Dünya iki dünya savaşı gördükten sonra, “Soğuk Savaş” denilen bir döneme girmişti. Bir tarafta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) diğer tarafta Sovyetler Birliği saf tutmuştu. İki kutuplu dünyada nüfuz mücadelesi sürüp gitmişti. O zamanlar ABD için en önemli düşman komünizm ve onu savunan devletlerdi. Ancak Gorboçov’un Sovyetler Birliği’nin başına geçip Glasnost ve Prestroika ile Sovyetler Birliği’nde çözülme ve dağılmayı başlatmasıyla yavaş yavaş ABD yeryüzünde tek küresel güç olarak ortaya çıktı.
Artık yeni bir dönem başlamıştı. ABD karşısındaki muhtemel rakiplerini ortadan kaldırma politikasına devam ediyordu. Samuel Huntington Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya bir tez attı: “Medeniyetler Çatışması”. Buna göre artık Batı’nın karşısında İslâm ve Uzakdoğu medeniyetleri vardı. Bu tez aslında ABD’nin: “Yeni Dünya Düzeni” adıyla ortaya koyduğu terimin gerçek mânâsıydı. “Medeniyetler Çatışması” tezi, “Yeni Dünya Düzeni” madalyonunun arka yüzüdür. ABD İslâm’ı ve müslümanları yeni hedef seçerken, bu yeni politikasını “Terörizmle mücadele” olarak tanımlamıştır. Açık olarak İslâmiyet demese de “Terörizm” adı altında dünya genelinde müslümanlara savaş açmış durumdadır.
Bunun da pek çok sebebi vardır. Herşeyden evvel İslâmiyet hızla dünyada yayılmaktadır. Pek çok insan gitgide İslâm’a yaklaşmakta ve müslüman olmaktadır. Özellikle ABD’de, bir araştırmaya göre, günde onlarca insan İslâmiyetle şereflenmektedir. Bu durum ABD için muhakkak önüne geçilmesi gereken bir hakikattir. Çünkü Hazret-i Kur’an’ın hükümleri ve ona sarılan müminler ABD’nin sömürü düzeninin önündeki en büyük engeldir. İslâm’ın gönüllerde yayıldığını ve müminleri, para, makam, mevki, şöhret ve silahla satın alamayacağını bilen ABD için bu durum muhakkak önlenmelidir.
Diğer taraftan Ortadoğu, Asya, Afrika -ki bu bölgeler müslümanların yerleşim alanlarıdır-, dünyanın en zengin petrol, doğalgaz, enerji ve maden kaynaklarına sahiptir veya bu kaynakların geçiş yolu üzerindedir. Bu kaynaklara müslümanların sahip olması ABD için bir tehdittir. Ayrıca bu kaynaklara sahip olmak tüm dünyanın can damarlarını elinde tutmak demektir. Yalnızca müslümanlara karşı değil, birleşme sancısı çeken Avrupa’ya ve Uzakdoğu’da sinsi sinsi ama hızla büyümekte olan Çin’e karşı da, ABD’nin bu kaynaklara ihtiyacı vardır.
Çok büyük bir silah endüstrisi yeni savaşları, yeni silah alış-verişlerini beklemektedir. Yeni, büyük savaşlar olmalıdır ki, üretilen silahlar denensin, satılsın ve kan emen bir sivrisinek gibi masum insanların kanlarının dökülmesi ile silah tüccarları daha fazla semirsin. Bu silahlar ve bombalar kullanılmak için üretiliyor, kenarda bekletmek için değil.
Örneğin; İsrail’i kalkan arkasına almak için, İran ile Irak’ı ABD birbirine kırdırdı. Onlar çarpışırken de onlara silah sattı. Hem İsrail’i korudu, hem müslüman kanı döküldü, hem de silah satarak onların paralarını emdi.
Başka bir neden de ABD’nin Ortadoğu’daki bir parçası olan İsrail’in korunması ve kollanmasıdır. Esasen ABD hırıstiyan, İsrail ise yahudi’dir ve fakat ABD’deki tröst haline gelmiş sermaye gruplarının başını hep yahudiler çekiyor. Para musluğunun başında yahudi var. ABD Senatosunu, Temsilciler Meclisini ve Başkanını etkileyebilecek lobileri var. Medya grupları ellerinde. ABD, Avrupa ırklarının karışımından oluşmuş, yahudi’nin yönetiminde olan bir ülkedir. Bu nedenle yahudi diasporası Ortadoğu’daki devletlerini her bakımdan destekliyor.
ABD’nin dünya devletlerine “Yeni Dünya Düzeni” olarak lanse ettiği yeni siyaseti yürürlüğe koyabilmesi için bazı sebepler gerekiyordu, dünya kamuoyunun buna ikna edilmesi gerekiyordu. Evvela Körfez Savaşı senaryosu uygulandı. Irak’ın sebebi meçhul(!) Kuveyt işgaline karşılık ABD’nin Ortadoğu, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusuna hatırı sayılır bir oranda askeri varlığını konuşlandırmasıyla şekillenen Körfez Savaşı ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni” kavramının geçerliliğini kanıtlamasına sebep oldu. ABD tek hegemon devletti ve karşısında “Terörist” olarak ifade ettiği müslümanlar vardı. Irak’ı eli kolu bağlı hale getiren ABD, uygulanmasına ön ayak olduğu ambargoyla da binlerce Irak’lı masum bebek ve çocuğun ölmesine sebep oldu. ABD pek çok uçak, silah, füze, bomba kullanarak savunma ve silah endüstrisine büyük yatırımlar yapılmasını sağladı. Ortadoğu’daki üsleri boşuna edinmedi, oraya askeriyle girecekler.
Son olarak büyük bir senaryoyla uygulanan 11 Eylül saldırıları ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni”ni haklı çıkarmaya yönelik nihai noktaydı. Kimin planlayıp, uygulamaya koyduğu hâlâ meçhul olan ama kimin işine yaradığı kesin olan 11 Eylül saldırılarıyla tek hegemonun karşısında kimin olduğu daha da netleştirildi: “İslâmiyet”.
ABD’ce 11 Eylül saldırılarından Afginistan ve Usame bin Laden sorumlu tutuldu. ABD Körfez Savaşında olduğu gibi bölgeye (Afganistan, Özbekistan) binlerce askerini yığdı. Uçaklar binlerce sorti yaptı, asker-sivil demeden tonlarca bomba atıldı. ABD elinde hiçbir delil olmadan Afganistan’ı yerlebir etti.
Ama çok önemli şeyler kazandı. Afganistan harekatı ABD yayılmacılığına verilebilecek örneklerden sadece birisidir.
Şimdi bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım.
Eskiden İpek Yolu üzerinde bulunan Orta Asya bugün de -pek çok kişi farketmese de- büyük doğal kaynaklar alanıdır. Özellikle Hazar Denizi civarı muazzam bâkir hidrokarbon rezervleri barındırmaktadır. Tahmini petrol rezervleri ise 200 milyar varilin üzerindedir. Bu oran dünya petrol üretiminin %5’lik bir kısmını temsil etmektedir. Bu geniş petrol yatakları ve doğalgaz rezervleri ABD’nin iştahını kabartmaktadır.
Dünyanın en önde gelen enerji kaynakları ve proje geliştirme şirketlerinden biri olarak adı geçen Amerikan menşeili Unocol şirketi Orta Asya petrol ve doğalgazının çıkarılması, işlenmesi ve uygun bir güzergâhla, arzulanılan yerlere ulaştırılmasıyla da ilgileniyor. Bu petrol ve doğalgazın büyük olasılıkla Bakü-Ceyhan hattıyla Avrupa’ya ulaştırılması projesi var. Ama Unocol şirketinin esas hedefi bu zengin doğal kaynakları Asya ve Uzakdoğu’ya ulaştırmaktır. Kuzey Denizi, İskandinavya ve Rusya’daki petrol havzalarının varlığı Unocol’ın dikkatini Avrupa’dan ziyade Asya tarafına kaydırmaktadır.
Avrupa’nın aksine Asya Pasifik bölgesinin petrol ve doğalgaza olan ihtiyacı her geçen gün artmaktadır; orası bakir bir pazardır. ABD için Pasifike petrol ve doğalgazın ulaşması için en uygun yol da Afganistan üzerinden geçmektedir, oradan Pakistan’a ve oradan gemilerle Asya’nın dört bir tarafına. Aslında İran üzerinden, İran körfezine de inilebilinir ancak ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları ve yakın gelecekte İran’ı da bölgede İsrail’in bekâsı ve güvenliği için vurma planı olduğu için bu güzergâh Unocol için uygun değildir. Ve fakat Unocol tarafından en uygun ve kârlı güzergâh kabul edilen Afganistan’da şirket istikrarlı bir hükümet istemektedir. Taki inşa edilecek boru hatları Afganlılarca havaya uçurulmasın. Afganistan içinden geçmesi planlanan boru hattının yolu Taliban’ın sahip olduğu bölgeden geçiyordu. Ve Unocol defalarca görüşmesine rağmen Taliban’la anlaşamamıştı. Hatta Unocol şirketi 12 Şubat 1998’de Beyaz Saray’da sunduğu tebliğde şöyle ifadeler kullanmıştır:
“Baştan söylemek gerekirse, Afganistan’da bizim hükümetimize, yatırımcılarımıza ve şirketlerimize güvenen tanınmış bir yönetim yer almayıncaya kadar planladığımız boru hattının döşenmeyeceğini açıkca belirtmekte fayda var.”
Yani Taliban’ın bertaraf edilmesi ve kukla bir yönetim Afganistan’ın başına geçmesi, ABD’nin ekonomik sömürü düzeni için şarttı.
Diğer taraftan Taliban yönetimi Temmuz 2000’de afyon üretimini yasakladı ve üçbin ton afyon ürününü imha etti. Araştırmacılar bunun ABD’ye karşı açılmış büyük bir ekonomik savaş olduğunu söylüyorlar. Çünkü Afganistan dünya afyon üretiminin %70’ini sağlıyordu. Çoğunlukla Batı Avrupa’da tüketilen ve Balkanlar yoluyla sokulan bu afyon, Batılı mali kuruluşların ve piyasaların nakit mevduatlarının doğrudan bir kaynağıydı. ABD hükümeti, IMF, Le Monde ve ABD Senatosu da dahil kaynaklar, Wall Street’e ve ABD bankalarına akan uyuşturucu paralarının yılda 250-300 milyar dolar olduğunu belirtiyorlar. Taliban’ın afyon üretimini durdurma kararıyla Wall Street’teki nakit akışı çok ciddi bir duraklamaya girecekti. Likidite sıkıntısı başgösterecekti. Ve ABD, Afganistan’da afyon yapraklarını yeşertecek bir çare aradı. Nitekim bir Rus ekonomistin altını çizdiği bir gerçeği hatırlatalım:
“ABD, İngiltere ve Almanya, Kosova savaşını, 1997-98’deki Asya krizini müteakip Batılı piyasaların krize girmesini savuşturmak için başlattı. Uzun zaman seyirci kaldı ve işine geldiği zaman bitirtti.”
ABD için insani değerler bir hiçtir. Önemli olan ekonomik, askeri, siyasi egemenliğinin bekâsıdır. Soğuk savaş sonrası plan oluşturuldu ve yeni düşman İslâmiyet’in üzerine gidilmeye başlandı. Müslümanların elindeki iktisadi ve doğal kaynaklar çeşitli örtüler altında ele geçirilip sömürülmeye başlandı. Körfez Savaşı bunun deneme tahtasıydı. İçeriden tertiplenen 11 Eylül saldırıları ise topyekün, askeri, iktisadi ve siyasi ABD saldırısının başlama işaretiydi. ABD 11 Eylül’ü bahane ederek topyekün tüm müslümanlara savaş açtı, buna ek olarak da Ariel Şaron’un Filistin’deki katliam ve vahşetlerine yol verdi. Biri Afganistan’da, diğeri Filistin’de harekete geçtiler.
Kitle imha silahları üretimi arttı ve daha da artacak görünüyor. Ufak çapta olanları halen artan bir şekilde kullanılmaya devam ediyor.
ABD’nin füze kalkanı projesi ciddiyet kazandı.
11 Eylül dev silah sanayinin yüzünü güldürdü. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle duraksayan ve gerileyen silah satışlarının birden tırmanması ve yeni silahlanma teknolojileri arayışına girilmesi 11 Eylül’ün önemli sonuçlarındandır.
11 Eylül’ün su üstüne çıkardığı en önemli gerçek ABD’nin belirgin bir şekilde saflaşma, gerilim atmosferini arttırma çabası içine girmesidir. İslâmiyeti “Terörizm!”, müslümanları “Terörist!” olarak lanse edip bunu her çeşit medya ile destekleyen ABD; “Terörizmi destekleyenler” ve “Karşısında olanlar” diye de dünya ülkelerini mecburi bir saflaşmaya sokmak istemekte ve karşı safta kabul ettiklerini düşman bellemektedir.
11 Eylül’le Orta Asya’ya ciddi bir askeri ve iktisadi (petrol, doğalgaz yatırımları) konuşlanma yapan ABD’nin bu eksende Rusya ve Çin’le yüzyüze gelmesi de altı çizilmesi gereken bir vakıadır. Her ne kadar Rusya çaptan düşse de bölgede Çin’le beraber nüfuz mücadelesi içerisindedir ve ABD bölgede mecburen ama gönülsüzce katlanılan hegemonik güç duruma gelmiştir.
11 Eylül’le beraber İsrail’in, ABD’nin gerilimi tırmandırma politikasına paralel olarak, siyonist planları uygulanmaya tekrar sokulmuştur. ABD’ye göre; Filistinlileri katleden İsrail terörist değildir. Çünkü ABD İsrail’dir, İsrail de ABD’dir. O onun için vardır, diğeri de öteki için.
11 Eylül’le beraber, Afganistan’dan sonra, sırayla Irak, İran, Suudi Arabistan ve hatta Mısır ABD’nin Ortadoğu’daki iktisadi, siyasi çıkarları ve İsrail’in güvenliği için bertaraf edilmesi gereken ülkeler haline gelmiştir. ABD’nin yakın gelecekteki planı İsrail desteğiyle Ortadoğu’ya inmektir. Bu hatta girmektir. Bunu Irak’ı vuracaklarını açıklayarak ifade etmişlerdir.
Aslında ABD bencil, acımasız politikalarıyla dünya düzensizliğinin mimarıdır. Eğer bir olay ABD çıkarlarını tehdit ediyorsa “İnsani müdahalenin” konusu haline gelebilir. Ve fakat ABD’ye göre aksi durumda herşey serbesttir.
Aslında gerçek terörizmi hem de devlet eliyle ABD ve İsrail yapmaktadır. Bunun örnekleri de pek çoktur.
ABD, II. Dünya Savaşında iki tane atom bombası atarak yüzbinlerce masum insanın ölmesine ve sakat kalmasına sebebiyet vermiştir.
Soğuk Savaş yıllarında pek çok bölgesel çatışma ve savaşı kışkırtıp ateşleyerek bölgesel çıkarlarını beslemiştir (İran-Irak savaşı, Vietnam, Kore...) Soğuk Savaş sonrası örneğin Clinton’un emriyle Sudan’ı bombalatmış ve mevcut ilaç stoğunun yarısını yok etmiştir. Bunun sonucu bilinmeyen sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Irak’ı vurması, Afganistan’ı yerlebir etmesi ve Ortadoğu’ya gözünü dikmesi hep kendi ulusal çıkarlarının ikame ve idamesi içindir. Son olarak da 11 Eylül saldırılarını düzenleyip ve bunu bahane ederek, dünya müslümanlarını, iktisadi kaynakları, parayı denetlemek, sömürmek, kullanmak için güç kullanmayı dünya devletleri nezdinde meşruiyet zeminine oturtmak niyetindedir.
“Yeni Dünya Düzeni” diye şişirilen aslında Amerikan müdahaleciliğinin maskesidir. Madalyonun arka yüzüne baktığımızda uluslararası güvenlik stratejilerinin yeni bir Soğuk Savaş’a değil, dünyayı kaplayacak “Yeni Bir Dünya Savaşı”na gittiğini görüyoruz.
ABD aslında hegemonyasının sonunun başlangıcını oynuyor.