Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Mümtehine Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1) - Ömer Öngüt
Mümtehine Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Temmuz 2002

 

Mümtehine Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1)

Allah ve İslâm Düşmanlarını
Sırdaş ve Dost Edinenler!

 

Sûre-i Şerif’in Takdimi:

Ahzâb sûre-i şerif’inden sonra Medine-i münevvere’de nâzil olan bu mübârek Sûre-i celîle; on üç Âyet-i kerime, üç yüz kırk sekiz kelime, bin beş yüz on harften teşekkül etmiştir.

Kadınların imtihan edilmeleri ile ilgili hüküm dolayısıyle bu Sûre-i şerif’e: “İmtihan olunan kadın” mânâsına gelen “Mümtehine” adı verilmiştir, fıkhî hükümler mevcuttur. “Mevedded sûresi” denildiği de rivâyet olunmuştur.

 

Nüzûl Sebebi:

Resulullah Aleyhisselâm Mekke’nin fethi için hazırlıklara başladığında bir sabah namazından sonra Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-i yanına çağırdı, onun reyini sordu. Sonra Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in reyini aldı ve hemen hazırlıklara başladı. Bütün hazırlıklar gayet gizli idi. Mekke’nin bütün yolları bağlanmış, bu vazife Huzâa kabilesi’ne bırakılmıştı.

Resulullah Aleyhisselâm kendini Necid tarafında meşgul göstermek, dikkatleri başka tarafa çekmek için Ramazan ayının başında Ebu Katâde -radiyallahu anh-i askeri bir birlik ile Suriye yolu üzerindeki Îdâm vâdisi taraflarına gönderdi.

Hedef resmen ilân edilmemekle birlikte Medine’de topyekün sefer hazırlığı görünümünde fetih hazırlığı sürdürülmekteydi. Harp malzemeleri temin ediliyor, develere denkler yükleniyor, atlar eğerleniyordu.

Bu kadar gizliliğin yanında Ashâb-ı kiram’dan Hâtıb bin Ebî Belteâ -radiyallahu anh- durumdan Kureyş’i haberdar etmek istemiş, bir mektup yazarak bir kadınla gizlice Mekke’ye göndermişti. Resulullah Aleyhisselâm ilâhî vahiy ile bunu öğrendi. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- iki arkadaşını derhal kadının arkasından gönderdi. Kadına yetişip: “Şu mektubu çıkarsana!” dediler. Kadın önce itiraz etti. Fakat: “Mektubu çıkar, yoksa elbiseni soyup arayacağız!” deyince, kurtuluş çaresi kalmadığını anladı ve saçlarının örgüsü arasından mektubu çıkarıp verdi.

Mektupta şöyle yazıyordu:

“Ey Kureyş! Resulullah size karşı büyük bir kuvvetle geliyor ki, gece karanlığı gibi korkunç olan bu ordu, sel gibi akacaktır.

Allah’a yemin ederim ki, Resulullah üzerinize yalnız başına da gelse, Allah onu size galib kılacak ve vaadini yerine getirecektir.

Bir an evvel başınızın çaresine bakın!”

Herkes şaşırıp kaldı. Çünkü Hâtıb -radiyallahu anh- gibi bir zâttan hiç kimse böyle bir şey beklemiyordu.

Resulullah Aleyhisselâm bir heyet önünde Hâtıb -radiyallahu anh-i sorguya çekti.

“Ey Hâtıb! Bu ne iş, niçin bunu yaptın?” diye sordu.

Hâtıb -radiyallahu anh- kendisini şöyle müdafaa etti:

“Yâ Resulellah! Hakkımda karar vermekte acele etmeyin. Ben Kureyş’e antlaşarak bağlı bir kimseyim. Fakat hiç bir zaman onlardan olmadım. Yanımızdaki muhâcir kardeşlerimin, Mekke’de âilesini ve mallarını koruyacak yakınları var, benim ise böyle bir himayecim yok. Kureyş’in ileri gelenlerini bir minnet altında bırakarak âilemi korumak istemiştim.

Ben bu işi dinimden dönmek için yapmadım. Müslüman olduktan sonra katiyyen küfre râzı olmam.”

Resulullah Aleyhisselâm: “Hâtıb kendisini yaman müdafaa etti.” buyurdu. Daha sonra Ashâb’ına dönerek:

“O size doğru söyledi. Bunun hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyiniz!” dedi.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- ise dayanamayıp:

“Yâ Resulellah! Bırak da şu münâfığın boynunu vurayım!” diyerek çıkışınca:

“Yâ Ömer! Hâtıb Bedir savaşı’nda bulunmuş bir kişidir. Ne bilirsin, belki de Allah-u Teâlâ Bedir mücahidlerine: ‘Bundan böyle istediğinizi yapın, ben sizi bağışladım.’ demiş olabilir.” buyurdu.

Bunun üzerine ilgili Âyet-i kerime’ler nâzil oldu.

 

Muhtevâsı:

Bu mübârek Sûre-i celîle’de; imanın en sağlam kulpu olan “Allah için sevme ve Allah için buğz” fikrini gönüllere yerleştirme gayesi vardır.

İlk Âyet-i kerime’ler Ashâb-ı kiram’dan Hâtıb bin Ebî Belteâ -radiyallahu anh-ı kınamak için indirilmiştir. Yapılan bu yanlışlık hakkında Allah-u Teâlâ müminleri uyarmış; durum ve şartlar ne olursa olsun müminlerin İslâm düşmanlarını aslâ dost ve sırdaş edinmemelerini emir buyurmuş ve bunun sebeplerini açıklamıştır. İman ve küfür mücadelesi kıyamete kadar devam edecek, bu hükümler müslümanlara ışık tutacaktır.

Allah-u Teâlâ, Allah düşmanlarına dost olmanın hükmünü açıklamış; İbrahim Aleyhisselâm’ın ve onunla beraber olanların kıssasını misal olarak vermiş, müminlerin onlardan uzak olduklarını bu şekilde beşeriyete duyurmuştur.

Allah düşmanlarını dost edinmemekle birlikte; İslâm’a ve müslümanlara düşmanlık tavrı içinde olmayan ve müslümanlara eziyet etmeyen kâfirlere bir iyilik yapmakta bir mahzur bulunmadığı, Allah-u Teâlâ’nın adaletli olanları sevdiği belirtilmiştir.

Yine aynı Sûre-i şerif’te müminlere eziyet edip, onlarla savaşanların hükmünden mevzu edilmiş, onlarla dost edinmeyi yasakladığı açıklanmıştır.

On ve on birinci Âyet-i kerime’lerde müslüman bir kadına, müşrik bir erkeğin haram olduğu; müslüman bir erkeğe de müşrik bir kadını nikâhında bulundurmasının haram olduğu bir hüküm olarak beyan edilmektedir.

On ikinci Âyet-i kerime’de iman eden kadınların İslâm yurdunda Resulullah Aleyhisselâm’a biat etmelerinin hükmü ve biatın şartları mevzu edilmektedir.

Son olarak da müminlerin , Allah’ın gadap ettiği bir topluluğu dost edinmemeleri çok mühim olduğu için bir tekrar olarak emredilmektedir.

 

Allah ve İslâm Düşmanlarını Sırdaş ve Dost Edinenler:

Allah-u Teâlâ Hâtıb -radiyallahu anh-in bu tutum ve davranışı sebebiyle indirdiği Âyet-i kerime’sinde onu ve müminleri şöyle uyarmıştır:

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine: 1)

Çünkü imanın alâmetlerinden birisi de, Allah düşmanlarına karşı dostluk ve sevgi göstermek değil, onlardan nefret etmektir.

Kendilerine düşmanlık yapılmak ve onlarla savaşmak meşru kılınmıştır.

“Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz.” (Mümtehine: 1)

Onlar Allah-u Teâlâ’yı da, O’nun peygamberini de ve o Peygamber’e indirilen kitabı da inkâr ederek küfür içinde yaşamaktadırlar.

Onlar size karşı en çetin düşmanlığı yaptıkları halde onlara sevgi ve muhabbet gösteriyor ve dost oluyorsunuz.

“Oysa onlar Rabb’iniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar.” (Mümtehine: 1)

Onlar küfürleriyle ne Allah-u Teâlâ’nın ne de kullarının haklarını tanımıyor, onlardan tiksindiklerinden dolayı aralarından çıkarıyorlardı. Böylece inananları Mekke’den Medine’ye hicret etmeye mecbur ettiler.

“Eğer sizler benim yolumda savaşmak ve hoşnudluğumu kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz?” (Mümtehine: 1)

Şayet sizler benim sizden râzı olmamın yollarını arayarak, benim yolumda cihad eden kimseler olarak çıktı iseniz, onları asla dost edinmeyiniz. Üstelik onlar sizleri, size olan kin ve nefretlerinden, dininize karşı olan öfkeden dolayı yurtlarınızdan çıkartmış, mallarınızdan mülklerinizden etmişlerdi.

“Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim.” (Mümtehine: 1)

Ben gizlilikleri, kalplerde olanları, açığa çıkarılanları bildiğim halde, sizin gizlediklerinize Resul’ümü muttali kıldığım halde sizler böyle mi yapıyorsunuz?

“İçinizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtehine: 1)

İnanmış olarak Allah yolunda giderken, şeytan yoluna sapmış, böylece cezayı hak etmiş ve kendisini felâkete atmış olur.

Bundan sonra Allah-u Teâlâ müslümanlara karşı kâfirlerin kalplerinde bulunan şiddetli düşmanlığı onlara haber vermek üzere şöyle buyurdu:

“Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilirler.” (Mümtehine: 2)

Size karşı üstünlük sağlarlar da sizi hakimiyetleri altına alırlarsa, sizin onlara yaptığınız gibi dostluk etmezler, katıksız bir şekilde size düşmanca davranırlar. Kalplerinde size karşı olan o şiddetli düşmanlığı açığa vururlar.

“Size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar.” (Mümtehine: 2)

Esir almak, işkence yapmak ve öldürmek suretiyle size elleriyle; sövmek saymak, hakaret etmek suretiyle de dilleriyle kötülükler yaparlar. Size eziyet verecek hiç bir işi yapmaktan geri kalmazlar.

“Zaten kâfir olmanızı istemektedirler.” (Mümtehine: 2)

Düşman için en önemli şey, düşmanının en değerli olan şeyine saldırmaktır.

Ebedî hayatın anahtarı olan iman nimetini kaybetmek kadar büyük musibet tasavvur edilemez. Kâfirlere mahkum olanların ise, eninde sonunda musibete düşme tehlikesi her zaman için mevcuttur.

Durum böyle olduğuna göre bu gibi kimselere sevgi ve dostluk göstermek büyük bir hatadır.

Hâtıb -radiyallahu anh-in dediği gibi, içlerinde bulunan bazı akraba ve çocukları sebebiyle o düşmanlara sır verenlere gelince, bu husus şöyle ifade edilmektedir:

“Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler.” (Mümtehine: 3)

Onları korumak kastı ile düşmanlarına yakınlaştığınız akrabalarınızın ve çocuklarınızın size faydası olmayacaktır. Onlar sizi yaptığınız günahın cezasından kurtaramazlar.

“O gün Allah onlarla aranızı ayırır.” (Mümtehine: 3)

Orada birbirinizden uzak düşmüş olacaksınız. Müminin mercii cennet, kâfirin mercii cehennem olur.

“Allah yaptıklarınızı görendir.” (Mümtehine: 3)

Ona göre mükâfat veya ceza verir, yoksa akrabalarınıza veya çocuklarınıza göre değil.

Artık bunu düşünerek kâfirlere temayülden, dostluk ve hoşgörüden ictinâb ediniz.

 

Gelecek Nesillere İbret:

Müslümanların ilk atası, Hanif dini’nin ilk sahibi olan İbrahim Aleyhisselâm; yalnız inançta değil, hayatlarının her safhasında müminler için bir numune-i imtisaldir.

İbrahim Aleyhisselâm’ın Kur’an-ı kerim’de geçen kıssanın mühim safhaları inananlara ilham kaynağı olmakta ve birçok müşkülleri halletmektedir.

Allah-u Teâlâ müminlere hitap ederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir misal vardır.” (Mümtehine: 4)

Onun güzel kıssası, kıyamete kadar her devirde yaşayan mümin ve muvahhidler için bir ışıktır. Şirk ve küfürden uzak kalmak için sevgi ve düşmanlığın sırf Allah için olmasının gerektiğine dair canlı bir misal verilmektedir.

Âyet-i kerime’nin devamında Allah-u Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm’ın ve beraberinde bulunanların, müşrik olan kavimlerinden uzaklaşarak bütün ilişkilerini kestiklerini haber veriyor:

“Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi:

Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz de bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” (Mümtehine: 4)

Kâfirlere karşı düşmanlıklarını açıktan ve yüksek sesle ilân etmişler; yalnız ve yalnız Allah’a iman etmedikçe, O’na kulluk edip şirkten uzaklaşmadıkça, taptıkları putları ve heykelleri reddetmedikçe aralarında sönmeyecek bir öfke ateşi belireceğini, her türlü dostluk ve yakınlık ilişkilerinin kesileceğini kesin olarak ortaya koydular.

İbrahim Aleyhisselâm’ın ve onunla beraber olanların Âyet-i kerime’de beyan olunan duâları kıyamete kadar darda kalacak müminlerin de duâsıdır.

“Ey Rabb’imiz! Sana dayandık, sana yöneldik, dönüş sanadır.” (Mümtehine: 4)

Her işimizde sana itimat ederek senden başarı dileklerinde bulunduk, sana yönelip günahlarımızdan tevbe ettik. Ahiret âleminde dönüp varacağımız yer senin âlî huzurun olacaktır.

“Ey Rabb’imiz! Bizi inkâr edenlerle imtihan etme!” (Mümtehine: 5)

İslâm düşmanlarını üzerimize musallat etme. Dinimizi ve ırzımızı ayaklar altına almalarına fırsat verme.

Bizi ellerine düşürüp sıkıntı ve azaba mâruz bırakma.

“Bizi bağışla.” (Mümtehine: 5)

Bilerek ve bilmeyerek işlediğimiz günahlarımızı af ediver, başkalarına gösterme.

“Ey Rabb’imiz! Yegâne gâlip, hüküm ve hikmet sahibi ancak sensin!” (Mümtehine: 5)

Sana sığınan küçük düşmez, senden yardım dileyen mahrum kalmaz. Her hükmün yerindedir, her hikmetin güzeldir.

Allah-u Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm’ın ve onunla beraber olanların kimler için numune-i imtisal ve ibret olduklarını teşvik için tekrar Âyet-i kerime’sinde beyan buyuruyor:

“Andolsun ki sizlerden Allah’ı ve ahiret gününü umanlar için onlarda güzel bir örnek vardır.” (Mümtehine: 6)

İbrahim Aleyhisselâm ve onunla birlikte küfre bayrak açan müminler kıyamete kadar hayırla anılacaklar, Allah’a ve ahiret gününe inanan müminler onların güzel hatıralarından ibret alacaklardır.

“Kim yüz çevirirse, şüphesiz ki Allah ganidir, övgüye lâyık olan yalnız O’dur.” (Mümtehine: 6)

Çünkü Allah-u Teâlâ’dan ve kıyamet gününün azabından korkmayan bir kimse onlara uymadığı için gereken faydayı da elde edemez.


  Önceki Sonraki