Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Türk Milleti Açlığa Mahkum Edilirken Devletimiz Bölünmenin Eşiğine Getirilmiş Bulunuyor - Ömer Öngüt
Türk Milleti Açlığa Mahkum Edilirken Devletimiz Bölünmenin Eşiğine Getirilmiş Bulunuyor
GÜNDEM
Şinasi Çapa
1 Ağustos 2002

 

TÜRK MİLLETİ AÇLIĞA MAHKUM EDİLİRKEN
DEVLETİMİZ BÖLÜNMENİN EŞİĞİNE GETİRİLMİŞ BULUNUYOR!

 

Türkiye’de garip değil çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Hükümetin ‘Can simidi’ olarak sarıldığı ve neticede içi boş ama gelişi plânlı olan Kemal Derviş, emir aldığı IMF’in patronlarının ‘Sıkıntılar biraz daha devam edecek’ demelerine karşılık asıl kimliğini ve esas vazifesini saklamak için, milletimizi taktiklerle oyalayarak ‘sıkıntı bitti’ demekte, buna rağmen sıkıntının bitmediği, artarak devam ettiği görülmektedir.

İktisadi belirsizlik ve yaşanan krizler ülkemizi daha derin sıkıntıların kucağına atacak siyasi gelişmelerin de birbiri ardınca yaşanmasını beraberinde getirmiştir. Şimdi yeniden ortaya çıkan siyasi belirsizlik ülkemizi daha derin felâketlere doğru sürüklemektedir. Tabiidir ki bunun birinci sorumluları yöneticiler ve onları iktidar koltuğuna oturtan halkın kendisidir. Ecevit halkın ümidi olarak lanse edildi, koltuğa oturtuldu, hastalandı, hükümet sallanmaya başladı, DSP bölündü, bu hükümete yol göründü. Pek çok siyaset senaryoları içimizdeki küresel sermayenin taraftarları ve dışardaki akıl hocalarının direktifleriyle yazılıyor. Oyun içinde oyun oynanıyor. Dünyayı ateş çemberinin içine sokacak sıcak gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin içine düşürüldüğü sıkıntı belirli çevrelerin ince ayar plânlarıyla tezgâhlanmaktadır. Bir seçimle işler düzelecekmiş gibi millet uyutulmaya çalışılıyor. Böyle giderse millet uykudan uyanmayacak.

Irak ambargosu nedeniyle her gün zarar ediyoruz. Irak yüzünden uğradığımız zarar 100 milyar doları geçmiş bulunuyor. Gümrük Birliği yüzünden milyarlarca dolar kaybımız var. Bu sömürge anlaşmasının mimarı Tansu Çiller, ortalıkta kurtarıcı kahraman rolünü oynamaktadır.

Altın, dolar, Euro almış başını gidiyor. Türk işçisi, memuru, esnafı, çalışanı, her geçen gün daha sıkıntılı bir hayatla boğuşmaya mahkûm ediliyor. Memurların maaşı olduğu gibi eriyor. Altın, dolar, Euro almış başını gidiyor.

Tarım ürünleri bedavaya getiriliyor. Kotaların uygulanması nedeniyle yeterince ekim yapılamamış, faizler nedeniyle elindekini satan çalışan kesim sattığının karşılığını bile alamaz olmuştur. Buğday stokları erimiş, şeker ve diğer ürünlerde tamamen yabancılara muhtaç hale getirilmişken, gelecek senelerde Türk köylüsünün daha feci sıkıntılara uğrayacağı şüphesizdir.

Üçyüz kilo çayla bir altın alınıyorsa, yirmi kilo fındıkla bir küçük altın alınıyorsa, şeker, tütün, buğday yasalarının esrar perdeleri milletimiz tarafından bilinmiyorsa, siyasal reformlar(!) adıyla bir dizi küresel sermaye patronlarının Türkiye’yi bölme planları bir bir Meclis’ten sessiz sedasız geçirildi ise elbette sorumluların ipleri zamanı gelince çekilecektir.

Şu anda Türkiye IMF’ye en borçlu ülke durumunda. Bu borçlar henüz ödenmeye başlanmadı. Bilindiği üzere % 10 döviz üzerinden faizle borç alındı. Asıl ödemeler gelecek sene ve ondan sonraki sene başlayacak. Katlayarak artan borçları faizleriyle birlikte Türkiye nasıl ve kimin eliyle ödeyecek?

Hükümet Derviş’in ağzının içine bakıyor. Devlet ciddiyeti sıfıra inmiş, Derviş ise emir aldığı IMFpatronlarının ağzının içine bakıyor. Tam bir teslimiyetçi, pasif, şahsiyetsiz ve şuursuz bir politika ve onların yerli figüranları kendilerine biçilen rolü oynamaya devam ediyorlar. İdareciler akıllarınca işi idare ediyorlar.

Belirsizlik artarak devam ederken Derviş kehanette bulununmuş: ‘Ekonomideki belirsizliğin çeşitli sebepleri var. Bazı siyasi boyutu da var, ekonomi ile ilgili boyutu da var...’ Ekonomiyi kurtarmak için ithal edilen bakanın söylediklerine bakınız. Adam ülkemize gönderildikten sonra sıkıntılarımız artmıştır. Onun vasıtasıyla ülkemiz IMF’in, Dünya Bankası’nın, global sermaye ve küreselleşme taraftarlarının açık sömürgesi haline getirilmiştir. Ülkemizdeki siyasi, iktisadi ve kültürel bunalımların en bariz sebebi budur.

Zaman zaman memleket meseleleriyle ilgili yerinde tesbitlerini duyduğumuz ATO Başkanı Sinan Aygün’ün ‘Sömürgeye Davetiye’ adlı yazısını önemine binaen sütunlarımıza almakta fayda görüyoruz:

“2 Mart 2001’de Kemal Derviş göreve geldiğinde kişi başına milli gelir 2986 dolardı. 2160 dolara düştü. Hepimizin cebinden 826 dolar uçtu. Gayri Safi Milli Hasıla 200 milyar dolardan 148 milyar dolara geriledi. Yıllık enflasyon % 37.5’ti. Şu anda % 46.2.

Gıda ürünlerindeki artış % 80 oldu. İşsiz sayısı 1.5 milyondu, 3 milyona çıktı. Derviş geldiğinde dolar 921 bin liraydı. Bugün birmilyon altıyüz bin civarında. Süper benzin 398.500 liraydı. Bugün 1.5 milyon lira. Geçen yılın ilk beş ayında 4.8 katrilyon olan bütçe açığı bu yılın aynı döneminde 15.7 katrilyon liraya ulaştı. 2001’in ilk beş ayında 11.9 katrilyon olan faiz giderleri bu yılın aynı döneminde 24.6 katrilyon liraya yükseldi. İç borç 59 katrilyon liraydı, 128 katrilyon oldu. Dış borç 114 milyar dolardı, 120 milyar dolar oldu. IMF’den 30 milyar dolar borç alındı. Bir doları bile üretime, yatırıma gitmedi. Tamamı borç faizine gitti.

59 bin şirket kapandı. 224 bin esnaf battı. Zor durumda şirketler yabancı sermayenin ağzını sulandırıyor. Yabancı sermaye Türkiye’ye ‘Bizim taşımızla bizim kuşumuzu vurmaya geliyor.’ Tıpkı, IMFprogramlarının uygulandığı diğer ülkelerde olduğu gibi...

Endonezya’da bankacılık sisteminin yaşadıklarından ibret alalım. Bugün Türkiye’de uygulanmaya konulan yöntemle Endonezya’nın 60’a yakın milli bankasına birer birer el konularak altın tepside yabancı sermayeye sunuldu. Endonezya’nın bankacılık sistemi artık 3-4 yabancı bankanın elindedir. Gariban Endonezya vatandaşlarından topladıkları mevduatları kendi ülkelerinin firmalarına kredi olarak verdiler. Onlar da bu kredilerle, Endonezya’nın zordaki ‘kelepir’ şirketlerini satın aldılar.

Tartışmalı bir şekilde el konulan 1.5 milyar dolar değerindeki Demirbank’ın 300 milyon dolara HSBC’ye satıldığını, Devlet Bakanı Kemal Derviş’in Alman Bankalarını Halkbank’ı ve Ziraat Bankası’nı satın almaya davet ettiğini hatırlatayım.

2001 başından 2002 Mart ayına kadar 10 Türk şirketinin tamamı, 21 şirketin % 99’u, 34 şirketin % 90’ından fazlası yabancıların eline geçti. 45 şirket hisselerinin % 50’sinden çoğunu, 31 şirket hisselerinin % 50’sini yabancılara sattı. Yabancılar, 58 şirkete de % 50’den az payla ortak oldu. Türkiye parsel parsel satılıyor.

Ankara’nın Başbakan’ın hastalığıyla, koalisyon ortaklarının tartışmalarıyla vakit kaybetmesi, içeride de dışarıda da birilerinin ekmeğine yağı sürüyor. Aklımızı başımıza alalım.” (Sinan Aygün, Sömürüye Davetiye, 1 Temmuz 2002)

Türkiye satıldı diye söylerdik kimse inanmazdı. Millet ensesinde boza pişiren lider yaftalı zavallılarla açlığa, esarete adım adım sürüklenirken siyasetçilerden ümidini kesmiş bulunuyor. Ortalıkta görünenlerin karanlık kapıların ardından icazet aldıklarını hatırlatmadan geçemeyeceğiz.

Ecevit: ‘Kuzey Irak’ta Kürt Devleti kurulması savaş sebebidir.’ diyordu. O devlet fiilen kuruldu bile, ABD’nin Irak’ı vurmasını beklemektedir. Çiller’in ABD’nin Irak’a yönelik saldırılarında Türkiye’nin başbakanı olmasını istemesinin altını çizin, İran ve diğer Ortadoğu Arap ülkeleri de gün gelir ABD tarafından vurulabilir. Bu ülkeler aklını başına alırlar. Dünya daha nice olaylara sahne olacak, göreceğiz. Önümüzdeki günler çok zor, çetin ve ızdıraplı geçecek.

AB’ne Türkiye’nin bölünmesi pahasına girilmesine taraftar olanlara net bir tavır da CIA tarafından gelmiş: ‘Türkiye bu ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkta AB’ne 2015 yılına kadar giremez.’

Bütün bu olan bitenler bizim amellerimizin bozukluğundan, Hakk’a gerçek anlamda yönelmeyişimizden ileri gelmektedir. Biz kendimizi düzeltirsek şüphesiz ki diğer işlerimiz de düzelecektir.

Ecevit hastalandı, Türkiye daha fazla çalkalanmaya başladı. Fırtınalar eseceğe benziyor. Durum vehametini koruyor. Her ne kadar sayın başbakan koltukta oturmakta zorlansa da, konuştukları anlaşılmasa da: ‘Başbakanlığa dönmek için sabırsızlanıyorum’ demiş, ülkede var olan acınacak hali daha da acınacak duruma düşürmüştür. Bu iktidar döneminde IMF’in istekleri doğrultusunda tarımımız, hayvancılığımız ve sanayimiz iflas etmiştir. Her gün kapanan onlarca işyeri, fabrika, işinden çıkartılan işçiler, emekliliğe zorlanan memurlar, çığ gibi büyüyen işsizler ordusu. Devamlı açlığa mahkûm edilen bir büyük millet.

Belirli çevreler çok kasıtlı olarak dünyayı açlığa mahkûm etmektedirler. Milyonlarca Hindu açlıktan ölmektedir. Afrika zaten açlıktan kırılmaktadır. Bir dilim ekmek için birbirlerini çiğnemektedirler. Siyah çoğunluk, beyaz azınlığın kölesi durumundadırlar. Kasıtlı olarak ABD, AB, Kanada, Avustralya ve diğer gelişmiş ülkeler IMF ve Dünya Bankası gibi taşeron kuruluşları kullanarak gelişmekte olan veya fakir bir ülkeyi kredi (borç) adıyla esir almakta, o ülkenin tarım ve hayvancılığını felç etmektedirler. Bu ülkeler diğer gelişmiş ülkelere bağımlı, muhtaç hale getirilmektedirler.

Şu rakamları birlikte okuyuyalım ABD, AB ve yandaşlarının insanlığa kurdukları tuzağın çirkinliğini görünüz: ‘Dünyada şu anda 840 milyon insan açlık sınırı söyle dursun bizatihi açlıkla savaşmaktadır. Bunun 300 milyonu çocuktur. Her saniye açlık sebebiyle 4 kişi ölmektedir. Dünyanın yarısı (3 milyar insanın) günlük geliri iki dolar ile 0(sıfır) dolar arasındadır. Dünyada 300 milyon insan aşırı beslenme neticesinde son derece şişmandır. Roma Zirvesi 4 gün devam etti. Bir delege: ‘Biz dört gün konuşurken 100 bin kişi açlıktan öldü’ dedi ve ilave etti:

“Açların laflara karnı toktur.’ BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Roma Zirvesi’nde yaptığı konuşmasında: ‘Birçok zengin ülke FAO’ya verdiğini misliyle geri alıyor. Batı, yoksullarla birlikte yaşamayı öğrenmek zorunda, zengin ülkeler Dünya Gıda Örgütü’nü aldatıyor’ dedi... Şu andaki bütün açlığı geçici önlemek için Dünyadaki 40 milyon ton gıda yeterlidir. Zengin ülkelerin hayvanlarını beslemek için harcanan hububat 540 milyon tondur...” (Mustafa Necati Özfatura, 20 Haziran 2002)

Er veya geç insanlık bu acı gerçeklerin farkına varacak, ulaşmak istediği asıl farkı ya bulacak huzura kavuşacak yahut da belâsının karşılığını bulacaktır. IMFistedi diye KİT’lerden 2003 yılı sonuna kadar %70’e varan personel indirimine gidilecek. Bu işsizler ordusunun daha fazla büyümesine, daha fazla sosyal çalkalanmalara neden olacak demektir.

BM bir araştırma yaptırmış. Bu araştırmaya göre son dört yıl içinde Türkiye’den başka ülkelere 23 bin kişi göç etmiş. Pek çok yatırımcı başka ülkelerde iş kurmuş, tasını tarağını toplayıp gitmiş. Sadece Romanya’ya giden Türk müteşebbis sayısının 7800 olduğu bilinmektedir. Siz başka ülkeleri de buna ilave edebilirsiniz, hatta Suriye’yi bile.

Uzun zaman geçmeyecek, Türkiye derin bunalımlar yaşayacaktır. İç ve dış borçlarını ödeyemeyecektir. IMF’in girdiği hiçbir ülke yağmalanmaktan, sömürülmekten kurtulamamıştır, Türkiye’deki koalisyon hükümeti, sebep olduğu iki krizden sonra, IMF’in istekleri doğrultusunda kasıtlı oyunlarla bu Yahudi kuruluşuna boyun eğdirildi. Alınan borç paralar yatırıma dönüştürülmedi, üretime aktarılmadı. Yatırım, üretim faaliyetinde bulunulmadı. Alınanlar eski borçların faiziyle memur maaşlarına aktarıldı. IMF’den en çok borç para alan ülke gibi bir ünvana sahibiz ve sebep olanlar bununla iftihar edebilirler.

“-Türkiye ekonomisiyle nasıl alay ettiklerine bakın ki; daha geçen hafta Pamukbank’a el konulduğunda, IMFdahil, ABD Maliye Bakanlığı yetkilileri ve uluslararası finans çevreleri, bunun çok yerinde bir karar olduğunu, Türk ekonomisinin sağlıklı işlediğini, en ufak bir olumsuzluğa göz yummadan, emin ve istikrarlı bir şekilde yoluna devam ettiğini açıklamışlardı. Bir hafta sonra aynı finans çevreleri, Türkiye’deki siyasi belirsizliği öne sürerek (sanki bu durum bir hafta evvel yoktu) Türkiye’nin kredi notunu düşürdüler...” (Fuat Bol, 1 Temmuz 2002)

Uluslararası sömürge kuruluşları Türkiye’de daha tesirli olmak ve isteklerini yerine getirmek için Cem, Derviş, Özkan üçlüsünü işinin bittiğini hesaba kattıkları Ecevit’e karşı harekete geçirmişler ve yeni bir siyasi krizin doğmasını sağlamışlardır. Bütün bunlar Türkiye üzerinde oynanan örtülü oyunların bir uzantısından başka bir şey değildir. AB taraftarları da bu ikili kaypak oyunların içinde bizzat yer almaktadırlar.

Bilderberg adındaki gizli Yahudi örgütü her sene çok özel, gizli toplantılar tertip etmektedir. Genellikle erkeklerin katılımcı olarak kabul edildiği bu gizli toplantılara nâdiren de olsa kadınlar çağırılmaktadır. M. Thatcer gibi. Hiçbir sesli, görüntülü cihazın alınmadığı, kararların tutanağa geçirilmediği toplantılarda katılımcılar sadece dinlerler, bilgilenirler ve aldıkları özel görevleri yerine getirmeleri için ülkelerine dönerler.

Bu sene ülkemizden iki önemli isim Bilderberg toplantılarına dâvet edilmişlerdir. Bunlardan birisi ekonomiden sorumlu ithal bakan Kemal Derviş.

Üçlü troyka sessiz sedasız kendilerine verilen görevleri yerine getirerek yeni bir oluşum başlattılar. Böylece bir kısım taahhütleri yerine getirmeyen eski Bilderbergci Ecevit -ki ilk defa 1975’de Çeşme’de Bilderberg toplantısına katılmıştır- hizaya getirilmek istenmiş, işi bittiği görülen yaşlı güvercinin kolu kanadı kırılmıştır.

İleriki günlerde Cem’in başbakan olması planlanmıştır. Körfez suları sınırken, Bağdat’ın bombalanması planlanırken, hazırlanan Federe Kürt devletine aleniyet kazandırmak için Türkiye gibi çok önemli bir müttefikin ABD, AB ve yandaşlarına tam destek vermesi istenmekteydi. Gerek başbakan ve hükümet üyeleri, ordu bu girişime destek vermedi. Tavır değişikliği gerekiyordu. Bunu sağlamak için yeni beyinlere ihtiyaç duyuldu.

Tansu Çiller, ABD’nin Irak’a müdahalesinde Türkiye’nin başbakanının kendisi olması gerektiğini bildirmesi bizi Irak krizi ve Gümrük Birliği anlaşmaları nedeniyle uğradığımız yüzmilyarlarca doları düşünmemizi hatırlatıyor.

Milletimizi, kendilerini kurtarma iddiasında bulunanlar hergün biraz daha batırıyor, bitiriyor, nefesini kesiyor. Dünyanın ufku kararıyor. Biz yine de Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla yarınlarımızın çok aydınlık olacağına inanıyoruz.


  Önceki Sonraki