Necmeddin-i Kübrâ -kuddise sırruh- Hazretleri’nin mürşidi; son derece kâmil bir zât olan Ammâr-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri, Anadolu’da yaşamış olan velilerdendir.
Bitlis’te doğup büyümüş olan Hazret’in hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Asıl ismi Ziyâeddin olup, doğum tarihi bilinmemektedir.
İlim tahsil etmek için Sühreverd şehrine gidip, Ebu Necib Sühreverdî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin sohbetlerinde bulunmuş ve bu zâta talebe olmuştur. Daha sonraları şeyhi ile birlikte Bağdat’a giden Hazret, mânevî kemâlâtını tamamladıktan sonra tekrar Bitlis’e yerleşmiştir.
Yaşadığı devirde pek çok kimseye vaaz ve nasihatlerde bulunmuş; tasavvuf ehlinin müstesnâ simâlarından olan Necmeddin-i Kübrâ -kuddise sırruh- Hazretleri, onun sohbetlerinde yetişmiş ve kendisinden hilâfet almıştır.
Bazı eserlerde “Ammâr-ı Yâsir” ismiyle de zikredilip kıssaları anlatılan Hazret, 1253 yılında Bitlis’te vefât etmiştir.
“Behcetü’t-Tâife” ve “Savmu’l-Kalb” adlı eserlerinde, velâyet ve tasavvuf ile ilgili mühim sırlar yer almaktadır.
Ammâr-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri “Behcetü’t-Tâife” isimli eserinde velâyeti üç kısma ayırmış ve tasarrufu her yanı sarıp kuşatan, mutlak tasarrufu ve velâyeti elinde bulunduran zâtla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Veli vardır, onun velâyeti kendisine ve kendisinden başkalarınadır. Veli de vardır, velâyeti kendisine ve insanlardan pek azınadır. Veli de vardır ki, onun velâyeti hem kendisine, hem de mutlak surette başkaları üzerine ve halkın çoğu ve büyük çoğunluk üzerinedir.
Kayıtlı veli o kimsedir ki, velidir, ancak kendisinin veli olduğunu bilmez. Allah onun ahlâkını, ahvâlini ve sözlerini güzelleştirmiştir. Onu duâ ve rahatlık hususunda yaratmıştır. Her halde onlar, O’nun ahvâlinden olan herhangi bir şeyle ve O’na duâdan kaynaklanan bir fayda ile O’ndan fayda sağlarlar. Çünkü o her halde, kendi nefsi hakkında O’na ihtiyaç duyar. Kendisinden başkası hakkında, ancak hâlinden düşük bir hâl hususunda ona ihtiyaç duyulur. İşte bu; ‘Peygamber’in aslâ birine tâbi olmayışı’na kıyasla sâlihler hizbindendir. Çünkü o da herhangi birine kendini yöneltmez, hâlini ne kendisi, ne de başkası bilmediği için, herhangi birinin mütabaatı da kendisi için bahis mevzuu olmaz. İşte bu veli tanımaz, tanınmaz ve kendisini Allah’tan başkası tanımaz.
Veli de vardır ki, kendisine ve insanların pek azı üzerine velidir. Onda da tıpkı bunun gibi, kiminin tasarrufu, düşük olan kimi üzerine kayıtlanmıştır. Halk da velâyetinin ve tasarrufunun kuvvetine göre ondan faydalanır. Tasarrufuna ehil olan hakkında ona ihtiyaç da duyulur, tasarrufuna ehil olmayanlar hakkında ise ona gerek duyulmaz. Bu da ‘Peygamber’in kendine çok az kimseyi tâbi ettirebilmesi’ne kıyasla ebrâr hizbindendir.
Bir de kendisindeki tasarruf hem kendisine, hem de başkalarının üzerine olan bir veli vardır. O ise hem halkın çoğuna, hem de büyük çoğunluğa O’na karşı aracılık eden bir kimsedir. O’nun tasarrufu her yanı sarmıştır... İşte bu mutlak velidir, tasarrufu da mutlaktır. O’na vuslat her kişide, onun kendisine tasarruf etmesi bereketiyle zuhur etmiştir. O sözü, fiili, hâli, dâveti, sükûtu, nazarı, himmeti, uykusu ve uyanıklığı ile halkın yardımcısıdır. O kendi tasarrufu için tâbi bırakmayan bir kişidir. Kendi irâdesi ve şehvete dair herhangi bir tercihi yoktur. Bilâkis bütün tasarrufu Allah iledir. Bütün fiillerinde, tasarruflarında, hareketlerinde ve makamlarında Allah’ı görür. Bütün fiillerinde O’nun vâsıtasıyla tasarruf eder, Allah vasıtasıyla tasarrufta bulunan odur.” (Behcetü’t-Tâife Billâhi’l-Ârife, Berlin, -Ahlwardt-, no: 2842 16b - 17a yaprağı)
Ammar-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri “Hatmü’l-evliyâ” kitabının bir şerhi mâhiyetindeki “Behcetü’t-Tâife” isimli eserinde; hiçbir velinin bu noktadan öteye geçemediğine dikkati çekmiş, bu noktanın “Vahdâniyyet ve Samedâniyyet mülkü” diye bilinen Hâtemü’l-evliyâ’nın mülkü olduğuna işaret etmiştir:
“Hakîm (et-Tirmizî); ‘Öyle velî vardır ki, ilk mülkte ikâmet eder ve bu mülkün ismi kendisine verilir. Öyle velî de vardır ki; ikinci, üçüncü ve dördüncü mülke kadar ulaşarak, ilâhî isimlerden her mülkün ismi kendisine tahsis edilir.’ buyurmuştur. Bundan sonra o; ‘Vahdâniyyet’ ve ‘Samedâniyyet’ mülkü’ne vâsıl olur. İşte ‘Allah’ın velîsi’nin kalbi budur. Veliler için bundan öteye geçme ve seyretme yoktur, zirâ o Hâtemü’l-evliyâ’dır.” (Behcetu’t-Tâife Billâhi’l-Ârife, Berlin, no: 2842, 46a yaprağı)