Yüce Rabb’imiz buyuruyor ki:
“Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu kendisine yuva yapan örümceğin misali gibidir. Halbuki eğer bilseler evlerin en çürüğü, en dayanıksızı örümcek yuvasıdır.” (Ankebût: 45)
İnsanın ilk vazifesi, kendine hayat bahşeden, sayılması imkânsız olan çeşit çeşit nimetler veren, bütün istek ve ihtiyaçları gideren, dilediğini dilediği an arzuladığı şekilde gerçekleştirmeye gücü yeten Allah’ı bilmek, bulmak ve O’na gönülden bağlanmaktır. O’nu tanımak, O’na yakın olmak, şeref ve saâdetinden daha büyük ne olabilir ki...? O’nun inâyeti, şefkati karıncadan insana kadar her mahlûka yetişir. Lütuf ve ihsanı ifade edilemez.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:
“O, göklerde ve yerde bulunan herşeyi size musahhar kılmıştır.” (Câsiye: 13)
O bize bütün bu ihsan ve ikramları verirken sadece kendini tanımamızı, O’nun emirlerini, yasaklarını tanıyıp O’na ibadet ve kulluk etmemizi ister. Amel ve ibadetleri ihlâs ile yapan kullarına bulundukları sıkıntıdan bir çıkış kapısı açar, hiç ummadığı yerden onları rızıklandırır.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder, sıkıntıdan kurtarır. Ona hayaline gelmeyecek yerden rızık verir.” (Talâk: 2-3)
Gücü ve merhameti sınırsız Rabb’imiz varken başkasından istemek câhilliktir. Hıfz-u himayesine sığınılacak, yardım istenilecek, kapısına baş vurulacak yegâne dost O’dur.
Hazret-i Allah sevilmeye en lâyık olan mutlak varlıktır.
“Asıl dost Allah’tır.” (Şurâ: 9)
Bütün istek ve ihtiyaçları O verir. İhtiyaçlar yalnız ve yalnız O’na talep olunur. O’nun izni ve emri olmadan hiçbir iş hükme bağlanamaz.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kim Allah’a sığınırsa Allah-u Teâlâ onun her işine yetişir. Hiç ummadığı yerden ona rızık verir. Her kim dünyaya güvenirse onu dünyada bırakır.” buyurmuşlardır.
İbrahim Aleyhisselâm’ı ateşe atarlarken Cebrâil Aleyhisselâm gelip; “Ey İbrahim bir ihtiyacın var mı?” diye sordu. “Hayır!..” diye cevap verdi. “Allah'tan bir dileğin varsa söyle bildireyim!..” dediğinde “O'nun benim halimi bilmesi bana yeter!” buyurdu. Çünkü o Hakk ile beraberdi, kalbi Rabb’ine iman ve güvenle dolu idi.
Her zamanki mütevekkil haliyle:
“Allah bana kâfi, O ne güzel Vekil'dir.” Virdine devam ediyordu.
Hakk’tan gelen her şeye boyun bükmek maddi mânevi her işi O’na bırakıp O’ndan istemek, yalnız O’na güvenmek kalbin yapacağı bir iştir. İmandan gelir. Bir mümin Hazret-i Allah’a itimat edip her işini O’na havale etmekle her türlü gam ve kederden uzak olur. O’nun her işinde hikmet olduğunu bilir ve yine bilir ki Allah-u Teâlâ kullarına zulmetmez.
Her hâlinin O’nun tarafından görülüp bilinmesini kâfi görür. Dünya işlerinin bozulmasından üzüntü duymaz.
Allah-u Teâlâ her güçlükten sonra bir kolaylık yaratır. Mutlaka ağlayanı güldürür. Sabredip, Allah-u Teâlâ’ya dayanmalıdır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:
“Allah bir güçlükten sonra er geç bir kolaylık ihsan edecektir.” (Talâk: 7)
Allah’tan başkasına dayanan her ümit dipsizdir. Nihayetsiz bir güç ve kudret sahibi O iken O’nun karşısında, O’ndan başkasına yalvarmak ne kadar boş, ne büyük tehlikedir. Muhtaç muhtaçtan nasıl bir talepte bulunur, zira herkes O’na muhtaç.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Allah zengindir, siz ise fakirsiniz.” (Muhammed: 38)
Mevzumuzun kalple hissedilmesi için bir hikâyeyi arz etmeyi lüzumlu gördük. Şöyle ki:
Horasan vâlisi Abdullah bin Tahir çok âdil idi. Jandarmaları bir kaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi. Hırsızlardan biri kaçtı. Bir demirciyi geceleyin evine giderken hırsız zannedilerek yakaladılar. Vâli’nin huzuruna çıkardılar. “Haps edin!” dedi. Demirci hapishanede abdest alıp namaz kıldı. Ellerini açarak; “Yâ Rabb’i! Günahımın olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni ancak Sen kurtarırsın, beni kurtar!” diye duâ etti.
Vâli o gece rüyâsında dört kuvvetli kimsenin tahtını ters çevireceklerini gördü ve hemen o anda uyandı.
Abdest alıp iki rekât namaz kıldı tekrar uyudu. Aynı rüyâyı gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun âhı bulunduğunu anladı.
Hemen hapishane müdürünü çağırıp;
“Bir mazlum kalmış mı?” dedi.
Müdür; “Biri namaz kılıyor, çok ağlıyor, duâ ediyor!” deyince...
“Onu hemen getirin.” dedi.
Hâlini sorup anladı. “Hakkını helâl et, şu bin gümüş hediyemi de kabul et ve bir arzun olunca bana gel!” diye rica etti.
Demirci; “Dileğimi senden istemem!” dedi.
“Niçin?” deyince.
“Senin gibi sultanın tahtını bir kaç defa tersine çeviren Sahib’imi bırakıp da dileklerimi başkasına götürmem kulluğa yakışır mı? Nasıl olur da başkasına sığınırım. Rabb’im nihayeti olmayan rahmet hazinesinin kapısını açmış, sonsuz ihsan sofrasını herkese yaymış iken başkasına nasıl giderim? Kim istedi de vermedi? İstemesini bilemezsen alamazsın. Huzuruna edeple çıkmazsan rahmetine kavuşamazsın.” dedi.