Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
MAKALE - Küfürden İmana Kaçış - Ömer Öngüt
Küfürden İmana Kaçış
MAKALE
Misafir Yazar
1 Temmuz 2002

 

Küfürden İmana Kaçış

 

Halil İbrahim Emre


Allah-u Teâlâ dünya ve ahireti insan için, insanı da kendisini tanıması için yaratmıştır.

Âyet-i kerime’de:

“Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyuruyor. (Zâriyat: 56)

İnsanın doğduktan sonraki tekâmülü belli bir devrede sona ermez, ölümüne kadar devam eder.

Âlemlerden süzüle süzüle gelen ve ulviyattan halkolunan insan ruhu, maddeden ibaret olan; hissiz ve hareketsiz bir vücuda sığdırılmış ve onu, mânevi bir kalıba büründürmüştür.

Çünkü ruh tekâmül etmek, terakki etmek üzere gönderilmiştir. İnsandaki ruhâni tekâmül, Hazret-i Allah’ı tanımakla ve O’na kullukla başlar. Zaten kâinatın yaratılmasındaki esas gaye insanın yaratılması, ondan da maksat Hazret-i Allah’ın bilinmesi ve bulunmasıdır.

Bir Hadis-i kudsî’de:

“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi arzuladım, bunun için de mahlûkatı yarattım.” buyuruyor. (K. Hafâ)

Onun için Hazret-i Allah’ı tanımak, O’na gönülden teslim olmak insanın en başta gelen vazifesidir. Bu vazifeyi tam yerine getirmek için ve O’nun kabul edeceği şekilde iman etmenin yolunu, emirlerinin ne şekilde tecellî edeceğini, rızâsına uygun olan ibadetlerin nelerden ibaret olduğunu bilmeleri için insanların kendi içlerinden Peygamberler göndermiştir.

Âyet-i kerime’de:

“Biz peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Tâ ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların Allah’a karşı bahaneleri kalmasın. Allah Azîz’dir, hükmünde hikmet sahibidir.” buyuruluyor. (Nisâ: 165)

Cenâb-ı Hakk insanların hakikati bulmaları, dünyada güzel bir düzen içinde yaşamaları, ahirette de selâmete ermeleri için fazl ve keremi ile varlığından insanları, peygamberleri vasıtasıyla haberdar etmiş, iman edenler onların izinden gidip, onlara uyanlar kurtulmuş, onlara karşı çıkanlar ise küfür bataklığında, dalâlette kalmış, karşılarında Hazret-i Allah’ı ve gadâb-ı ilâhî’yi bulmuşlar ve helâk olmuşlardır.

Onun için bütün peygamberler ve ona uyanlar gadâb-ı ilâhî’ye uğramamak için küfürden imana, kaçmış ve kurtulmuşlardır.

Âdem Aleyhisselâm’ın cennette iken, yani peygamberlik verilmeden önce şeytan tarafından bir fitne tuzağına düşürülerek yasak meyveden yemişti. Sonra hatalarını anlayıp kabul ettiler, son derece pişman oldular, Rabb’lerine yönelerek şöyle yalvardırlar:

“Ey Rabb’imiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen, muhakkak ki kaybedenlerden oluruz.” (A’râf: 23)

Allah-u Teâlâ, tevbelerini kabul buyurdu ve onları bağışladı.

Âyet-i kerime’de:

“Rabb’i yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi.” buyuruluyor. (Tâhâ: 122)

Ve böylece yeryüzüne iniş ve insanoğlunun iman ile küfür arasındaki mücadelesi de başlamış oluyordu. Allah-u Teâlâ Hazret-i Âdem ve Havva’ya daha önceden ikazda bulunmuş, şeytana aldandıkları takdirde cennetden çıkarılacaklarını beyan buyurmuştu. Dolayısıyla emre muhalefet ettikleri için yeryüzüne indirilmek üzere cennetten çıkarıldılar. Allah-u Teâlâ onları yeryüzüne indirirken, İblis de dahil olmak üzere hepsine birden şöyle hitapta bulunmuştu:

“Allah: ‘Birbirinize düşman olarak inin! Siz yeryüzünde bir müddet yerleşip geçineceksiniz.’ buyurdu.

‘Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız.’ dedi.” (A’râf: 24-25)

“Onlara: ‘Hepiniz oradan inin! Size benden bir hidayet geldiği zaman, kim benim hidayetime tâbi olursa, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.’ dedik.” (Bakara: 38)

“Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin! Size benden bir hidayet geldiği zaman, kim benim hidayetime tâbi olursa o (dünyada) sapmaz, (ahirette de) bedbaht olmaz.” (Tâhâ: 123)

Âdem Aleyhisselâm, “Cennetten kovulma” şeklinde bir ceza olarak dünyaya gönderilmemiş, yaratılış gayesine uygun olarak cennetten indirilmiştir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Âdem ile Musa münakaşa ettiler. Musa Aleyhisselâm; ‘Hata etmen seni cennetten çıkardı’ deyince Âdem Aleyhisselâm: ‘Sen peygamber olarak seçilmiş Allah kelâmına muhatap olmuş Musa’sın. Sonra da ben yaratılmadan önce Allah’ın takdir etmiş olduğu şeyde beni mi yeriyorsun? diye cevap verdi. Âdem iki kat kuvvetli delil getirdi.” (Buhârî)

İnsanoğlunun yaratılışının esas gayesi, yeryüzünde Allah’ın halifesi olmasıdır. Allah-u Teâlâ insanı yeryüzünde halife yapmak için yaratmıştır. O sadece imtihan gayesiyle cennette tutuluyordu. Böylece yeryüzüne indirilerek soy ve nesebi artarak kıyamete kadar devam edecek iman ve küfür kavgası başlamış, şeytan ve nefiste bütün hile, tuzak ve silahlarıyla her türlü oyununu kullanarak insanı imandan etmeye çalışarak bir iman ve küfür mücadelesi başlamıştır. Küfürden imana kaçışta Kur’an-ı kerim’in bize bildirdiği kıssaların ilki Nuh Aleyhisselâm’dır.

Hazret-i İdris Aleyhisselâm göğe yükseldikten sonra, insanlar başlarında bulunan amirlerinin de etkileri ile doğru yoldan ayrıldılar ve putlara tapmaya başladılar. Allah-u Teâlâ onları başlarına gelecek azapla korkutmak, merhameti ile müjdelemek; tevbeye, Hakk’a yönelmeye, bir olan Allah’a ibadete davet etmek üzere, Nuh Aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdi.

Hakk’ı bırakıp putlara yönelen, küfür ve sapıklığa dalan kavme, Allah-u Teâlâ’nın ilâhi tebliğ üzere gönderdiği ilk resuldür. Ulül-Azm peygamberlerin de ilkidir.

Nuh Aleyhisselâm uzun bir ömür sürmüş olup, en çok cihad yapanı ve peygamberlerden eza ve cefalara en çok tahammül edenidir.

Nuh Aleyhisselâm’ın kavmi Allah’a şirk koşarak putlara tapan ilk kavimdir. Her türlü ahlâksızlığı yapan; fuhuş, içki, eğlence ve sefahata dalarak küfür ve azgınlakta çok ileri gitmişler. Allah-u Teâlâ’ya itaatten yüz çevirmişlerdi. Fakat en büyük suçları Allah’a şirk koşmaları idi.

Nuh Aleyhisselâm, kavmini tevhide, Allah’ı bilip O’na ibadet etmeye, azabından sakındırmaya, rahmetini müjdelemeye çağırdı.

Âyet-i kerime’de:

“Andolsun ki Nuh’u kavmine gönderdik. ‘Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, doğrusu ben hakkınızda acıklı bir günün azabından korkuyorum.’ dedi.” (Hûd: 25-26)

Nuh Aleyhisselâm bütün mücadelesine karşı kavmi azgınlık ve sapıklıktan vaz geçmedi, bunun üzerine azap vakti geldi çattı. Müminûn sûre-i şerif’inin 27. Âyet-i kerime’sinde buyurulduğu üzere:

“Bizim nezaretimiz altında ve vahyimiz uyarınca gemi yap!” (Müminûn: 27)

Emri geldi. Bu gemi Nuh Aleyhisselâm ve ona tâbi olanları küfürden imana kaçıracak ve azaptan kurtaracak gemiydi. Nuh Aleyhisselâm gemiyi tamamlayınca kendisini inkâr eden bir oğul ve karısı hariç; âilesini ve inananları, birde her cins hayvandan birer çift gemiye almasını Cenâb-ı Hakk, Nuh Aleyhisselâm’a emretti.

“Gemiye binin. Onun akması da durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabb’im çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Hûd: 41)

Gemi kurtuluş için bir sebep olmakla beraber tek sebep değildi. Gemiyi yürüten de durduran da O’dur. Bu bakımdan gönülleri Allah’a yöneltmek gerekiyordu. Onlar ise geminin hareket etmeye başlaması sırasında ve sonunda Allah-u Teâlâ’yı zikrettiler, şükranlarını arzettiler, bu ilâhî lütufa hamdettiler.

Nihayet iman ve küfür mücadelesinde kâfirlerin safında yer alanları cezalandıracak olan azap Nuh kavminin üzerine indi. Allah-u Teâlâ semâdan öyle bir yağmur gönderdi ki, böyle bir yağmuru yeryüzü daha önce hiç görmemişti, bundan sonra da görmeyecektir. Ayrıca yerden de sular fışkırıyordu. Önüne geçilmez bir tufan meydana geldi. Tufan başlar başlamaz, müşriklerin çoğu azgın sularda boğulup helâk oldular.

Nuh Aleyhisselâm ve inananlar ise gemiyle Cenâb-ı Hakk’ın izin ve iradesiyle küfürden imana kaçıp kurtuldular.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, dolu bir gemi içinden kurtardık. Sonra da geride kalanları suda boğduk.

Doğrusu bunda öğüt ve ibret vardır. Amma onların çoğu iman etmediler. Rabb’in şüphesiz güçlüdür ve engin merhamet sahibidir.” (Şuârâ: 119-122)

Hûd Aleyhisselâm’ın, Âd kavmi ise, son derece refah seviyesinde yaşayan bir kavimdi. Fakat bu refah ve bolluk Hûd Aleyhisselâm’ın Nuh tufanını örnek göstermesine rağmen Allah-u Teâlâ’ya şükretmeye ve ibadet etmeye sevk edeceği yerde, putlara tapmayı ve isyan yolunu seçtiler.

Hûd Aleyhisselâm ve inananlar ayrı bir yerde toplandılar. Küfürden kendilerini ayırdılar. Bu kavim de şiddetli bir rüzgâr ile helâk olmuştur. Rüzgâr esip azap gelmeye başlayınca; bir tarafta zorba kâfirleri kırıp geçiren bu dehşet saçan rüzgâr, aynı mahalde Rabb’lerine ve peygamberlerine iman ve itaat edenlere serin serin esiyor, gayet lâtif olarak dokunup geçiyordu.

“Böylece biz de Hûd’u ve onunla beraber olanları katımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmemiş olanların da kökünü kestik.” (A’râf: 72)

Âd kavmi helâk olunca Hûd Aleyhisselâm da kendisine iman edenlerle beraber Mekke-i Mükerreme’ye giderek vefat edinceye kadar orada ikamet etti.

Allah-u Teâlâ, Semûd kavmine de uyarıcı olarak Sâlih Aleyhisselâm’ı göndermişti. Onun kavmide, onu yalanlamış mucize gösterdiği deveyi kesmiş, Semûd azılıları Sâlih Aleyhisselâm için öldürme planı hazırladıkları sırada Allah-u Telâlâ durumu Sâlih Aleyhisselâm’a bildirmiş oda kendisine inanan az sayıda müminle birlikte Hicr’den ayrılmıştır. Yani küfürden imana kaçmıştır. Mucize deveyi öldürmekle her şeyin hallolacağını zanneden müşrikler, şimdi ise üç gün gibi kısa bir zamanla sınırlanan azap bekleyişinin sıkıntısını çekmeye başlamışlardı.

Gerçekten de Sâlih Aleyhisselâm’ın haber verdiği gibi gelecek azabın ilk belirtisi olarak, ertesi günü sabah kalktıklarında; küçük büyük, erkek kadın hepsinin yüzleri sapsarı kesilmişti. Bunu görünce helâk olacaklarını ve Sâlih Aleyhisselâm’ın doğru söylemiş olduğunu anladılar. İkinci günü kalktıklarında yüzlerinin kıpkırmızı kızardığını gördüler. Üçüncü gün ise yüzleri kararmış olarak sabaha çıktılar. Dördüncü günün sabahına çıkmadan, gece yarısı ile sabah arasındaki süre içinde yıldırım çarpar gibi bir gürültü koptu. Gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi. Her şey bir anda olup bitti.

Göklerin bütün gürlemelerini, yeryüzünün bütün çığlıklarını içinde taşıyan öyle müthiş bir ses zuhur etti ki; bir anda kalplerini yerinden oynattı, kulaklarının zarı patladı, solukları kesiliverdi, canları bedenlerinden uçtu, oldukları yere yığılıverdiler.

Âyet-i kerime’de:

“Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında dizüstü çökekaldılar.

Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Rabb’lerini inkâr etmişti, biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzak düşmüştü.” buyuruluyor. (Hûd: 67-68)

Hûd Aleyhisselâm ve inananlara küfürden imana kaçışları dolayısıyle bir zarar gelmedi. Allah’tan yana olmanın mükâfatını gördüler.

Âyet-i kerime’de:

“Nihayet emrimiz gelince, Sâlih’i ve beraberindeki inananları, katımızdan bir rahmet olarak o günün rezilliğinden kurtardık. Doğrusu Rabb’in pek kuvvetli ve güçlüdür.” buyurulmaktadır. (Hûd: 66)

İbrahim Aleyhisselâm da küfürle, putlarla mücadele etmiştir. İlâhlık davası güden Nemrud’a giderek Allah’a inanmaya dâvet etmiş. İbrahim Aleyhisselâm’ın putları yermesine, sonra da kırıp parçalamasına ve insanları bir olan Allah’a ibadete dâvet etmesine, sapıklık ve şaşkınlıkta ısrar eden müşrik kavminin tepkisi çok sert oldu ve İbrahim Aleyhisselâm’ı günlerce hazırladıkları büyük bir ateşe mancınıkla atarak cezalandırmaya kalktılar.

Fakat Allah’ın Halil’i imanda sebat gösterdi.

Ateşle imtihandan sonra, İbrahim Aleyhisselâm, görmüş oldukları bunca mucizelere rağmen kavminin hidayete ve imana gelme ihtimali kalmadığını görünce az sayıdaki müminleri ve ehl-i beytini alarak küfürden imana Şam diyarına hicret etti.

“Doğrusu ben Rabb’ime hicret ediyorum. Çünkü O, çok güçlü ve hikmet sahibidir.” (Ankebût: 26)

Küfürden imana kaçıştan sonra küfürde kalan Nemrud ve kavmi sivrisinek istilâsına uğradılar. Müşriklerin etleri yenmiş, kanları emilmiş halde helâk oldular. Nemrud’u ise beynine (dimağına) girerek helâk ettiler. Başını duvara vura vura helâk oldu gitti ve cezasını buldu.

Âyet-i kerime’de:

“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık (daima lânetle anılacaklardır.) Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır.” buyuruluyor. (Kasas: 41-42)