Türkçe ve Farsça şiirlerini topladığı eseridir. Ana dili Türkçe olan Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh-Hazretleri, aynı kuvvette Arapça, Farsça ve Kürtçe dillerini de bilirdi. Divan’ı ve diğer eserleri buna delildir.
Türkçe’yi kullanmaktaki maharetini Hüseyin Vassaf şu şekilde ifade etmiştir:
“Selîka-i kalemiyyesi ve tarz-ı mânâdaki tevcihi, kendisini sahife-i edebiyatta mübâhât eyleyecek seviyededir.”
Tekke’de yetişmiş bir şâir olmasına rağmen “Tasavvufî halk edebiyatın”dan ziyade divan edebiyatını benimsemiş ve arûz veznini büyük bir ustalıkla kullanmıştır.
Osmanlıca baskısı 1918’de İstanbul Evkaf matbaasında yapılmıştır. Türkçe kısmı 1980 yılında Mehmet Uyar tarafından tez çalışması olarak lâtin harflerine çevrilmiş, baş kısmına da kısa bir inceleme eklenmiştir. İkinci çalışma Cemal Bayak tarafından yapılmış, Erkam yayınları arasında basılan bu çalışma Farsça bölümü de kapsamaktadır.
Cihan Okuyucu ve Remzi Baykaldı tarafından yapılan bir başka çalışma ise baskıya hazır durumdadır. Farsça bölümündeki şiirlerin tercümesi Azerî Türkleri’nden Ahmed Rıza Taftacı tarafından yapılmıştır.
Divan’ın Farsça bölümünde elli gazel, iki muhammes, on tahmis, bir terci; Türkçe bölümünde bir müseddes, yirmi yedi tahmis, bir taştir, iki rubâi ve Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz için yazılmış Farsça-Türkçe bir mevlid bulunmaktadır. Manzume, oğlu tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
Erbilî -kuddise sırruh-Hazretleri’nin şiirine yapılan üç tahmis de Divan’ın sonuna eklenmiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk yarısına isabet eden Osmanlı imparatorluğu’nun yıkılışı ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllırının çalkantılı döneminde yaşamış olan Erbilî ünlü bir mutasavvıf olarak bilinir. Onun şairlik yönü üzerinde hiç durulmamış, şiirleri incelenmemiştir. 20. yüzyılda yazılan edebiyat tarihlerinin hemen hiç birinde Erbilî'ye yer verilmediğini görüyoruz.
Muhammed Es'ad Erbilî -kuddise sırruh-, Türkçe’den başka Arapça ve Farsça’yı da bu dillerle şiir yazacak kadar iyi bilmektedir. Şiirlerinde Es'ad mahlasını kullanır. Tekke çevresinden yetiştiği halde Divan edebiyatı nazım şekillerini, kelime ve mazmunlarını kullanmıştır. Bu özellikleri ile onu Divan edebiyatının bilinen son temsilcilerinden saymak yerinde olur.
Şiirlerinin muhtevası, tasavvufî duyuş ve düşünüştür. Bazen bir tasavvuf öğreticisi olarak didaktik, çoğu zaman da gönül ehli insanların içerisinde bulunduğu duygu coşkunluğu ile Lirik şiirler söylemiştir. Özellikle Allah aşkını ve Hazret-i Peygamber’i konu alan bütün şiirlerinde bu sevgi ve duygu coşkunluğu mükemmel bir ifade gücüne ulaşır:
“Gönül nûr-i cemâlinden hâbibim bir ziyâ ister
Gözüm hâk–i rehinden iy tabîbim tûtiyâ ister.”
veya,
“Tecillâ-yı cemâlinden habibîm nevbahar ateş
Gül ateş, bülbül ateş sünbül ateş hâk ü hâr ateş.”
veya,
“Nûr-ı basarım serdeki sevdâ-yı Mûhammed
Sevdâ-yı serim dîde-i şehlâ-yı Muhammed.”
Gibi söyleyişleri dikkati çeken güzel örneklerdir.
Türkçe gazellerinin bazıları bestelenmiş olan Muhhammed Es'ad Erbilî -kuddise sırruh- şüphesiz öncelikle mutasavvıf bir şahsiyete sahiptir. Ehl-i gönül oluşu onu şiire yaklaştırmış, divanın mukaddimesinde de belirttiği gibi mecazlardan, istiarelerden zevk alan bir kişi olarak şiiri, sevgisini, heyecanını ifadede güzel bir yol olarak benimsemiş, başarıyla uygulamıştır.
•
Erbilî -kuddise sırruh-Hazretleri’nin edebî şahsiyetine bir numune olmak üzere üslubunu bozmadan “Divân-ı Es’ad”ın Mukaddime’sini lâtin harfleriyle takdim ediyoruz:
“Makâm-ı velâyetleri derece-i sübûta varmış ve fazl u kemâllerinin şâhidi hadd-i tevâtürü geçmiş bulunan eâzım-ı ricalin bazıları tab'an lâtîf ve meşreben zarîf oldukları ve bir hayli manzûmelerinde mey ve mahbûbdan bahsetmekte bulundukları cümlenen ma'lûmudur. Bu ise âyât-ı kerimedeki mecâzlardan, istiârelerden zevk alamayan ve bâ-husûs i'tirâz etmeyi i'tiyâd etmiş bulunan hodpesendânın i'tirâzını câlib olduğundan müşârun ileyhim hazarâtının bu misillû elfâzdan maksatlarının ne olduğunu beyân eylemek fâideden hâlî olmasa gerektir. Ma'lûm ola ki nefs ve şeytâna mahkûm ve hevâ ve hevesine mağlûb olanlar tarîk-ı sûfiyyeye sâlik bulunanların bilcümle lezâiz-i insaniyyeden mahrûm kaldıklarını i'tikad etmişler ve bu hayâl-i fâsid ile hallerini füyûzât-ı ma'neviyyeden nevmîd ve istikbâl-i uhreviyyelerini bu sûretle tehdîd eylemişlerdir. Binâenaleyh bu hakîkati anlayan ve bu misillû zihâb-ı bâtılın ta'dîlini arzu eyleyen evliyâ-yı kirâmın şuarâ-yı be-nâmından bir çoğu tarîk-ı sûfiyyede mevcûd olmayan ıyş u ışretten, şevk u şetâretten, mey ü meyhâneden, pir-i muğandan, sâkî ve sâğardan, bezm ü tarabtan, mutrib ü muğannîden, mahbûb-ı hakîkîden dem urmuşlar. Ve ehl-i mecâzın anlayabileceği ta'bîrât ile manzûmeler inşâ buyurmuşlardır. Şu kadar var ki bunların mahbûbu mahkûm-i zevâl olmayan Zülcelâl Hazretleri ile enbiyâ ve evliyâyı kirâmın cemâl-i bâ-kemâl-i ma'nevîlerdir Mey dedikleri şey gam ve kasvet-i dünyeviyyeden eser bırakmayan muhabbetullahdır. Meyhâne ise sâlikân için te'sis edilmiş ibadethânelerden ibâret olup pîr-i muğandan dahî maksad mürşid-i kâmildir. Sâkî ise kulûb-u müsterşidîne ıkrâ' içün vasıta olan hulefâdır. Bezmleri salikânın müctemian ezkâr-ı şerîfe ve terennümât-ı latîfe ile bade-nûş-i muhabbet ve ser-mest-ü ıyş ü ışret oldukları demlerdir. Bu sûretle vâki olan ifâdelerden sonra şunu da beyân edelim ki, bu misillû zevât-ı kirâm mecâz vâdîsinde mevcûd olan mazarrat-ı dîniyye ve dünyeviyyenin takdîri ile hakîkat mebâdisinde mev'ud olan saâdet-i ebediyyenin tasvîr ve tercihini ukûl-i selîmenin muhkeme-i müstakimelerinden ümid-vâr bulunmuşlardır. Cenâb-ı Hak ve Hâdi-i Mutlak hazretleri ihvân-ı dinimizi esâret-î nefs ve şeytândan kurtarıp hürriyet-i islâmiyyeden mahrûm buyurmasın, âmin.”
Muhyiddin-i İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh-Hazretleri’ne izafe edilen bir risâlenin Türkçeye tercüme ve şerhidir. Eser Ali Kadri tarafından Osmanlıca olarak yayınlanmıştır.
Hazret’in bundan başka Urfalı Şeyh Saffet Efendi’nin çıkardığı Tasavvuf ile Beyanü’l-Hak ve benzeri mecmualarda neşredilmiş yazıları vardır.
Muhammed Es’ad Erbilî -kuddise sırruh-Hazretleri’nin “Divân-ı Es’ad” isimli eserinin kapağı.