Muhterem Okuyucularımız;
Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, ilâhî bütün hükümleri hiçe sayıp nefsini ilâh edinenlerle, Allah-u Teâlâ’ya ve hükmüne karşı gelenlerle ve deccalden daha beter olan sapıtıcı imamlarla karşı karşıyasın.
Oysa Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ haccı sırasında hamd ve senâda bulunmuş, akabinde Mesih ve Deccal’den uzun uzun söz etmiş, şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla korkuttu. Nuh Aleyhisselâm ümmetini onunla korkuttu, ondan sonra gelen peygamberler de korkuttular.
O sizin aranızdan çıkacak. Onun hali sizden gizli kalmayacak. Rabb’inizin tek gözlü olmadığı size gizli değildir. O ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü dışa fırlamış üzüm danesi gibidir.” (Buhârî - Müslim)
Ben de sizi korkutuyorum.
Ve fakat Deccal’in fitnesi bu kadar büyük olduğu halde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sapıtıcı imamları ondan daha beter ve ondan daha tehlikeli saymıştır.
Nitekim bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.
- Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Niçin Deccal’den daha korkunç ve daha tehlikelidir bu sapıtıcı imamlar?
Deccal’in işaretleri bellidir, doğrudan doğruya allahlık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.
Dikkat ederseniz ancak kâmil iman sahiplerinin aldanmayacağına işaret ediyoruz. Görülüyor ki, iman sahibi olduğunu söyleyen milyonlarca müslüman bu sapıtıcı imamlara uydular, göre göre nasıl kuyuya düşerek imandan çıktılar!
•
Mahkeme kararlarını görün, içyüzlerini öğrenin! Onların müslüman olmadığını şuradan anlarız ki, Âyet-i kerime’leri mahkemeye dahi şikâyet ettiler.
Gerçekten bekledikleri fırsatı elde edemediler. Edebilselerdi hiç şüphe yok ki Hizbülvahşet’ten geri kalmazlardı. Bunların katliamları daha büyük olacaktı. Gizli raporlarında bu durum açıkça görülmektedir. Fakat Allah-u Teâlâ onlara bu fırsatı vermedi.
“Dinleri Süleymancılık, İmanları Para, Has Huyları Gasp, Meslekleri de Dilencilik Olan Süleymancıların İçyüzü” adlı kitabımızı okuyan ayıldı, onların ne olduklarını öğrendi, bu kitap onların bellerini kırdı.
Bunlar da diğer bölücüler gibi din ve vatan düşmanlarıdırlar. Oysa devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.
Dinimizin ve vatanımızın müdafaası için üzerlerine amansız yürüdük ve kurdukları dinlerini kuruttuk. Hakikatin karşısında tutunamadılar.
•
Süleymancıların birçok konuda kendi zan kitaplarına uydukları ve Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in emir ve hükümlerini hiçe sayarak hareket ettikleri açıklanmış ve âlem-i İslâm’ın nazâr-ı dikkatlerine arz edilmiştir.
Bizim gayemiz bu fitnelerin sönmesi, ümmet-i Muhammed’in Hazret-i Allah ve Resul’ünde birleşmesidir. Başka hiçbir gayemiz yok. Ben kendimi Hazret-i Allah’a boyun bükenlerin hizmetçisi olarak ilân etmişimdir. Hiç kimseden bir şey beklemiyorum.
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bu berzahlara dikkat edin. İmanla küfrü, müminle kâfiri, hakikat ile dalâleti ayırıyorum. “Bu söyledikleriniz doğru değildir.” diyenlerden de cevap bekliyorum. İslâm lâf işi değildir. Ben sizin dininize tâbi değilim. Bunları sırf bir kişi için yazıyorum. “Acaba kurtulur mu?” diye!
Zira bu kadar bölücüye karşı durmam için Allah-u Teâlâ bu ilmi bahşetti.
Ölünceye kadar bu bölücülerle mücadele etmeye azimliyim.
Allah-u Teâlâ’dan şöyle bir niyazım var:
“Ayaklarımı rızânda sâbit kıl, lütfunla destekle. Alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir.”
Allah'a emanet olunuz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler.
Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.’” (Tirmizî)
“Hizbullah’a Tâbi Olanlar, Hizbüşşeytan’a Tâbi Olanlar, Hizbülvahşet’e Tâbi Olanlar” isimli kitabımızın bölümlerine ehemmiyetine binaen kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, ilâhî bütün hükümleri hiçe sayıp nefsini ilâh edinenlerle, Allah-u Teâlâ’ya ve hükmüne karşı gelenlerle ve deccalden daha beter olan sapıtıcı imamlarla karşı karşıyasın.
Oysa Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ haccı sırasında hamd ve senâda bulunmuş, akabinde Mesih ve Deccal’den uzun uzun söz etmiş, şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla korkuttu. Nuh Aleyhisselâm ümmetini onunla korkuttu, ondan sonra gelen peygamberler de korkuttular.
O sizin aranızdan çıkacak. Onun hali sizden gizli kalmayacak. Rabbinizin tek gözlü olmadığı size gizli değildir. O ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü dışa fırlamış üzüm danesi gibidir.” (Buhârî - Müslim)
Ben de sizi korkutuyorum.
Ve fakat Deccal’in fitnesi bu kadar büyük olduğu halde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sapıtıcı imamları ondan daha beter ve ondan daha tehlikeli saymıştır.
Nitekim bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.
- Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Niçin Deccal’den daha korkunç ve daha tehlikelidir bu sapıtıcı imamlar?
Deccal’in işaretleri bellidir, doğrudan doğruya allahlık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.
Dikkat ederseniz ancak kâmil iman sahiplerinin aldanmayacağına işaret ediyoruz. Görülüyor ki, iman sahibi olduğunu söyleyen milyonlarca müslüman bu sapıtıcı imamlara uydular, göre göre nasıl kuyuya düşerek imandan çıktılar!
Herkes hayır kazanmaya çalışıyor, birşeyler yapmaya gayret ediyor, fakat öz niyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir. Kalbinde başka muhabbet tutan bir kimsenin, ağzı ile başka söz söylemesinin hiç kıymeti yok. Demek ki iman lâf işi değil.
Ve fakat bu sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman ulemâsı olsun, hepsi de sûret-i haktan göründüler, İslâm’ın önderi, kurtarıcısı gibi göründüler. Saf ve temiz müslümanlar büyük kitleler halinde onlara iltihak etti ve intisap etti. Şu kadar var ki, aslında sûret-i haktan görünen bu deccaller, bu kitleleri görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular. Etraflarında kendilerine göre bir kalabalık görünce, hepsi de ayrı ayrı dinlerini ilân ettiler. Kendi kurdukları dini ayakta tutabilmek için Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar. Kendi dinlerinin icaplarını ortaya koydular ve kitleler halindeki müslümanları hem kurdukları dine çekerek imandan ettiler, diğer taraftan dünyalıklarını soydular ve yoldular.
İşte Deccal bunu yapamaz. Deccal’den beter oluşları, sûret-i haktan görünüşlerinden oldu. Böylece birçok müslümanları hem imanlarından soydular, aldılar, hem dünyalarını hem âhiretlerini yok ettiler.
Böylece bu sapıtıcı imamlar Deccal’den daha beter oldular. Nefsini ilâh edinen bu imansız imamlar bu halkı kandırmaya çalıştılar. Acaba Allah-u Teâlâ’yı da kandırmaya çalışacaklar mı?
Oysa Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruyor:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.’” (Tirmizî)
Buna da âmil olan, İslâm maskesi altında Din-i mübin’e yaptıkları büyük tahribattır.
Nitekim onların sapıtması ile yoldan sapanların âhirette cehenneme düştükleri zaman bu sapıtıcılara şöyle söyleyecekleri Âyet-i kerime’de haber verilmektedir:
“Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz.” (Saffat: 28)
Firavun, âhirette avanesinin önünde cehenneme gittiği gibi, bu sapıtıcı imamlar da küfre kaydırdığı kimselerin hepsinin cehennemde öncüleridir.
Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktılar, şeytanın adımlarına uydular. Onun içindir ki bu hale düşmüşlerdir. Bu hale düştükleri gibi, müslümanları da bu hale düşürmüşlerdir.
Din kuran bu sapıtıcıların hepsi bu gaye için çalıştılar. Gizli veya âşikâr olarak allahlık dâvâsında bulundular.
Allah-u Teâlâ bunların içyüzlerini Âyet-i kerime’lerinde belirtiyordu.
Meselâ:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Buyuruyordu, emir veriyordu. Fakat onlarla ilgi kuranlar bu emr-i ilâhî’yi dinlemez oldu.
Süleymancılar’ı Allah-u Teâlâ’nın dinden çıkardığını, İslâm dini ile hiçbir ilgileri olmadığını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle ispat ediyorum:
Allah-u Teâlâ En’am sûre-i şerif’i 159. Âyet-i kerime’sinde onları kulluğuna kabul etmediğini, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e haber veriyor:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.”
Yani “Ben onlardan ilgimi kestim, sen de kes!” Bunu kat’i olarak bildiriyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadis-i şerif’lerinde:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Allah-u Teâlâ kulluğundan, Resulullah Aleyhisselâm da ümmetliğinden çıkarmış oldu.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb’inizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Mü’minun: 52-56)
Allah-u Teâlâ’nın çizdiği hudutları çiğneyerek dinden çıkan bu bölücülerin durumlarını şimdi izah ediyoruz:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb’inizim. O halde benden korkun.” (Mü’minun: 52)
Allah-u Teâlâ burada bir hudut çevirdi.
Âyet-i kerime’sinde buyuruyor:
“Allah’a tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rüku ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın hududunu koruyanlar var ya, işte bu müminleri müjdele.” (Tevbe: 112)
Bunlar bu emr-i ilâhî’ye itaat etmediler ve bu hududu muhafaza etmediler. Yetmişüç fırkadan yetmişikisi huduttan çıktılar. Nasıl çıktılar? “Ben de varım! Ben de varım! Ben de varım!” demekle bu ilâhi huduttan çıkmış oldular.
Her biri birer isim yaptı. Kendi zan kitabına ve kendi dinine göre tâbi oldu. Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadığından ve ters düştüğünden dinden çıktılar.
“Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.”(Mü’minun: 53)
Bu Âyet-i kerime’lere dikkat edin! Bunlar İslâm’dan çıktıktan sonra kendi dinlerine ve kendi kitaplarına göre hüküm veriyorlar. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar.
“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!” (Mü’minun: 54)
Allah-u Teâlâ burada bunların sapıklığa düştüklerini açık açık beyan buyururken, siz bunları nasıl olur da İslâm olarak kabul ediyorsunuz?
“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Mü’minun: 55-56)
Allah-u Teâlâ’nın haklarında verdiği hüküm bu. Ne onlar bu işin farkında, ne de sizler!..
•
Süleyman Efendi ilk çıktığı zaman talebelere Kur’an-ı kerim ve Arabiyyet okutuyor diye, halk büyük bir iştiyak ile iştirak etti. Ve fakat bu çok sürmedi. Öyle korkunç türemeler türedi ki imandan zerresi dahi kalmadı.
Damadı Kemal Kacar kendi dinini kurunca: “Bizim dinimize göre fâiz helâldir.” diyerek fâizin helâl olduğunu ilân etti.
Süleymancılar bu inkârlarını alevlendirerek bütün Türkiye’ye ve dünyaya duyurdular, halkı fâize bulaştırdılar.
Sûretî imanda olanların nefislerine cazip geldi, onların arzularına uydular ve fâize bulaştılar. Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm ile harbe tutuştular ve fakat O Kahhar’dır, bunların hepsini kahretmeye Kâdir-i mutlak’tır. Hem sıfatını değiştirir hem de Veyl deresine atar.
Fâize çığır açtılar. Böylece fâiz kapılarını açtılar, imanı zayıf olanların hepsi o kapıdan dışarı çıktı. İlk defa fâizin helâl olduğunu onlar söylediler. Para, öşür ne varsa topladılar, böylece ilk çığırı açmış oldular.
Oysa fâizin azı da çoğu da İslâm dinine göre şiddetle haramdır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Onların Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân etmelerinin mânâsı; Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a en büyük isyan ve tuğyanda bulunmanın ifadesi demektir. Böyle bir durumda, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân edip büyük isyanda bulunanlara müslüman denir mi?
•
Dilenci olarak nerede bir talebe görseniz, bilin ki Süleymancılar’dandır. Her tarafı işgal etmişlerdi. Önderleri de mercedes arabalarla sanayi çarşılarında dükkan dükkan gezerlerdi.
Onların dinleri Süleymancılık, imanları para olduğu için, bütün gayeleri madde idi, icabettiği zaman gasptı. Böylece bütün sahayı istilâ etmeye çalışıyorlardı. Din-i İslâm’ı âlet ederek koyun postuna bürünen bunlar, halkı kaz yerine koyup yoluyor ve soyuyorlardı.
Çeşitli kurnazlıklarla mallarını gasbediyorlardı.
Bu sapıtıcı nankörlerin halkı nasıl soyduklarını, yolduklarını, dinlerinin para olduğunu geçimlerinin dilencilik olduğunu ve halkı soyup yolduklarını biliyorsunuz.
Onlar doğru yolda olsalardı Yâsin sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’si mucibince kimseden para dilenemezlerdi.
Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruyor. (Yâsin: 21)
O ise para toplayıp trilyonlarca lirayı fakirin hakkı olduğu halde binaya, lükse, süse harcamış, müslümanların yaptırdığı cami ve Kur’an kurslarını gasp etmişlerdir.
Birkaç çocuk âlet ederek, güyâ İslâm dinini öğretiyorlarmış gibi göstererek onlara Süleymancılık dinini aşılıyorlar. Hem talebelere yardım adı altında, onları âlet ederek zekât, öşür, fitre, kurban derisi... topluyorlar, hem de ayrıca talebelerden para alıyorlar. Halk da hâlâ onları müslüman zannediyor.
Bu dilenen küfür ehli, bu mücahidlerin cihadı ile yok oldular.
Muhtelif memleketlere kitap yayma turlarına çıkan bu akıncı bayraklılar, bu mücahidler diyorlar ki:
“Gittiğimiz yerlerdeki Süleymancılar bize ateş püskürüyorlar.”
Evet doğrudur. Zira mâlum maskeleri düştü, küfürleri meydana çıktı, gelirleri kesildi, yurtları boşaldı. Ne dilenebiliyorlar, ne de halkı kaz yerine koyup soyabiliyorlar.
Halkı bu koyun postuna bürünen, dini dünyaya âlet eden kurtların şerrinden kurtardık, zararsız hale getirdik. Halkı onların yolmasından kurtardığımız için Allah-u Teâlâ’ya ne kadar şükrediyorlar ve bizlere teşekkür ediyorlar.
Bir kitap alan, yerine iki kitap alıyor, hem kendisini hem de beşeriyeti uyandırmak için.
•
Bir polis müdürü teessüründen Süleymancılar’ın gizli dosyalarını gösterdi. İstedikleri sayıya ulaştıkları zaman önce hâkimleri ve sırası ile hükümet erkanını derece derece katledeceklerine, böylece idareyi ele alacaklarına dair plânları vardı.
Gerçekten bu küfür ehli bekledikleri fırsatı elde edemediler. Edebilselerdi hiç şüphe yok ki Hizbülvahşet’ten geri kalmazlardı. Bunların katliamları daha büyük olacaktı. Gizli raporlarında bu durum açıkça görülmektedir. Fakat Allah-u Teâlâ onlara bu fırsatı vermedi.
Hizbülvahşetten sonra en büyük tehlikeyi Süleymancılar’dan bekleyin. Bunlar gizli kurulmuştur. Mücadele etmek istiyorlar, intikam almak istiyorlar. Mahkeme kararlarını görün, içyüzlerini öğrenin! Onların müslüman olmadığını şuradan anlarız ki, Âyet-i kerime’leri mahkemeye dahi şikâyet ettiler.
“Dinleri Süleymancılık, İmanları Para, Has Huyları Gasp, Meslekleri de Dilencilik Olan Süleymancıların İçyüzü” adlı kitabımızı okuyan ayıldı, onların ne olduklarını öğrendi, bu kitap onların bellerini kırdı.
Bunlar da diğer bölücüler gibi din ve vatan düşmanlarıdırlar. Oysa devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.
Dinimizin ve vatanımızın müdafaası için üzerlerine amansız yürüdük ve kurdukları dinlerini kuruttuk. Hakikatin karşısında tutunamadılar.
Artık ne vahşet yapabilirler, ne gasp, ne de soygunculuk! Zira halk gözünü açtı. İçlerindeki büyük ahlâksızlığı gördü. Çocuklarını o batağa göndermez, emniyet etmez oldu. Yurtları boş kaldı. Kurdukları tuzakları dağıldı, foyaları meydana çıktı, menfaatleri kesildi.
Zira talebelerini âlet edip dilenirlerdi. O masum yavruları âlet edip hiç çalışmadan halkın sırtından geçinirlerdi. Geçimleri bu olduğu için feveran ediyorlar.
Şu kadar var ki koyun postuna bürünen bu kurtlar, sanki talebeleri varmış gibi gerek fındık harmanlarına gidiyorlar; köy köy gezip fındık, mısır, buğday vs. her üründen arabalarla toplayıp onunla geçiniyorlar.
Dikkat ederseniz bu dilenciliklerini görürsünüz ve icraatlarından ikrah edersiniz.
Zira Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” buyuruyor. (Yâsin: 21)
Bunu bütün bölücüler yapıyor. Halkın bir taraftan imanlarını, bir taraftan maddesini alarak kanlarını emiyorlar. Her fırsatta kötü icraatlarını ve iftiralarını sürdürüyorlar.
Halkın hem imanını hem de maddesini, bu koyun postuna bürünen kurtlardan kurtarmaya çalışıyoruz.
Bunların malum maskeleri düşünce, küfürleri meydana çıkınca, çanlarına ot tıkanıp gelirleri kesilince; bu sefer bir başka yola başvurdular.
Vakıf sohbetine gelen bazı arabaların, güya rahatsız etmek için plâka numaraları alındı ve ilgili mercîlere duyuruldu. Adapazarı Emniyet Müdürüne bu hususta müracaat ettiğimizde haberi olmadığı görüldü. Yapılan tetkikten anlaşıldı ki Süleymancılar’a mensup polisler bu tertibatı kurmuşlar. Daha önce kadrolara yerleştirdikleri bölücüler bu hareketi yapıyor. Bu bölücülerin emniyet kadrolarına alınması ile, tükenmişliğin verdiği can havli ile sağa sola iftira atmakla geçiriyorlar. Her fırsatta bölücü icraatlar yapıyorlar. Kendilerini haklı çıkarabilmek, haklı sayılabilmek için iftira olsun, fitne olsun, ne lâzımsa yapıyorlar.
Süleymancılar Hizbülvahşet’ten hiç aşağı değildirler. Kendilerine Hizbullahçı adını verenler ne kadar tehlikeli ise, Süleymancılar da o kadar tehlikelidir. Bunların hepsi dinimizi ve vatanımızı bölmek isteyenlerdir, ellerine fırsat geçse onlardan hiç aşağı kalmayacaklar.
•
Aslında onlar daha evvel bir değil, on kadar mahkemelere Hazret-i Allah’ı, Kelâmullah’ı ve Resulullah Aleyhisselâm’ı şikâyet etmişlerdi.
•
Adil-i mutlak olan Hazret-i Allah’ı mahkemeye verip şikâyet eden, Hâlık-ı Azimüşşan’ı mahlûkuna dâvâ eden, Kelâmullah’ın haklarında verdiği hükmü inkâr edip beğenmeyen, Âyet-i kerime’leri numara numara mahkemeye veren Süleymancılar, fâizi helâl ilân ettikleri gibi, din-i İslâm’ın haklarında verdiği hükme, itiraz ve inkâr ettiler. Hazret-i Allah ve Resul’üne alenen harp ilân ettiler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın.” (Bakara: 278)
Allah-u Teâlâ müminlerin iman etmiş olabilmeleri için fâizi terk etmelerini şart koşuyor ve imanı fâizi bırakmaya bağlıyor. Allah’tan korkup da arta kalan fâizden vazgeçmedikleri takdirde imanla alâkaları kalmıyor. Onlar her ne kadar mümin olduklarını iddiâ etseler de mümin değildirler. Allah-u Teâlâ’nın beyanı, şüphe bırakmayacak şekilde açıktır ve katidir.
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân etmek Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a en büyük isyan ve tuğyandır. Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân edip isyan ve tuğyanda bulunanlara müslüman denir mi?
•
Dışarıdaki kâfirlere her zaman savaş açmak zaruri ve gerekli olmadığı halde, bunlarla mücadele etmek kayıtsız şartsız vacip kılınmıştır.
“Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 279)
Fakat tevbe etmezseniz, dinden çıkmanızdan dolayı ilâhî harbe muhatap olmakla kendinize yazık etmiş olursunuz.
Hükmü yalnızca fâizi ilgilendiriyor gibi görünen bu Âyet-i kerime’ler, muhtevası ve delâleti bakımından bir çok yasaklara âit hükümleri de içine almaktadır.
Fâizciler hakkında buyurulan hem lafzî hem de mânevî bu şiddetli tehditler, hemen hemen hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.
Hazret-i Allah’a ve Resul’üne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde fâizi şiddetle yasaklamıştır:
“Fâizi yemeyiniz!” (Âl-i imran: 130)
Fâiz kesinlikle haram olduğu için, haram bir fiili işlemek Allah-u Teâlâ’nın cezasını mucip olur, fâiz yemek de cezayı gerektirir. Fâiz yiyenler dünyada ve ahirette bu suçun ağır cezasını çekerler.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Fâiz yiyenler:‘Fâiz ticaret gibidir.’ dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ihtiyaçlar içinde kalkacaklardır.
Oysa, Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır.” (Bakara: 275)
Allah-u Teâlâ fâizi ve fâizin girdiği bütün kazanç yollarını kesin olarak haram kıldığı halde; fâiz ile alış-veriş yapıp insanların kanlarını emenler, menfaatleri doğrultusunda fâiz alıp-vermekten çekinmeyenler, Âyet-i kerime’de belirtildiği üzere kıyamet günü kabirlerinden delirmiş gibi perişanlık içinde kalkarlar. Kör gibi, el yordamıyla hareket eden kimse gibi sağa sola yıkıla yıkıla çaresiz olarak dolaşırlar. En çirkin ve en kötü bir görünümle mahşer yerinde teşhir edilirler. Bu hâl onların ayrıca özelliği olacaktır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Miraç gecesinde fâizcileri Âyet-i kerime’nin tasvir ettiği şekilde görmüştür.
“Bundan böyle kime Rabb’inden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş günahları kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a âittir.
Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.” (Bakara: 275)
Zira onlar fâizi helâl görmek suretiyle küfürdedirler. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı bir hükmü helâl gören kimse kâfirdir.
“Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfran-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.” (Bakara: 276)
Fâizi helâl kılarak, fâiz yiyerek isyana devam etmek suretiyle küfrü gittikçe büyüyen, artan ve katmerleşen hiç kimseyi sevmez, aksine nefret eder.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde mümin kullarına hitap ederek fâiz almayı ve kat kat fâiz yemeyi kesin olarak yasaklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak fâizi yemeyiniz, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i imran: 130)
Fâizin kat kat artırılması, bir borca geçmişi eklene eklene fâizin ana para kadar veya daha çok miktarı bulması demektir. Sonuç olarak fâizin azı da çoğu da haramdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Fâiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. Bunların en hafifi, kişinin anası ile zinâ etmesi gibidir.” (İbn-i Mâce: 2274)
Nisâ sûre-i şerif’inin 160. ve 161. Âyet-i kerime’lerini dikkatli bir incele.
Allah-u Teâlâ yahudilerin yaptıklarını bir bir beyan ediyor, akabinde de nasıl bir cezaya müstehak olduklarını haber veriyor:
“Yahudiler’in;
Yaptıkları zulümlerinden,
Bir çok kimseleri Allah yolundan çevirmelerinden,
Yasak edildiği halde fâizi almalarından,
Ve haksız sebeplerle insanların mallarını yemelerinden ötürü, kendilerine (daha önce) helâl kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık.
İçlerinden küfür üzere kalanlara elem verici bir azab hazırladık.” (Nisâ: 160-161)
Bir Âyet-i kerime’lere bak, bir de süleymancıların icraatlarına bak!
Dinde tefrika çıkarıp, bölücülük yapmakla; İslâm dini’ni bırakıp, kurdukları süleymancılık dinine sapmakla büyük bir zulüm yapmışlardır.
Kendilerine tâbi olanları süleymancı yapmakla, pansiyonlarına aldıkları talebelere süleymancılığı aşılamakla, bir çok kimseleri Allah yolundan çevirmektedirler.
İslâm dininde fâiz ve fâizciler hakkında açık ve kesin Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler olduğu halde fâiz almaktadırlar ve fâizin helâl olduğunu savunmaktadırlar.
Ve dördüncü olarak da, barındırdıkları bir kaç talebeyi alet ederek halkı soymakta, haksız yere insanların mallarını ellerinden almaktadırlar.
Âyet-i kerime’lerle bunları kıyasla, kararını ver!
•
Simâlarına dikkat ederseniz, sûretlerinin altındaki siretlerini görmüş olursunuz. Ne olduklarını kolayca anlarsınız.
İslâm dininden ayrılarak Süleymancılık dinini kurdular. İslâm dinini tahrif etmeye ve bu sahte dini yerleştirmeye çalıştılar.
Bunlara karşı savaş açtığımız için, bu sahte dini çökertmeye gayret ediyoruz.
İcraatlarına dikkat edin, hiç çalışmadıkları halde nasıl israf içinde yaşıyorlar.
Hangi parti iktidara gelirse ona sırtını dayıyorlar. Yaptıkları gasblardan ötürü, herhangi bir durumda sıkıştıkları zaman, hemen dayılarına müracaat ediyorlar, takibat olduğu yerde kalıyor.
Bu kadar kesin, sarih ve açık Âyet-i kerime’lere inanıp iman etmeleri gerekirken; iman etmeyip inkâr etmeleri ve daha da ileri giderek haram olan fâiz hükmünü helâl ilân etmeleri yanlış yolda olduklarına en büyük delildir.
Bununla kalmayıp Hazret-i Allah’ı mahlûkuna şikâyet etmişler, suç unsuru olarak da kıyamete kadar ebedi bir mucize olarak kalacak olan Allah-u Teâlâ’nın kelâmı Kur’an-ı kerim Âyet-i kerime’lerini göstermiştir.
•
Kitapların tanıtımı ve satışını yapmak için gönüllü olarak çeşitli illerde esnafı dolaşan arkadaşlarımıza Kütahya’da Süleymancı olan ve bunların etkisinde kalan bir grup esnaf engel olmaya çalışmıştır.
Kitapların satışını engelleyemeyen bu esnaftan bir kısmı darba varan hadiselere yeltenmişler ve emniyet birimlerine haber vererek arkadaşlarımızı suçlu duruma düşürmeye çalışmışlardır. Olay daha sonra bu kimseler tarafından adli makamlara intikal ettirilmiş, arkadaşlarımız da göz altına alınmıştır.
Süleymancı tanıkların yalan ve yanlış ifadelerinden sonra Kütahya C. Savcılığı, arkadaşlarımız ve “Süleymancıların İçyüzü” adlı kitabımız hakkında TCK’nun 312/2. maddesine istinaden kamu dâvâsı açılması için dosyayı KONYA Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne intikal ettirmiştir.
Mahkemece yapılan gıyabî dâvâ sonucu “4. baskısı çıkarıldığı halde hakkında adli mercilerce herhangi bir toplatma ve yasaklama kararı verilmeyen ve Türkiye’nin her yerindeki kitapçılarda rahatlıkla satılabilen ve davaya konu olan “Süleymancıların İçyüzü” isimli kitabın sanıklar tarafından da satışının yapılmak istenmesinde ve kitap içeriğine uygun olarak, kitabın tanıtılması eyleminde sanıklara izafe edilebilecek hiçbir suç olmayacağı açıktır.” denilerek arkadaşlarımızın beraatine karar verilmiştir. Bu konudaki belgeler aşağıdadır:
Konya Devlet Güvenlik Mahkemesi “Süleymancıların İçyüzü” adlı kitabımızın “İçeriğini tartışmak ve kitabın suç teşkil edip etmediğini araştırmak” hususlarını ise Neşriyat’ın merkezi Adapazarı, şubesinin İstanbul olması sebebiyle İstanbul DGM Cumhuriyet Savcılığı’na havale etmiştir.
İstanbul 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi de 13.4.1994 tarihinde kitap ve yazarı hakkında beraat kararı vermiştir. Bu konudaki karar metni aşağıdadır:
Mahkemenin aldığı Beraat kararına karşı süleymancılar’ın temyiz isteğini reddeden Yargıtay ilâmı da aşağıdadır:
Kitaplarımızdaki Hazret-i Allah’ın hükümleri karşısında put gibi kesilenler çareyi Hazret-i Allah’ı şikâyet etmekte aramışlardır:
Birçok yerde meydana gelen şikâyet hadiselerinden bir tanesini ibret nazarlarınıza arzediyoruz.
Kemalpaşa Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği adına Başkan Mevlüt Uzun, vekili Av. Fatih Öndin vasıtasıyla Kemalpaşa Cumhuriyet Savcılığı’na Âyet-i kerime’lerin hükümlerini çürütmeye çalışarak suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık ise daha önce İstanbul DGM’nin vermiş olduğu beraat kararını gerekçe göstererek tekrar bir kamu dâvâsı açmak lüzumu görmemiştir.
Suç unsuru olarak “Âyet-i kerime”leri göstererek Hazret-i Allah’ı şikâyet etmeye cüret edenlerin Kemalpaşa Cumhuriyet Savcılığı’na verdikleri “İhbar ve şikâyet dilekçesi”nin bazı bölümlerini yayınlıyoruz:
"
2- Kitap ve Broşürde Yer Alan Tahrik ve Tahkir İfadeleri:
.......
B- Kitabın arka kapağında: “Yok eğer faizi terketmezseniz bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu biliniz.” (Bakara suresi. 279) şeklindeki ayet meali verilmiş ve şöyle devam edilmiştir. “Hz. Allah ve Rasulüne alenen harp ilan eden bu kafirlere hala siz harp ilan etmeyecek misiniz? Kanlarınızı emen bu yılanların başlarını ezmeyecek misiniz?
C- Aynı isnat ve tahkir ve tahrikler kitabın 26. sahifesinde (“Ey Müslüman! Sana yakışan dinini ve vatanını bu sahtekarlardan.... CANIN PAHASINA DA OLSA KORUMAKTIR ... Ey Kardeş, Bu kafirlerle mücadele ederek nefsini Allah-u Tealaya sat ve şu ayeti kerimedeki müjdeye nail ol. “Şüphesiz ki Allah yolunda savaşıp düşmanını öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır”.)(Tevbe suresi ayet 111)
.......
G- Kitabın birçok yerlerinde yukarıda sayılan grupların zikredilen birçok ayeti kerimeleri inkar ettikleri belirtildikten sonra “Süleymancıları Allahü Tealanın dinden çıkardığını, islam dini ile hiçbir ilgileri olmadığını... (s.7) Allahu Teala kulluğundan Rasulullah aleyhisselam da ümmetliğinden çıkarmış oldu. (s.8) Yani Cenabı Hakk Habibi Ekremine de tard etmesi için emir vermiş oluyor. “... Hz. Allah kulluğuna Rasulü Ekrem Efendimiz de ümmetliğine kabul etmiyor nasıl daireye İslamda olabilirler. (s 89) “Allahü teala onları kulluğundan tard etmiş Habibi ekremine de tard etmesi için emir buyurmuş (s.107) “Sizin elinizde Hz. Kuran var iken onlarla savaş yapabilirsiniz. Ta ki iman edip bu ayeti kerimelere boyun eğinceye kadar savaşınızı yürütün.” (s.125) denilmektedir.
.......
2- HUKUKİ VASIFLANDIRMA VE TİPE UYGUNLUK DEĞERLENDİRMESİ
Bu ilmi açıklamalarla tesbit edilen madde kapsamları ve verilerin ışığında yukarıya pasajlarını aktardığımız fiillerden hangilerinin, hangi suçları teşkil ettiğini belirleyebiliriz.
Şöyle ki:
A- Kitapta varsayılan “Süleymancılığın” ve kişilerin haklarında söylenen
a- İslam dininden sapmak küfre düşmek suretiyle yeni bir “din ve sapık inançlar” ihdas etmiş oldukları,
b- “Allaha ve Rasulü’ne harp ilan etmiş..” mealindeki ayetlere inanmadıkları varsayılan “Bu kafirlere karşı müslüman halkımızın savaş açmasını” onların “Ta ki iman edip bu ayeti kerimelere boyun eğinceye kadar savaşın yürütülmesi”nin istenmesi
c- “Ey müslüman! sana yakışan can pahasına da olsa dinini ve vatanını bu sahtekarlardan korumaktır. Bu kafirlerle mücadele ederek nefsini Allah-u Teala’ya sat... “düşmanını Allah yolunda öldüren ve öldürülen...” şeklindeki öldürmeye ve ölmeye kadar varacak tahrikler.
.......
Zira bu olayda sanıklar kitapta ve broşürde tahkir, tezyif ve tahrik edici bütün sözlerine ve fiilerine mesnet olarak; -sanki Ayeti kerimeler bugün var sayılan süleymancılar ve diğer gruplar için nazil olmuşlar gibi- Kuranı kerim ayetlerini göstermekte ve müslüman halkımızın din ve iman his ve heyacanlarını azim ve ısrarla derinden harekete geçirmeye çalışmaktadır...
Hazret-i Allah’ı şikâyet eden küfrünü ilân edenlere biz; “Bunlar küfre kaymıştır.” dedik de siz inanmazdınız.
•
Kitaplarımızın ilk çıktığı andan itibaren, her baskısında, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na, Emniyet Müdürlüğü Basın Bürosuna ve diğer mercilere gönderilmiştir. Alındığına dair olan bu belgeyi de yayınlıyoruz.
Süleymancılar’ın açtığı bir dâvâda mahkemeye verilen savunma yazısı aşağıya alınmıştır:
BORNOVA 2. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NE
Sunulmak Üzere
ADAPAZARI ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NE
Dosya No: 1994/663
KONU: Yazılı Savunmamızın Sunulmasıdır.
Dinleri Süleymancılık, İmanları Para, Has Huyları Gasp, Meslekleri de Dilencilik Olan Süleymancıların İçyüzü isimli kitap tarafımdan yazılarak Hakikat Neşriyat tarafından kanuni şartları yerine getirilerek neşredilmiştir.
Bu kitabın 30,31,32. sahifelerinde bahsedilen Bornova Kur’an Kursu binasının Süleymancılar tarafından gasbedilmesi olayında müşteki vakfın adı geçmemektedir ve esasen bu vakfın arkasında Süleymancıların olduğu tarafımızdan bilinmemektedir.
Şahitlerle ispat edeceğimiz gibi, halktan toplanan paralarla yapılan Bornova Kur’an Kursu binası, kendilerini Süleymancı olarak tanıtan kimseler tarafından çeşitli aldatıcı yollar kullanılarak icra marifetiyle boşaltılmış ve içinde Kur’an okuyan çocuklar ve diyanetin resmi kursu bir cuma günü cuma vaktinde eşyaları ile birlikte sokağa atılmışlardır.
Bir müslüman, Kur’an-ı Kerim okuyan, ezberleyen çocukları nasıl barındığı binalardan sokağa atabilir, hem de bunu İslâm dini adına nasıl yapabilir? Bunu yapabilen kimseye müslüman denebilir mi?
Şimdi kitaba alınan Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere kısaca bir göz atalım:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim o halde benden korkun.
Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Mü’minun: 52-56)
Süleymancıların ve bütün bölücülerin İslâm ile ilgilerinin olmadığını bu Âyet-i kerime’ler göstermektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde: “Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münavi) buyurarak ayrılık yapanları ümmetliğe kabul etmiyor.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir.
-Onlar kimlerdir yâ Resulellah?
Benim ve ashabımın yolu üzerinde olanlardır.” (Ebu Dâvud) buyurulmaktadır.
Süleymancıların İçyüzü adlı kitabımızın 128 ve 129. sahifelerinde aynen şu beyanlarımız yazılıdır.
“İslâmmış gibi gözüküyorsunuz ve fakat din-i İslâm’a hainlik yapıyorsunuz. Ya bu Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerine bir bir cevap vereceksiniz, veya Allah-u Teâlâ’nın hakkınızda verdiği hükmü kabul edeceksiniz.”
“Ya bu Âyet-i kerime’lere iman edeceksiniz, müslüman olacaksınız. Ya da küfrünüzü ilân edeceksiniz.”
“Bu kitaptaki Âyet-i kerime’ler sizin kâfir olduğunuzu ispat ediyor. Kâfir değiliz derseniz, kâfir olmadığınıza dair delil istiyoruz.”
Bizim bu beyanlarımıza karşılık Süleymancılar ne yaptılar?
Hiçbir bölücü Süleymancı bu açık fermân-ı ilâhiye’yi nazar-ı itibara almadı. Bu Âyet-i kerime’ler bütün bölücülerin içyüzünü ortaya çıkarıyor diye, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne şikâyet ettiler. Kemalpaşa Cumhuriyet Savcılığı’na verdikleri şikâyet dilekçesinde Âyet-i kerime’lerin hükümlerini çürütmeye çalışarak suç duyurusunda bulundular. Suç unsuru olarak Âyet-i kerime’leri gösterdiler. Bu şekilde Hazret-i Allah’ı kullarına şikâyet etmekle; kitabın 5. baskısında geçen “Hazret-i Allah’ı şikâyet eden kızıl kâfirler.” sözünü hak ettiler.
Hazret-i Allah’ı şikâyet etmeleri kâfir olduklarına dair en güzel bir delil değil midir? Hiç müslüman olan Yaratanını kullarına şikâyet edebilir mi?
Bu sapıklara Allah-u Teâlâ buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
“İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yasin: 77)
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör. Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra ona tutacağı yolu kolaylaştırdı. Sonra da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)
Talimatla ifademizin alınması sırasında müşteki vakfı temsil ettiğini söyleyen İstanbul Barosundan avukatları Tahsin Erdinç “Kitapta yazılı ve doğrudan doğruya müvekkilimi hedef alan Ayet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin 1400 sene önce Peygamber Efendimiz’e nazil olduğu şekil ve zamanındaki manalarını tereddütsüz kabul ediyorum ancak Ayet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin müvekkilim vakfı tekfir eder gibi sunulmuş olmasını kabul etmiyorum.” demiştir. Bu sözü kıyamete kadar baki ve her devrin insanını kucaklıyan Kur’an-ı kerim’e karşı küfür değil midir?
Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler 1400 sene önce gelmiş ve fakat hükümlerinin kıyamete kadar baki olduğunu yine Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerden anlıyoruz. Bu hükümleri Süleymancılar değil hiçbir fert değiştiremez. Ya tevbe edip pişman olacaklar, ya da küfürlerini ilan etmiş olacaklardır.
On yıldan beri ekte takdim ettiğimiz “İlâhi Görüş Birliği’ne Dâvet” isimli kitabımız ile, her zaman ve her fırsatta Süleymancılar’ı ve bütün bölücüleri din-i İslâm’a toplamak için Âyet-i kerime’ler ve Hadis-i şerif’ler ile davet ettiğimiz ve birleşmeyenler hakkında büyük cezalar olduğunu bildirdiğimiz halde, pişman olup tevbe etmeleri bir yana Hazret-i Allah’ı ve Hazret-i Kur’an’ı hedef alarak küfürlerini ilan etmektedirler. Oysa “Yaratmak da emretmek de Hazret-i Allah’a mahsustur.” (A’raf: 54)
Hazret-i Kur’an değil Süleymancılar’ı, kıyamete kadar gelecek bütün bölücüleri açık açık beyan eder. Her zaman diyoruz, ya bu Âyet-i kerime’lere cevap verin veyahut kâfir olduğunuzu kabul edin. Bizim hedefimiz şu veya bu vakıf değil, yalnızca kendilerine Süleymancılık ismini takan ve saf müslümanları aldatanlardır. Her şehirde ve her köyde gasbettikleri bir çok binalar var. Yalnız Adapazarı’nda 3 cami gaspettiler. Bir çok yurtları var. Kitabın 134-138. sahifelerinde örnekleri yazılıdır. Gasbedilen binalar vakıflarına maledilmiyor. Şahıslara tapulanıyor. Kendi beyanlarına göre yıllık 1.5 trilyon gelirleri var. Villaları, pansiyonları var. Bunlar nereden elde edilmiştir. Meşru yollardan elde ettiklerini ne ile ispat ederler? Ya gasptır, ya da dilenmek sureti ile elde edilmiştir.
Süleymancılar’ın İslâm ile ilgilerinin olmadığını kitapta yazılı Âyet-i kerime’ler göstermekte ve bu Âyet-i kerime’ler bütün bölücüler ile birlikte Süleymancılar’a da hitap etmektedir.
Görüldüğü gibi bütün beyanlarımız hep âyettir, hadistir. Her zaman ifade ettiğimiz gibi ancak Kelâmullah’a iman edenlerdenim. Herhangi bir cevap da ancak âyet ve hadisi muteber tutarım. Zira Süleymancılar’ın dinini ve kitabını inkâr edenlerdenim. 26.9.1994
Saygılarımla
Ömer Öngüt
Eki: İlahi Görüş Birliğine Davet
(Altıncı baskı. İstanbul 1994)
Bu Mahkemenin Beraat Kararı da aşağıdadır.
Hazret-i Allah’ı, Resulullah Aleyhisselâm’ı ve Kelâmullah’ı mahkemelere veren süleymancılar, Adapazarı’nda açmış oldukları dâvâyı da kaybetmişlerdir.
Birçok mahkemeden beraat edilmiş olup, son mahkeme, Yargitay kararını arz ediyoruz:
Bunca mahkemeleri kaybettiklerinden ötürü kin ve nefretlerini, fitne, fesat çıkartarak iftira atarak ortaya koyuyorlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzaklarını bozuyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.” (Enfâl: 30)
Daha evvel bahsettiğimiz gibi bunlar gerçekten Hizbülvahşetten daha tehlikelidirler, dinimizin ve vatanımızın düşmanıdırlar.
Zira devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.
•
Koyun postuna bürünen, dini dünyaya âlet eden, Süleymancılık dininin mensupları neler yaptılar?
Hani o Mercedes arabalarla sanayi çarşılarını, fabrikaları dolaşıp, dükkân dükkân gezip, halkı kaz yerine koyup yolanlar?
Hani o ev ev, tarla tarla dolaşıp fındık, mısır, buğday ve buna benzer ürünleri arabalarla toplayanlar?
Bütün bunların hepsini İslâm dinini âlet ederek, İslâm dini namına yapıyorlardı. Halkı nasıl soyuyorlardı ve yoluyorlardı? Gayeleri, dinlerini kuvvetlendirmek ve ceplerini doldurmaktı.
“Süleymancı yetiştiriyoruz.” demiyorlardı da: “İnançlı talebe yetiştiriyoruz.” diyerek kandırıyorlardı. Halk da onları müslüman talebe yetiştiriyor zannediyordu.
Üstelik talebeleri salıverip ev ev, dükkân dükkân dilendirirlerdi ve bu topladıklarını da kendi aralarında taksim ederlerdi. Bu soydukları, yoldukları kazlardan elde ettikleri madde ile de altlarına Mercedes arabalar çekerlerdi. Dünyalığınızı aldıkları gibi, dininizi de imanınızı da alıyorlardı.
Çünkü bunların dinleri Süleymancılık olduğu gibi, imanları para, has huyları da gasp idi.
Oysa ki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.” (Âl-i imran: 105)
Hani o halkın yardımı ile yapılan câmiler, Kur’an kursları ve hayır müesseseleri?
Hileyle derneklerin idare heyetine girip, çoğunluğu elde ederek câmileri olsun, Kur’an kurslarını olsun, hayır müesseselerini olsun gasbederlerdi. Halkın yardımı ile yapılan binaları üzerlerine geçirip tapularını alırlardı. Bu onların has huyu idi.
•
Bu gasplarından bir tanesini gözler önüne sereyim, siz bin tanesini düşünün.
1970’li yıllarda Bornova’lı müslümanlar bir dernek kurarak tam teşekküllü yatılı bir Kur’an kursu inşa ettiler.
Bilâhare hayırsever bir müslüman Bornova’nın merkezinde iki dönüme yakın arsasını “Kur’an kursu talebelerinin barınması için üstüne bina yapmak” üzere bağışta bulundu. Yine hayırsever vatandaşların yardımıyla bu arsanın üzerine üçer katlı iki büyük bina yapıldı. Talebeler bu binalara yerleştirilerek rahatça öğrenim görmeleri sağlandı.
Diğer taraftan süleymancılar bu binaları ele geçirmek için plânlar yaptılar. Kendilerinden olan kişileri derneğe üye kaydettirdiler. Bir de kendilerinden olan bir öğretmeni de resmi kanaldan Kur’an kursuna tayin ettirmeyi başardılar. Sinsice heyete giriyorlar. Heyette çoğunluğu elde ettiklerinde hemen orasını benimsiyorlar ve rahatça gasbediyorlar.
Bir yıl sonra yapılan dernek seçiminde çoğunluğu sağlayarak derneğin yönetimini ele geçirdiler.
Bu arada kendilerine âit Kur’an kursunu Bornova’ya naklettiler. Bir taraftan da binaların tapularını kendi adamlarının üzerine geçirmek için teşebbüse geçtiler. Tapu dairesinde bazı kişileri elde ederek, sahte belgelerle binaların ve arsanın tapularını resmen kendi adamlarının üzerine geçirdiler, binalara sahip oldular.
Bu oyunlardan haberi olmayan diğer dernek üyeleri ise Kur’an kursunun resmî bir hüviyet kazanması için Bornova Müftülüğü’ne devretmek istediler. Çünkü 1980’den itibaren yatılı Kur’an kurslarının yönetimi ve denetimi müftülüklerce yapılmaya başlanmıştı.
Bu defa, süleymancı olan yeni idareciler binaların kendilerine ait olduğunu, kimsenin buraya karışamayacağını ileri sürerek binaları derhal boşaltmalarını müftülüğe bildirdiler. Bunun üzerine müftülük ve diğer dernek üyeleri mahkemeye başvurarak dâvâ açtılar.
Süleymancılar kendilerini haklı çıkartmak için bazı nüfuzlu kişileri devreye koydular, mahkemede ellerindeki tapuların kendilerine âit olduğunu ispat ederek dâvâyı kazandılar. Mahkeme de binaların onlara âit olduğunu ve tahliyesinin gerektiğini müftülüğe tebliğ etti. Bunu fırsat bilen süleymancılar yağmurlu ve fırtınalı bir günde binalarda ne kadar resmi Kur’an kursu talebesi varsa eşyaları ile birlikte dışarı attılar. Hatta zâtî eşyalarını ve talebelere âit Kur’an-ı kerim’leri pencerelerden dışarı attıklarına bütün mahalle sakinleri şahittir.
Müftülük derhal polis getirip tahliyeyi durdurmak istediyse de ellerinde mahkeme kararı olduğu için, gelen polisler hiçbir icraat yapamadan geri döndüler.
Bu acıklı manzara karşısında o zamanki Bornova müftüsü ve diğer halk gayr-i ihtiyarî ağladılar. Herkesin tüyleri ürperdi. Atılan eşyaları toplayıp zavallı kurs talebelerini geçici olarak başka bir binanın bodrum katına yerleştirdiler.
Süleymancılar ise gasbettikleri o binaları yurt binası yaptılar. Hâlen o binaları kendi arzuları doğrultusunda pansiyon olarak keyfi kullanıyorlar. Bu ise halkın yaptığı Kur’an kursu idi ve burada kendilerinden olmayanları içeriye sokmuyorlar.
Hatta o binaların ön kısmı mahalleye ait cami idi, mahalle sakinleri orada talebelerle birlikte namaz kılarlardı. Minaresi şimdi bile durmaktadır. O cami olan kısmı bile zaptettiler, kimseyi almıyorlar.
Kendilerinin hiçbir katkıları olmadığı halde, halkın yaptırdığı binaları gasp suretiyle üzerlerine geçirdiler.
Şu yaptıkları hareketin ahkâm-ı ilâhî’ye uyan hangi tarafı var? Bir tarafta emanete hıyanet var, bir tarafta gasp var. Asıl mühim olan İslâm kültür mevzuatını iptal ettirip, camiyi ve talebeleri boşaltmak, camiye cemaati almamak, camiden talebeleri atmak.
Bunu bir kâfir yapmaz. Fakat bunlar bunu kendi dinleri olan süleymancılığa göre yaptılar.
•
Adapazarı Büyük Söğütlü Kur’an kursunu süleymancılar nasıl ele geçirdiler?
Söğütlü halkından olan ve dernek yönetiminde çalışan üç kişiyi maddi menfaatlarla önce kendilerine meylettirip elde ettiler. Sonra bu kişiler aracılığı ile kendilerinden olan adamları derneğe üye yaptılar. Çoğunluğu sağlayınca da Söğütlü halkından olan üyeleri âidatlarını ödemediler diye üyelikden sildiler.
Daha sonra kongre yaptılar. Köy halkından olup, Kur’an kursu için canla başla çalışan kişileri “Sizin üyeliğiniz silindi” diye kongreye almadılar. Kendi kaydettikleri üyelerle seçim yaparak hem yönetimi hem kursu ele geçirdiler, daha sonra da kurs binasının tapusunu üzerlerine aldılar.
•
Size numune için birkaç yer veriyoruz. Fakat dikkat edin, araştırın. Her memlekette süleymancılık dinini kurdukları yerde bu gasp mevcuttur. Araştırın bulacaksınız.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Şerler ve fesadlar olacak. Kim birlik içinde olan bu ümmetin içinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa olsun kılıçla boynunu uçurun.” (Müslim)
“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” (Müslim) buyuruyorlar.
Almanya’dan bir mektup:
“Biz burada 1977 yılına kadar senelerdir ne cuma namazı kılabiliyorduk, ne de ezan sesi işitebiliyorduk. Çünkü yerimiz yoktu. Nihayet 8-10 arkadaş bir araya gelerek Friedrichshafen ve civarında yaşayan müslümanlar için bir cami açmayı plânladık. Bir tüzük hazırlayarak resmi makamlara başvurduk. İsteğimiz kısa zamanda kabul edildi.
Hemen kiralık bir yer bulduk. Gece gündüz çalışarak camiyi faaliyete geçirdik. Çalışmalarımız hızla ilerliyordu. İki ay gibi kısa bir zamanda altıyüz kadar üyemiz oldu. Civardaki Türkler akın akın camiye gelmeye başladılar. Camimize iki de minibüs aldık. Uzakta bulunan müslüman ailelerinin çocuklarını Kuran-ı kerim öğrenmeleri için toplayıp camiye getiriyorduk. İşçiler arasında hafız olan arkadaşlar cumartesi ve pazar günleri gönüllü olarak çocuk okutuyorlardı. Bu mutluluk, bu birlik ve beraberlik altı ay sürdü. Yapılan bir hata yüzünden cami elimizden çıktı.
Şöyle ki:
Sonradan süleymancı olduğunu öğrendiğimiz kişiler gelerek Köln’de bir İslâm Kültür Merkezi kurulduğunu, camiyi bu merkeze bağlarsak Türkiye’deki Kuran kursları gibi bu merkezin her şeyi idare edeceğini söylediler. Biz de buna inandık, tekrar kendi hazırladığımız tüzüğü merkeze gönderdik. Böylece camimiz bu merkeze bağlanmış oldu.
Yalnız iş bizim bildiğimiz gibi çıkmadı. Köln’den camimize hoca yolladılar. Bizleri ve caminin yapılmasında emeği geçen arkadaşların hepsini yavaş yavaş uzaklaştırdılar, süleymancı adı altında kendi adamlarını yerleştirdiler.
Arkadaşlarımız yapılan faaliyetler hakkında bu hocalara hesap sormaya gittiklerinde:‘Bize hesap soramazsınız, burası İslâm Kültür Merkezi’dir, burada Kur’an okunmaktadır.’ diye cevap veriyorlardı. Bir ara caminin kapısına:‘Üye olmayan camiye giremez!’ diye yazı yazmışlardı. Cami için aldığımız iki minibüsü de sattılar, kimse hesap soramadı.
Çeşitli zamanlarda vermiş oldukları vaazlarda:‘Kestiğiniz kurbanların derilerini bize vermezseniz kurbanınız kabul olmaz.’ diyorlar. ‘Süleymancılar yüzde ikiyüz daha iyi müslümandırlar.” diyorlar. ‘Memlekete yatırım yapıyorsunuz, ellibin mark kredi çekiyorsunuz, bir onbin mark kredi çekip de bize verseniz!’ diyorlar. Fâizin haram olmadığını savunup, Müslüman kardeşlerimizi fâize teşvik ediyorlar. Onlara üye olmayan müslümanlardan birisi öldüğü zaman cenazeyi bile hazırlamıyorlar. Para veren kişilere karşı daha hürmetli davranıp etrafında pervaneler gibi dolaşıyorlar.
Nihayet cami elimizden çıkınca ikinci bir cami için teşebbüse geçtik. Çalışmayan büyük bir fabrika vardı. Sahibini bulduk, durumu kendisine arzettik. Kendisi zaten yetmişsekiz yaşında idi. Bütün dinleri incelemiş. İslâm’a da meyilli olduğu için iki milyon mark yapan yeri bize bir milyon marka verdi, ayrıca ikiyüzellibin markını da almadı, câmiye bağışladı.
Yediyüzellibin markın ikiyüzbinini peşin olarak anlaştık, kalanını da ayda yedibin mark olarak takside bağladık. Bu anlaşmadan sonra dörtyüzellibinini peşin vermek istedikse de, anlaşmamız böyledir diye üzerini geri çevirdi.
Daha sonra oraya her türlü müştemilâtı içinde olan çok güzel bir cami yaptık.”
Kardeşler!
Bunları İslâm Kültür Merkezi sandılar. Cami, minibüs ellerinden gidince, İslâmî faaliyet durunca, o zaman anlaşıldı ki, meğer burası İslâm değil de isyan, kültür değil de küfür merkezi imiş. İsyan küfür merkezine, İslâm Kültür Merkezi adını koymuşlar. İşte deliller.
Şimdi şu kâfir dediğimiz Alman’ın İslâm’a yaptığı hizmete bakın, bir de İslâm perdesi altında süleymancıların yaptıkları icraatlara, gasp ve soygunlara bakın!
Ey müslüman! Buradan da mı uyanmıyorsun?
Alman’ın yaptığı mı İslâm’a uygun, bunların yaptığı mı İslâm’a uygun? Hükmünü siz verin!
İslâm adı altında federasyon kurmuşlar, İslâm’ın ismini âlet ediyorlar, gasp ve soygunlarını bu isim altında yapıyorlar.
Yaptıkları icraatlar kâfirin icraatından da yahudinin icraatından da beter! Almanlar yardım ediyor, süleymancılar gasbediyor.
•
Bir kardeş “Süleymancıların İçyüzü” kitabını okuyor. Senelerden beri Süleymancılar’a büyük hizmeti geçtiği için itimada şâyan olması sebebiyle bütün yurtları ona tapulamışlar.
Kitabı okuyup hakikati görünce, daha doğrusu imanını kurtarmak için süleymancılardan nedamet etmiş, sonra elindeki bütün gayrimenkulleri resmi mercilere aktarmıştır.
Kitap broşürümüzü alıp okuyan bir vatandaşımız, bize gönderdiği imzalı mektubunda, süleymancılar hakkında mühim sözler sarfettiği için yayınlıyoruz:
•
Gizli raporlarda şöyle bir yazı okuduk: “Amaçları” başlığında; “Süleymancılık vasıtasıyla teşkilâtlanarak ve buna siyasi bir veçhe vererek, Türkiye’deki idâri mekanizmaya hakim olmaktır. Memleketi Kur’an kurslarında yetiştirdikleri süleymancılık ordusu ile ele geçirmeyi plânlıyorlar.” diye bahsedilmektedir.
Görüldüğü gibi bu ordunun İslâm’la bir ilişkisi yoktur. Kendi dinlerine göre bir teşkilattır.
•
“Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar” adlı kitabı tetkik etmemle içinde şunları gördüm. Süleymancılık dininden şöyle bahsediliyor:
“Yapılan tahmin ve istihbarat değerlendirmesine göre Türkiye’de üçyüzbin süleymancı vardır. Bunlar silahlı cihad için emir beklemektedirler.
Bize bağlananlar cennetlik, bağlanmayanlar dalâlettedir ve cehennemliktir, derler. Bazı yerlerde dikiş-nakış, halıcılık, arıcılık ve daktilo kursları olarak teşkilatlanırlar.
Süleymancı büyüklerden başkasına itaat ve hürmet edilmeyeceğini, fâiz alınabilir dedikleri gibi rüşvetin de işlerinin yolunda gitmesi için verilebileceğini söylerler.” denmiştir. (sh. 33)
Refahçılar refah dinini, narcılar küfrü hoş görme dinini, süleymancılar fâiz başta olmak üzere bütün dinî hükümleri yok etme dinini kurdular, kaplancılar da dini dünyaya âlet ederek şöhret elde etmek ve para toplamakla kendi kendilerine küfür diyarında İslâm hilâfeti kurma sevdasına düştüler ve şimdi de şeytanın maskarası oldular.
Âhir zaman ulemâsına gelince; bunlar da sûret-i haktan göründüler. Her biri din-i İslâm’ı ifsat etmek için, tahrip ve tahrif etmek için gerek televizyonlarda gerekse gazeteler vasıtasıyla bütün güçleri ile çalıştılar.
Bu sapıtıcı imamların kimisi imamlığını ilân etti, allahlık dâvâsında bulunanlar da oldu.
Bunların içlerinden Yaşar Nuri Öztürk, Edip Yüksel, İskender Evrenesoğlu, Nazmi Sakallıoğlu, Refet Kayserilioğlu hakkında da “Âhir Zaman Âlimleri” adı ile bir kitap yazıldı. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle hepsine bir bir cevap verildi.
Bu türemelerin gaye ve maksatları din-i İslâm’ı ifsad etmek ve aslından çıkarıp hurefaya çevirmektir.
Müslümanmış gibi görünüyorlar, gayeleri ise ayrıdır. Islah yapıyor ve nasihat ediyormuş gibi görünüyorlar ve fakat niyetleri ifsat olduğu için, her an her fırsatta tahribattır.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Kendilerine:‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler. İyi bilin ki asıl bozguncular kendileridir, lâkin anlamazlar.” (Bakara: 11-12)
Bunlar başkalarına hizmet etmektedir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız!” (Secde: 22)
Bunların içinde kimisi “İmam benim” dedi, kimisi sahte İsa, kimisi sahte Mehdi kesildi, kimisi “Ben Dabbet’ül arz’ım” dedi, Yaşar Nuri gibi kimileri çok şiddetli ifsatçı.
Bu gibilerin fesatlarını, sahte, yalancı olduklarını ve küfre kaydıklarını ortaya koymak için her mevzuda Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle izah ve ispat ettik.
Ve hiçbir fert Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le cevap veremedikleri için, onlara isnat edilen küfrü ister istemez kabullendiler.
Böylece bu sapıtıcı imamlar Deccal’den daha beter oldular. Nefsini ilâh edinen bu imansız imamlar bu halkı kandırmaya çalışıyorlar. Acaba Cenâb-ı Hakk’ı da kandırmaya çalışacaklar mı?
Hülâsa; sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman uleması olsun, bütün bunlar din-i İslâm’a cephe aldılar. Onu yıkmak için, kurdukları dinlerini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar.
Bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmaya çalışan bu dokuz muhalif fırka ortalığı kararttıkça kararttılar, müslümanları kararsız hale getirdiler.
Bunlar papazdan da, hahamdan da, mecusiden de tehlikelidirler. Zira onların cephesi var, fakat bu kâfirlerin, bu münafıkların cephesi yok.
Müslüman gibi göründüklerinden ötürü bu fesadı, bu ifsadı yapabiliyorlar.
Çünkü bu sapıtıcılar sûret-i haktan göründükleri için, hakikatı bilmeyenler bu gibi fesatçı ifsatçıların lâfına bakıyor, nefislerine de cazip geliyor, baklavanın içindeki zehiri de görmüyor, kendisini öldürecek olan bu zehirden habersiz. Oysa ki onu yuttuğu zaman ebedi hayatını öldürüyor. O bir zehir hapıdır, imanı öldürüyor. İşte bunlar bu hapı halka gayet rahat yutturuyorlar.
Bunun içindir ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar.” (Tirmizi: 2196)
Yaptıkları dünyalık elde etmek ve bilgisizlik sebebiyledir. Azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini fedâ ediyorlar. Böylece ümmet-i Muhammed eriyip gidiyor.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Bir takım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelerin başında dikilirse, fitneler onu yıkar. Her kim o fitneler zamanında sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın.” (Müslim)
Birçok fitneler zuhur edecek, ediyor da.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” (En’am: 153)
Buyurduğu halde, bunlar Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktılar, kendi uydurdukları sapmış yollara saptılar ve din-i İslâm’dan çıktılar.
•
Elli seneden bu yana, öyle imansız imamlar türedi ki, çeşitli din kurucuları türedi ki, öyle fesatçı ifsatçılar meydana geldi ki, bu türemeler o kadar çoğaldı ki! Dünya kuruldu kurulalı böylesine bir isyan görülmedi.
Geçmişte isyan eden bütün ümmetlerin helâkına vesile olan isyan sebeplerinin, günümüzde hepsi mevcut.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki bu (zamanda) zulmedenlerin de (geçmişteki zâlim) arkadaşlarının paylarına benzer (azaptan) payları vardır.” (Zâriyât: 59)
Ve bu türemelerin çıkacağını Resulullah Efendimiz çok evvel haber verdi. Haber verdiği gibi, Allah-u Teâlâ Müminun sûre-i şerif’inin 52-56. Âyet-i kerime’lerinde ve bunlara benzer bir çok Âyet-i kerime’lerde bunların sapıklığını açıkladı ve ilân etti. Bu sapıkları haber verdi.
Dini dünyaya âlet edip, ne kadar rezalet yapacaklarını, İslâm’a ne kadar büyük leke ve zarar vereceklerini, ne kadar vurguncu ve dilenci olacaklarını bir bir haber verdi.
Bu bölücüler, din-i İslâm’ı âlet ederek, menfaat, şöhret, nam sebebiyle, dinlerini ayakta tutmak için, her fırsatta dinlerini, partilerini tebliğ ettiler. Din-i İslâm’ı paramparça etmek istediler ve etmeye çalışıyorlar.
Öyle bir ifsat, öyle bir irtidat ki; bir mürted kilise, havra ve puthaneye gitmediği ve bir dinden diğerine geçtiğini ilân etmediği içindir ki, müslümanların nazar-ı dikkatini çekmez. Ne ikaz ederler ne de irtibatlarını keserler. Dinden çıkan mürted de onların arasında yaşamaya, bütün haklarını kullanmaya devam eder. Hatta bazen onlara hakim bile olur.
Geçmiş devirlerdeki mürtedler müslümanların arasından ayrılır, yeni benimsedikleri dinin cemaatine iltihak ederler, bu uğurda karşılaşacakları her türlü sıkıntı ve zararları peşinen göz önüne alırlardı. Fakat günümüzde İslâm’dan alâkasını kesen mürtedler müslümanların arasında yaşamakta, müslümanların güvenini istismar ederek ifsatlarını içten içe ve sinsice yaymaktadırlar.
Bir defacık bunların ağzından, Hazret-i Allah’a ve Resulullah’a tâbi olmak ve sadakatinden ötürü emr-i ilâhî’ye uymak gerektiğini duydunuz mu? Gördünüz mü? Bu emre uyan, ancak Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a iman etmiş olur.
Fakat, din-i İslâm’dan sapan münafıklar küfre kaydılar. Hep imamlarından ve partilerinden bahsettiler. Onlardan hep bunu duyarsın. Hiçbir zaman Allah-u Teâlâ’nın emrettiği iyilikleri ve yasakladığı kötülükleri bahsetmezler.
“Ey Resul! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et.” (Mâide: 67)
Âyet-i kerimesi mucibince, Allah’tan korktuğum için, Hazret-i Allah’ın kelâmını, Resulullah Aleyhisselâm’ın beyanını yani Hadis-i şerif’lerini açık açık herkese duyurmaya çalıştım. Mesul olmamak için.
Bu fesatçılara, ifsatçılara, din kuruculara, türemelere, deccallere, sahte İsa, sahte dabbetül-arz gibi yalancılara, süleymancılara, narcılara, kaplancısına, refahçısına ve bütün bölücülere açık açık ilâhi hükümleri tebliğ ettim. Kitaplar yazdım, bütün dünyaya duyurmaya çalıştım.
Onlara yakınlık göstermek şöyle dursun, meyletmek bile insanı ateşe müstehak kılar.
Bu nur ışığı altında müslümanları Allah ve Resul’de birleştirmeye çalışıyoruz. Başka isimlerle din kuranları ve bunlara uyanları da İslâm’a dâvet ediyoruz. Bu birleşme Hazret-i Allah ve Resul’de birleşmekle olur. Ahmet’te Mehmet’te değil.
Bizim gayemiz bu fitnenin sönmesi, ümmet-i Muhammed’in Hazret-i Allah ve Resul’ünde birleşmesidir. Başka hiçbir gayemiz yok. Ben kendimi Hazret-i Allah’a boyun bükenlerin hizmetçisi olarak ilân etmişimdir. Hiç kimseden bir şey beklemiyorum.
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bu berzahlara dikkat edin. İmanla küfrü, müminle kâfiri, hakikat ile dalâleti ayırıyorum. “Bu söyledikleriniz doğru değildir.” diyenlerden de cevap bekliyorum. İslâm lâf işi değildir. Ben sizin dininize tâbi değilim. Bunları sırf bir kişi için yazıyorum. “Acaba kurtulur mu?” diye!
Zira bu kadar bölücüye karşı durmam için Allah-u Teâlâ bu ilmi bahşetti.
Ölünceye kadar bu bölücülerle mücadele etmeye azimliyim.
Allah-u Teâlâ’dan şöyle bir niyazım var:
“Ayaklarımı rızânda sâbit kıl, lütfunla destekle. Alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir.”