Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Mümtehine Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3) - Ömer Öngüt
Mümtehine Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Eylül 2002

 

Mümtehine Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3)

Kadınların İmtihanı

 

Resulullah Aleyhisselâm Hudeybiye muahedesi’nin şartlarına son derece saygı gösterdi. Hudeybiye’den Medine’ye dönüldükten sonra, bazı Mekke’li kadınlar İslâm dinine girerek Medine’ye gelmişlerdi. Resulullah Aleyhisselâm bu kadınları Kureyşliler’e teslim etmedi. Çünkü muahedenin geri çevrilmesini mecbur ettiği madde, yalnız müslüman olan erkekler içindi. Kadınlar buna dahil değildi. Aynı zamanda Kur’an-ı kerim de bu gibi müslüman kadınların, müşriklere iadesini menetmiş bulunuyordu:

“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin.” (Mümtehine: 10)

Sizin zanlarınızın imanlarında samimi olduklarına dair ağır basacak şekilde emareleri tetkik suretiyle onları sınayınız.

Onların imtihan edilmeleri, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resul’ü olduğuna dair şehâdet etmeleri şeklinde oluyordu.

“Allah onların imanlarını daha iyi bilir.” (Mümtehine: 10)

Siz onların hallerini tetkik etseniz dahi, durumu gerçek şekliyle bilemezsiniz.

“Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin.” (Mümtehine: 10)

Bu hususta sizin için kesin bir bilgi mümkün olmasa da, mümkün olabilen bazı soru ve cevaplarla bir tecrübe, yemin ve diğer hususlar gibi delillerden hareket ederek hüküm çıkarmak suretiyle en yakın zan kadar bir kanaat meydana gelirse, onları kâfir kocalarına geri vermeyin.

“Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar.” (Mümtehine: 10)

Mümin kadın müşrike helâl olmaz, mümin erkeğin de müşrik kadınla evlenmesi helâl değildir.

“Onların bu kadınlara verdikleri mehirleri iâde edin.” (Mümtehine: 10)

Hem eşini kaybedip, hem de maddi zarara uğramasın.

“Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.” (Mümtehine: 10)

Çünkü İslâm’a girmiş olmalarıyla kâfir kocalarından ayrılık ve haramlık meydana gelmiştir.

“Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın.” (Mümtehine: 10)

Yani dâr-ı harpten hicret etmeyip küfür üzere kalan kadınlarla aranızda evlilik alâkası kalmasın.

Nitekim Ashâb-ı kiram arasında eşleri müşrik olanlar vardı, hemen boşadılar.

“Onlara verdiğiniz mehri isteyin. Kâfir erkekler de hicret eden mümin kadınlara verdikleri mehirleri istesinler.” (Mümtehine: 10)

Yani sizler şayet giderlerse, kâfirlere giden eski hanımlarınıza vaktiyle vermiş olduğunuz mehirlerinizi isteyiniz.

Kâfirler de İslâmiyet’i kabul edip hicret eden eski hanımlarına vermiş oldukları mehirleri müslümanlardan isteyebilirler.

“Allah’ın hükmü budur.” (Mümtehine: 10)

Ona riâyet lâzımdır.

“Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.” (Mümtehine: 10)

Kullarına uygun olanı çok iyi bilendir ve bu husustaki hükümlerini koymakta Hakîm olandır.

Şayet müminler kâfir hanımlarından ayrılmaları durumunda verdiklerini geri alamazlarsa bu hususta Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:

“Eğer eşlerinizden biri kâfirlere katılır ve onlar da mehrinizi geri vermezlerse, siz onlardan bir ganimet elde ettiğinizde, eşleri gitmiş olanlara mehirlerinin karşılığını verin.” (Mümtehine: 11)

Müminler “Allah’ın verdiği hükme râzıyız.” dediler ve durumu müşriklere bildirdiler, fakat müşrikler Mekke’de kalan müşrik kadınların mehirlerini müslümanlara iâde etmeyi kabul etmediler.

Bu Âyet-i kerime’nin hükmüne göre;

Kâfir bir kadının kocası müslüman olursa, aralarındaki nikâh hükümsüz olur, biri diğerine haram sayılır.

Müslümanlarla sulh muâhedesi yapan taraftan bir kadın müslüman olursa, o kadın kocasından aldığı mehiri geri verir. Bu mehir beytül-mâl’den alınıp verilir.

İslâmiyet’i seçen bir kadın artık müslüman bir erkekle mehir karşılığında evlenebilir.

Kadın müslüman olup da müslüman bir erkekle evlendikten sonra kaçıp kendi yurduna giderse, o kadının kavmiyle yapılan savaşta elde edilen ganimetten o erkeğe, karısına verdiği mehir ödenir.

“İnandığınız Allah’tan korkun!” (Mümtehine: 11)

O’nun emir ve yasaklarına aykırı davranmayın. Ancak O’ndan korkun ve O’nun yardımı ile korunun.

 

Biat:

Mekke-i mükerreme fethedildiğinde namazdan sonra Resulullah Aleyhisselâm Safâ tepesine çıktı. Burada kendi istekleriyle İslâm’a giren Mekkeliler’in ayrı ayrı biatlarını kabul etti.

Mekke halkı ferç ferç müslüman olmaya başladılar. Bir gün önce İslâm’a düşman olanlar, Muhammed Aleyhisselâm’ın yüksek ahlâkını ve insanlık duygusunu görünce, hiçbir zorlama görmeden içten gelen bir teslimiyetle İslâm’ı kabul ettiler.

Bu fetih, hakikaten bir Feth-i mübin oldu.

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-ın babası Ebu Kuhafe, çok yaşlı idi, gözlerinin feri kalmamış, yolunu göremiyordu. Oğlu, ihtiyar babasının elinden tutarak huzura getirdi.

Resulullah Aleyhisselâm:

“Yaşlı babanı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın, biz onun ayağına giderdik!” deyip iltifatta bulundu.

Onu önüne oturttu. Mübarek ellerini göğsüne koyup sığadıktan sonra müslüman olmasını tavsiye etti, o da derhal müslüman oldu ve oğlunun saâdetine saâdet kattı.

Erkeklerden sonra kadınlar da biat merasimine katıldılar.

Erkekler “İslâm ve cihad” üzerine biat etmişler, kadınlardan da “Allah’a ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zina yapmamak, çocuklarını öldürmemek, asî olmamak” üzere biat alınmıştı.

Bu biat müslümanların bozmaması gereken bir takım hususlara bir numunedir. Çünkü biat, Allah-u Teâlâ’ya ve Resul’üne verilmiş bir ahiddir.

Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip;

Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları,

Hırsızlık yapmamaları,

Zina etmemeleri,

Çocuklarını öldürmemeleri,

Elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri (başkalarının doğurduğu veya başka erkekten gayr-i meşru kazandıkları bir çocuğu kocalarına nisbet etmemeleri),

İyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlarını al.” (Mümtehine: 12)

Âyet-i kerime’de sayılan hususların kadınlar hakkında hususiyetle belirtilmesi, bunların kadınlar arasında çok görülmesinden dolayıdır.

Yasak olan bu altı husus, İslâm’da yasak olan şeylerin esaslılarıdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in eli kesinlikle nâmahrem olan hiçbir kadının eline dokunmamıştır.

Esmâ binti Seken -radiyallahu anhâ- der ki:

“Ben biat eden kadınlar arasında idim. ‘Yâ Resulellah! Elini uzat da sana biat edeyim!’ dedim. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm: ‘Ben kadınlarla musafaha yapmam. Allah’ın onları yükümlü tuttuğu şeylerden ben de yükümlü tutarım.’ buyurdu.”

Resulullah Aleyhisselâm kadınların biatı esnanında mübârek eline bir bez parçası koyardı, bazen de bir kaba su koyup elini o suya sokardı, sonra da kadınlar ellerini bu suya daldırırlardı.

“Ve onlar için Allah’tan mağfiret dile.” (Mümtehine: 12)

Senin duân onlar için sekinettir.

“Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir.” (Mümtehine: 12)

Biatlarına sâdık kalırlarsa, geçmiş günahları ne kadar çok olursa olsun, onları bağışlar, rahmetiyle tecellî eder.

 

İslâm’a Göre Dost ve Düşman:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde inananlara şu gerçeği ferman buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinmeyin!” (Mümtehine: 13)

Onların dostluklarına tutunmayın, hiçbir şeylerine heves edip yönelmeyin. Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükmü: “Onları dost edinmeyin.”dir.

İnsanların birbirlerine tabiatlarının sirayeti, bazı hastalıkların sirayeti gibidir. Bilhassa küfür ve nifak hastalıkları derhal sirayet eder, çünkü insanın tabiatı daima isyana meyillidir.

Bu ilâhî hitap, İslâmiyet’in ilk yıllarından itibaren kıyamete kadar gelip geçecek olan bütün müslümanlaradır.

Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler.

Kâfirler öldükten sonra dirilmeye inanmadıkları için, kabirlerde yatan akrabaları ve dostları ile birleşip buluşmaktan ümitlerini kesmişlerdir. Ahireti hesaplarından çıkardıkları için, hep mutsuzluk içindedirler, ölülerinin tekrar yeni bir hayata erdirileceklerine kani değildirler.

Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyuruluyor:

“Kâfirlerin kabirde bulunan kimselerden ümitlerini kestikleri gibi, onlar da ahiretten ümitlerini kesmişlerdir.” (Mümtehine: 13)

Hesap korkusu olmayınca da iblis gibi fırsat buldukça her fenalığı yaparlar, kendilerine yardaklık edenleri de ümitsizliğe düşürerek cehenneme sürüklerler.


  Önceki Sonraki