlerinde perde var ateşten.
Âyet-i kerime’de:
“Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ateş kaplar.” buyuruluyor. (İbrahim: 50)
Bilindiği gibi katran simsiyah, çirkin ve pis kokulu bir maddedir, çok çabuk tutuşur. Ciltleri katrana bulanır ki, vücutlarını yakacak olan ateş çabuk tutuşsun. Ayrıca derileri kararıp pis koksun.
Orada her şeyin vasfı değiştiğine göre, o günkü katran da bu bildiğimiz katrandan mukayese bile edilemeyecek derecede farklı olacaktır.
Ateş onları elbisenin bedeni sarışı gibi saracak, orada onlara cüsselerine göre üzerlerinde alev alev yanacak elbiseler giydirilecektir.
Âyet-i kerime’de:
“İnkar edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir.” buyuruluyor. (Hacc: 19)
•
Cehennemde, dalları her tarafa uzanıp yayılan zakkum ağaçları vardır. Cehennemin dibinde yetişir ve ateşten beslenir. Cehennemlikler, karınları doluncaya kadar ondan yemek zorunda bırakılacaklardır.
İsrâ sure-i şerif’inin 60. Âyet-i kerime’sinde “Lânetlenmiş ağaç” olarak vasıflandırılmaktadır. Çünkü cehennemlikler onu bir rahmet olarak değil de, lânetlenmelerinin sonucu olarak yemektedirler.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Zakkum ağacı cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Meyveleri şeytanların başları gibidir.” (Sâffât: 64-65)
Bu ateşten ağaçlar onları beslemek için değil, azap vermek ve azaplarını artırmak için yetişir ve çoğalırlar.
Cehennemlikler takatlerinin de üstünde bir açlığa mübtelâ olup, başka yiyecek bulamayınca; ister istemez, bu ağaçtan bir şeyler yiyip açlıklarını gidermeye çalışırlar. Fakat açlığa hiç faydası olmaz, çünkü çok yerlerse, o nisbette açlık hissederler.
“Cehennemlikler ondan yerler ve karınlarını onunla doyururlar.” (Saffat: 66)
Zehir gibi zakkumu yiyince bu sefer hararetleri dayanılmaz bir dereceye ulaşır. Suya ihtiyaç hissedince, zebaniler onları gayet sıcak suyun bulunduğu yere götürürler.
Âyet-i kerime’de:
“Sonra bunun üzerine onlar için kaynar su karıştırılmış bir içki vardır.” buyuruluyor. (Saffat: 67)
Hararetleri nisbetinde ondan içerler ve yedikleri zakkumla karıştırırlar. Daha sonra bütün içtiklerini kusarlar.
Zakkumdan başka cehennemde bir de Dari’ vardır ki, hiç bir hayvanın ağzını uzatıp yaklaşamadığı, yere yapışık dikenli bir bitkidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde onun sibir otundan daha acı, leşten daha pis kokulu, ateşten de daha hararetli olduğunu beyan buyurmuşlardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Zehirli ve dikenli bir bitkiden başka yiyecekleri yoktur. O ne besler, ne de açlığı giderir.” (Ğâşiye: 6-7)
Çeşit çeşit cezalar olduğu gibi, ceza verilenler de sınıf sınıftır. Her suç için ayrı cezalar vardır. Bir kısmının yiyeceği zakkum olurken bir kısmının ki dari’ olur. Bunları yemek kabil olmadığı için açlıkları devam eder durur.
•
Cehennem sakinlerini, azabın hararetinden ciğerleri yandıkça; kendilerine kaynar suyun yanında, kan ve irin içirilir. Daha sonra bütün içtiklerini kusarlar.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Yalnız kaynar su ve irin içerler.” (Nebe: 25)
“Kaynar su” mânâsına gelen “Hamîm” kelimesi, sıcaklığın son noktasına varmış olan sıcak şeydir. “Ğassak” ise, cehennemliklerin vücutlarından dökülen irinleri, yaralarından akan cerahatları ve terleri demektir. Öyle pis öyle mülevves kokar ki yanına yaklaşılmaz. Onlar bundan başka bir su bularak onunla hararetlerini teskin edemezler.
“İşte kaynar su ve irin! Tatsınlar onu!” (Sâd: 57)
Küfür en büyük isyan olduğundan, onun cezası da en büyük azap olan cehennem azabıdır.
•
Cehennem azaplarından birisi de ölüm azabıdır.
Âyet-i kerime’de:
“Ölüm her yandan geldiği halde ölemez.” buyuruluyor. (İbrahim: 17)
Ölüm sebepleri her taraftan kendisini kuşatır. Kıl ucuna varıncaya kadar bütün bedeni ve organları acı duyar, fakat ölemez. Çünkü azabını çekecek ve tamamlayacaktır. Ölüp de azaplardan kurtulamayacaktır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“O kimse en büyük ateşe girer. O ateşin içinde ne ölür ne de yaşar.” (A’lâ: 12-13)
Dünya ateşleri her ne kadar çok ve büyük de olsalar, cehennem ateşine nisbetle pek küçük kalırlar.
Ölmez ki, ölümle dünya azabından kurtulduğu gibi kurtulsun. O kadar azabın içinde hayat da bulması imkansızdır. Bundan daha büyük bedbahtlık düşünülemez.
Ölümden daha şiddetli olan bir şeyden kurtulmak için, yok olmayı isteyen kimsenin seslenişi gibi seslenirler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Elleri boyunlarına bağlanarak o ateşin dar bir yerine atıldıkları zaman, orada ölümü çağırırlar.” (Furkan: 13)
Bir belâ ki ölümü istettiriyorsa, o belânın ölümden daha şiddetli olduğu ortadadır.
Onlara şöyle denir:
“Bu gün bir ölüm çağırmayın, bir çok ölüm çağırın!” (Furkan: 14)
Bu hitap, onların isteklerinin kabul edilmesi ve azaplarının hafifletilmesi hakkındaki ümitlerini tamamen yok eder. Maruz kaldıkları azaptan dolayı ölümü ne kadar isteseler yine de azdır. Çünkü daha çok çeşitli azaplar kendilerini beklemektedir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler, kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. Biz her nankörü işte böyle cezalandırırız.” (Fâtır: 36)
Yaratan, nimetlerle donatan Rabb’ine karşı nankörlük eden, Hakk’ı hakikati yalanlayan herkesin cezası işte budur. Cehennemde devamlı bir azap içinde çırpınıp duracaklardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Rabbine suçlu olarak gelen kimse için cehennem vardır. O orada ne ölür ne de yaşar.” (Tâhâ: 74)
Ölmez ki azabı son bulsun, rahat da bir hayat süremez. Böylesine bir hayatın içinde yaşayanlara “Yaşıyorlar” denilemez.
Bu ceza ölene kadar imansız yaşayan, Allah’a peygamber’e isyan eden, şirk ve küfür üzere olan kimseler içindir.
•
Cennetlikler cennette nasıl ki ebedileşirlerse, cehennemliklerden küfür ve nifak üzere ölen azgınların cezası da öylece sonsuza kadar uzanıp gidecektir.
Âyet-i kerime’de:
“Onlar orada sonsuz çağlar boyunca kalacaklardır.” buyuruluyor. (Nebe: 23)
Ahiretin asırları sonsuzdur, her asır geçtikçe başka bir asır gelir. Bu asırlar ne sona erer, ne de biter.
Böyle ebedi bir azap ancak kâfirlere mahsustur.
Cehennemde kendileri için ne bir umut ışığı vardır, ne de azaplarında bir gevşeme ve hafifleme söz konusudur.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Suçlular cehennem azabında ebedi kalacaklardır.” (Zuhruf: 74)
Adı geçen suçlar, küfürle birleşip bütünleşen suç ve günahlardır. Günahların en büyüğü olan küfrü irtikap eden kâfirler cehennem azabında ebedi kalıcıdırlar.
“Kendilerinden (azap) hiç hafifletilmeyecektir. Onlar orada tamamen ümitsizdirler.” (Zuhruf: 75)
“Onlardan azap hafifletilmez, kendilerine mühlet de verilmez.” (Nahl: 85)
Ne istirahat ne de mola verilir, azaplar bir an olsun hafifletilmez.
Hiç ara verilmeden devam edecek azaplar karşısında kurtuluşa ermeyi istemeye mecalleri kalmayacaktır.
“Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zâlim idiler.” (Zuhruf: 76)
Çünkü onlar âlemlerin Rabb’i olan Allah’a şirk koşup isyanda bulundular. Allah-u Teâlâ’nın dinini bir kenara bırakıp kendi kanaatlerinde ısrar edip durdular. Böylece nefislerine zulmetmiş oldular.
Onların azaplar içinde kıvranmaları cidden çok acı bir manzara arzedecek, ne bir yardımcı bulabilecekler, ne de azaptan kurtulabilecekler, çılgın ateşin içinde, hafsalanın alamayacağı sıkıntılar karşısında göğüsleri daralacak, içlerini çekip şiddetle soluyacaklar, yüksek bir yere çıkıp nefes alıp vermek isteyecekler, yürekleri dışarı fırlayacak gibi olacak.
Ãyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onların orada bir soluk alış-verişleri vardır ki!” (Hûd: 106)
Solukları aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı inip çıktıkça çirkin sesler çıkarırlar, merkepler gibi anırırlar.
Ateş kendilerini berhava ettikçe cehennem haricine atılacaklarını ümit eder dururlar veya cehennemden bir gün çıkarılacaklarını kalben arzuda bulunurlar. Fakat bunun imkânı yoktur.
Orada ne ölecekler, ne de oradan çıkarılacaklar.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Sizden her birinizin mutlaka bir cennette bir de cehennemde yeri vardır. Kâfir cehenneme girince, müminin cehennemdeki yerine varis olur. Mümin de kâfirin cennetteki yerine varis olur.” (İbn-i Mâce. Zühd: 39)
Bu açık beyandan kâfirin cehennemden, müminin de cennetten hiç çıkmayacağı anlaşılmış oluyor.
•
Cehennemlikler için en acı şey cennet saadetinden ve Allah-u Teâlâ’yı görmekten mahrum kalmaktır.
Âyet-i kerime’de:
“Hayır! Muhakkak ki onlar o gün Rabb’lerini görmekten mahrum kalacaklardır.” buyuruluyor. (Mutaffifin: 15)
Dünyada marifetullahtan mahrum kaldıkları gibi ahirette de Cemalullah’tan mahrum olmakla da kalmazlar cehennem azabı ile cezalandırılırlar.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onların ahirette hiç bir nasibi yoktur. Allah onlara kelâmıyla hitap etmeyecek. Kıyamet günü onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” (Âl-i İmrân: 77)
Onlar ahiret nimetlerinden hiç bir şeye nail olamazlar. Allah-u Teâlâ onları cemalinden mahrum bıraktığı gibi, onlarla lütufla konuşmayacak, rahmet nazarı ile bakmayacak, hiç bir şekilde iltifat etmeyecek. Onların rahmet-i ilâhiden payları ve kısmetleri yoktur.
Bunun üzerinde bir musibet, bu mahrumiyetin fevkinde bir mahrumiyet tasavvur edilemez.
•
Cehennemlikler birbirini kovalayan, akla hayale gelmeyen öyle azaplar çekmektedirler ki, onlardan kurtulmak için alevlere sığınıp sarılırlar.
Âyet-i kerime’de:
“Bunun arkasından da daha çetin bir azap vardır.” buyuruluyor. (İbrahim: 17)
Cehennemde sayılamayacak kadar ateşten dağlar, vâdiler, nehirler, hendekler, kuyular, zindanlar, fırınlar vardır. Her birinin azabı diğerlerinden çok daha katmerlidir.
•
İnsana ateşten daha fazla azap verecek olan hayvanlar da vardır. Cehennemliklerin üzerlerine kışkırtılarak salınırlar. Katır büyüklüğündeki yengeçler, deve gibi büyük yılanlar ve akrepler onlara hiç bir zaman rahat vermezler. Göz kapaklarını, dudaklarını, vücutlarının en hassas yerlerini ısırıp kemirerek uğuldaşırlar. Zehirleri çok şiddetli ıstırap verir.
Cehennem ehli ayrıca çok şiddetli soğuklarla da azap olunurlar.
Ne istirahat ne de mola verilir, azaplar bir an olsun hafifletilmez. Nice yorucu şeyleri yapmaya mecbur edildikleri, nice azap zincirleri taşıdıkları, cehennemin yüksek ve alçak yerlerine çıkıp indikleri için yorulurlar, takattan kesilmiş bir hale gelirler.
Azap şekilleri rast gele tekrarlanıp durmaz. Çarptırılan ceza ve azabın şiddeti, herkesin isyan ve günahlarının derecesi nisbetindedir. Hiç birinin azabı diğerinin aynı değildir. Herkes yaptığının cezasını çeker. Hazret-i Allah hiç kimseye zerre kadar bile zulmetmez.
•
Kur’an-ı kerim’in beyanına göre cennetliklerle cehennemlikler birbirlerini görecekler ve birbirleriyle karşılıklı konuşacaklardır.
Cennetlikler cennette, cehennemlikler cehennemde yerlerini aldıktan sonra; cennetlik olanlar zaman zaman cehennemde ceza gören tanıdıklarına seslenirler. Böylece hem kendilerinin saâdet-i ebediyeye nail olduklarını söylerler, hem de cehennemliklerin üzüntü ve sıkıntılarını artırırlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Cennetlikler cehennemliklere: ‘Biz Rabb’imizin bize vadettiğini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu?’ diye seslenirler. Onlar da: ‘Evet gerçek bulduk.’ derler.” (A’râf: 44)
“Aralarında bir münâdi: ‘Allah’ın lâneti, Allah yolundan alıkoyan, o Allah yolunu eğriltmeye çalışan ve ahireti inkâr eden zâlimlerin üzerine olsun!’ diye seslenir.” (A’râf: 44-45)
Onlar doğruluk yerine eğriliği tercih etmişler, Allah yolundan insanları alıkoymaya çalışmışlar ve imansız olarak ölmüşlerdi. Şimdi ise Rabb’lerinin kendilerine vadettiğini gerçek bulduklarını tek kelime ile ifade ediyorlar.
Cehennemlikler isteklerine müsbet bir cevap verilmeyeceğini bildikleri halde, suya ve içeceğe aşırı derecede ihtiyaç duyduklarından, çaresizlik içinde cennetliklerden olan akrabalarına, tanıdıklarına yalvarırlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Cehennemlikler cennetliklere: ‘Suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği nimetlerden birazda bize verin!’ diye seslenirler.” (A’râf: 50)
Cennetlikler onlara, cevap verirler ve derler ki:
“Doğrusu Allah bunları kafirlere haram etti.” (A’râf: 50)
Allah-u Teâlâ cennete girmeyi kafirlere haram kıldığı gibi, cennet nimetlerini de onlara haram kılmıştır.
Cenneti ve cennetliklerin zevk ve sefalarını gördükçe azapları bir kat daha artacak. Birisi cehennem ateşi, diğeri nedamet ateşi.
•
Azap üstüne azap çekmeleri için dünyada geçirdikleri zevk ve sefaları, yiyip içtikleri başlarına kakılır, onlara taraf-ı ilâhiden şöyle hitap edilir:
“Siz bütün zevklerinizi lezzetlerinizi, sizin için güzel olan her şeyinizi dünya hayatınızda yaşayıp bitirdiniz. Artık bugün yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf: 20)
Üsâme -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü bir kişi getirilip cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o haliyle değirmen döndüren merkep gibi döner. Cehennem halkı onun yanına toplanır da ‘Ey filân! Bu ne hal? Sen bize iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışmaz mıydın?’ derler. O da ‘İyiliği emrederdim de kendim yapmazdım, kötülükten vazgeçirmeye çalışırdım da onu kendim yapardım.’ cevabını verir.” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1351)
İşte bunların cehennemdeki hâli budur. Çünkü bunlar küfre imrendiler, küfrü imana tercih ettiler. Âkıbetleri de budur!
Allah-u Teâlâ’nın azabı çok şiddetlidir. Bütün yaptıkları bir anın azabına vallahi değmez.