AB’nin Türkiye’den sorumlu büyükelçisi Karen Fogg yeni beyanatlarda bulunarak Kıbrıs’ta Denktaş ve ekibinin işbaşından uzaklaştırılmalarını, askerimizin adadan çekilmesi gibi Rumların ekmeğine yağ sürecek işlerin yapılmasını istemektedir.
“AB ve Türkiye arasında mevcut bulunan, birbirleri arasında sürmekte olan bir oyun var. Gümrük Birliği genel anlamda bir başarı olmuştur... Bu ülkede (Türkiye’de) ortaya çıkan tartışmalar ya da endişelerden birçoğu AB’nde bilinmiyor. AB, Gümrük Birliği’nin gerçekten bu ülkedeki rekabet politikasının güçlendirilmesinde ve yeni pazarların açılması ve sanayi sektöründe daha fazla güven sağlanması konusunda yararlı olduğunu düşünmektedir...” (Avrupa Yolunda Türkiye ve Polonya - Değişim Sürecinde İki Aday Ülke sh: 12, Konrad Adenauer Vakfı Yay.)
Türkiye, tarihinin belki de en kritik dönemlerini yaşamaktadır. Tütün kotaları yüzünden ekicilerin birçoğunun kendi illerini terkettikleri görülmektedir. Yakın dönemin en ağır ekonomik kriziyle boğuşulurken, diğer yandan ülkemizin geleceği açısından hayati önem taşıyan iç ve dış siyasi meselelerle, kültürel baskılarla uğraşmak zorunda bırakılmaktadır. Bütün bu meselelerle ilgilenmek, çare bulmak, çözüme gitmek milli bekamız açısından doğru, yerinde ve gerçekçi reçetelerle üstesinden gelmek zorundayız.
Milli Eğitimde tarih, edebiyat, sanat ve kültürümüzün tarihimizden soyutlanmak istenmesi, okullarda başörtüsü baskısının devam etmesi iç hadiselerin dış bağlantılarını bulmamızı zorunlu kılmaktadır. Çağdaşlık, demokratlık, medenilik adına kaymakamlara hangi yemekte ne tür içkinin içileceğinin, dansın nasıl yapılacağının, simokin giyip fötr şapka ile halkın nasıl selâmlanacağının, buna uymayanların görev alamayacaklarının dikte edilmesi memleket ve millet adına zillete düçar olunacağının, yaraların daha da derinleşeceğinin, felâketler zincirinin birbirinin ardı sıra geleceğinin habercileridir. İş, sırf bunlarla da sınırlı değildir.
Ülkemizin Dışişleri Bakanı İsmail Cem alenen: “-Sayın Albright’la (ABD eski Dışişleri Bakanı, yahudi asıllı) 1997’de böyle imzalı, yazılı değil ama bir anlaşma yaptık. özellikle Orta Asya ve Kafkasya’da birlikte hareket etmek, yani stratejik özelliği de olan bir anlaşma...” demiştir. Ayrıca Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya konularında “Haberleştiklerini ve danıştıklarını” belirtmektedir.
Bu gizli anlaşmaların sonunda Türkiye komşuları İran, Irak, Rusya ile aralarının bozulmalarına yönelik faaliyetlerin içine çekilmek istenmektedir. Hiç şüphe yok ki Türkiye bunlardan ağır bedel ödeyerek zarar görmektedir. Çin devleti bile Irak’ta ticaret hacmini katlayarak artırırken biz hâlâ ABD istiyor diye kuyrukta beklemekteyiz. Cem’in bu açıklamalarından sonra Irak hükümeti Bağdat’a giden Türk işadamları ile imza aşamasına gelen sözleşmeleri imzalamaktan kaçınmıştır. Kendi elimizle ipimizi çekiyoruz.
Belirli çevreler “Türkiye düzeldi” diyorlar. Halkın %90’ının üzerine yıkılan ekonomik ve sosyal meseleler belimizi bükmeye devam etmektedir. Bizzat krizin müsebbipleri tarafından Türkiye’ye ihraç edilen Derviş bile “Kriz halen devam ediyor” demektedir. Vergi üstüne vergiler, sorumsuzluklar, yolsuzluklar, hortumlamalar alabildiğince devam ediyor.
Ekonomik krizi, siyasetteki açmazlıkları bahane ederek Kıbrıs, Ege, AB’nin isteklerini, misyonerlerin artarak devam eden sinsi faaliyetlerini, Bizans’ı ihya etmek sevdasındaki Patrik ve Fener Patrikanesini, Karadeniz’de sürdürülmekte olan Pontusçuluk hayalini, Talebani’nin Ankara’ya gelip gitme turlarını, Irak üzerinde yeni ABD saldırı planlarını, Irak’ın parçalanma senaryolarını, Kürt devleti planlarını, İsrail’in Ortadoğu’da artırarak devam ettirdiği katliamları ciddi ciddi düşünmemiz ve acil kararlar alıp tatbikata geçirmemiz gerekmektedir.
Ülke meseleleri iç ve dış meseleler olarak ikiye ayrılmakla birlikte ikisi birden ele alınmak zorundadır. Biri diğerinden bağımsız değildir. Ülkemiz çıkarları açısından ikisinin doğru, gerçekçi ve milli karakterde olması icabetmektedir. Çekilen sıkıntıların asıl sebebi, içte ve dışta dengeleri yerli yerinde sağlanamamasından, ciddi temellere oturtulamamasından, ayrıca şahsiyetli bir yönetimin olmamasından, manevi ve milli karakterimizden uzaklaşılmasından kaynaklanmaktadır.
Tarihi, kültürel, ekonomik zenginliklerimiz, coğrafi konumumuz, genç nüfus yapımız bize çetin bir savaşta, daha doğrusu her alanda yapmak zorunda bırakıldığımız çok geniş cepheli savaşta avantaj sağlayan önemli varlıklarımızdır.
Günümüzün çok uluslu şirketlerinin kıskacına aldığı ülkelerin insanlık adına ortaya koydukları bir globalizm oyunu sürdürülmektedir. Bu, sömürgeciliğin yeni adresidir. Dünyada sömürenler ve sömürülenler vardır. Her ülke, her millet gizli-açık bir oyunun içinde varlığını sürdürüyor. Globalizmin en önemli hedefi Türkiye, Ortadoğu ve Orta Asya’dır. Buralar bilindiği gibi bize yakın, bizim gibi insanların yaşadığı coğrafyalardır.
Çin, Tibet ve Doğu Türkistan’ı, Rusya, Kafkasya’yı özellikle Çeçenistan’ı yutmak ve bölgesinde tamamen serbest kalmak kararındadır. ABD ise bilindiği gibi kendini ‘dünyanın jandarması’ sayarak bütün ülkeler üzerinde söz sahibi görüyor. Buradaki en büyük desteğinin Türkiye olduğu gerçeğini ABD dış politikasının temel teorisyenlerinden Zbigniew Brezinski’nin: “-Amerika, Kafkasya ve Orta Asya’da istikrarı desteklemek için Türkiye’yi yabancılaştırmamalı...” sözleri ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi 11 Eylül sonrasında Afganistan işgal edilmiş, Orta Asya petrolleri hortumlanmaya başlanmış, doğal gazı çekilmeye başlanmıştır. Sıranın Irak’a geleceği söylenmektedir.
Hegamonya savaşını veren güçlerin hangisi olursa olsun Türkiye’yi kendi bölgesinde safdışı edebilmek, güçten düşürebilmek için, şu veya bu şekilde ne gerekiyorsa onu yapmaktan çekinmiyorlar. Türkiye’nin başına pek çok gaile açılmalı, meşgul edilmeli, güçsüz bırakılmalı ve neticede parçalanmalıdır.
Rusya, bölgesinde rahat hareket edebilmek için ABD’ni tedirgin etmekten çekiniyor. Zamansız bir çatışmaya girmek istemiyor, şimdilik bir çatışma riskini göze alamıyor. Güçsüz bir Türkiye onun da işine yarıyor. ABD ve AB’nin Türkiye’den isteklerine destek veriyor. Türkiye’nin Türk dünyası ile ilişkilerinden memnunluk duyuyor, pasif ilişkileri iyi değerlendiriyor ve yeni avantajlar sağlıyor. Keza Çin de öyle. Hindistan, müslümanları öldürmeye, sabotajlara, kundaklama eylemlerine, cami baskınlarına devam ediyor. Nükleer güce sahip Pakistan ile Hindistan’ın vuruşturulması Rusya, Çin, ABD için önem arzediyor.
AB üyesi ülkeler, ülkemizin iyi niyetli çabalarına rağmen düşmanlıklarından vazgeçmemektedirler. Şimdilik Kürt kartını, idam şartını geri plana atan AB, “Ermeni Soykırımı”nı(!) tanımamız için bastırıyor. Yıllardır bu tehlike “Geliyorum” diye bağırıyordu. Türkiye ise Dışişleri monşerlerinin tekelinden kurtulamadığı için bu ve benzeri tehlikeli işler demeçlerle geçiştiriliyordu. Bir avuç Ermeni teröristleri karşısında çaresiz kalıyordu. Demek ki Türkiye’yi içten de güçsüz düşürmek için çalışanlar bulunuyor.
Yeşiller Grubu üyesi İsveçli Per Gahrton’un hazırladığı “Kafkasya Raporu”nda: “-Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği destek ile Ermenistan için bir tehdit oluşturduğu...” ifade edilmektedir. Ermenileri dün kullandılar ve nihayetinde kaderine terkettiler. Şimdi de kullanıyorlar.
Suyun altından daha fazla kıymete bindiği Ortadoğu’da, petrol yatakları üzerinde bulunan Doğu ve Güneydoğu bölgemizde, her türlü hayati öneme haiz madenlerin bulunduğu ülkemizde böylesi kafalarla, kiraya verilen vicdanlarla rahat edemeyeceğimiz kesindir. Dostumuz(!), müttefiğimiz(!) ABD, Osmanlı’ya karşı Ermenileri ilk defa kullanan devlettir. Ermeni gençler ABD’nin açtığı kolejlerde hıristiyanlık ruhuyla Türk ve İslâm düşmanı olarak yetiştirilmişler, sonra her biri birer komiteci-terörist olarak Anadolu’da senelerce müslüman kanı akıtmışlardır. Oyuna gelmişler ve fakat hayatlarının kurtarılması için yine ihanet ettikleri Osmanlı Devleti onları Tehcir kanunuyla Suriye-Filistin-Lübnan topraklarında iskâna tâbi tutmuştu.
Şu husus çok iyi bilinmelidir ki Türkiye AB’nin bütün isteklerini kayıtsız-şartsız yerine getirse bile oyunlardan yakasını kurtaramayacağını, AB’ne giremeyeceğini, önüne yeni engeller konacağını dikkatlerden uzak tutmamalıdır.
Almanya ve Fransa başta olmak üzere AB ülkeleri Türkiye için yeni çıkmaz sokaklar icad edebilirler. Yunanı, Kürdü, PKK’yı, Ermeni’yi kullanabilirler. Hıristiyanlığın mantığı bunu gerektirmektedir. 2003 yılında Rumları birliğe alarak Yunan-Rum ikilisinin istekleri gerçekleştirilecektir. 1995 AB Konsey Başkanlığı: “-Kıbrıs’ı AB’nin bir parçası olarak gördüklerini ve Kıbrıs adasının artık AB yönetimine girdiğini...” ifade ederek çözümlerin önünü tıkamakta KKTC ve Türkiye’yi çıkmazların içine sokmaktadırlar. BM Genel Sekreteri’nin çözüm için adaya gelmesi de bir şeyi halletmeyecektir. Diyelim ki Kıbrıs meselesi halledildi, yeni meseleler gündeme getirilecektir. Başbakan bile: “-AB bizi aldattı” diye gerçeği kabullenmiştir. Buna rağmen şunları söylemekten kurtulamamıştır:
“-Avrupalılık, Avrupa Birliği üyelerinin tekelinde değildir. Türkiye, AB ile çok yönlü ve çok boyutlu ilişkilerin içindeyken, hiçbir görüş onu Avrupa’dan veya Avrupalılıktan koparıp soyutlayamaz...”
AB’ne giriş için her şarta açık olduğumuz intibaını uyandıran bu sözlerin üzerinden pek fazla geçmeden Ermeni soykırımını kabul etmemiz istenmiş, idamın kaldırılmasının şart olduğu ileri sürülmüştür.
“Uyum yasaları” adıyla dayatılanlar, ülkemizin kendi ellerimizle parçalanıp “Altın Tepsi” içinde Batıya teslim edilmesinden ibarettir. Millet ve devlet olarak hata yapmak lüksüne sahip değiliz. “Ver Kurtul” politikalarıyla işin içinden sıyrılamayız. Taviz verilerek bahsettiğimiz konularda pazarlık yapılması mümkün olamaz. Başka ve daha gerçekçi arayışlar, değişik yönelişler bize değerli fırsatlar verecektir.