Ortadoğu’da büyük bir kıyım ve büyük bir adaletsizlik yaşanıyor. Özellikle dünya jandarmalığına soyunan ABD’nin her türlü ahlak ve adalet duygularını yaralayan tek taraflı tasarrufları dünyayı büyük bir kaosa sürüklüyor.
Ortalama 50 km’ye 100 km.’lik minik bir arazi parçasında beş milyon yahudinin 5 milyon Filistinli’yi yok etme, sürme, öldürme siyaseti buz dağının görünen kısmıdır. Yaşadıklarımız 3. Dünya Harbi’nin ilk sahnesidir.
Sahte yüzlerle sahte ilkelerle kirli yüzünü saklayan küresel hakimiyetçi sınıf maskesini çıkartmıştır. “Ya hep ya hiç” denilebilecek yeni bir süreç başlatılmıştır. Nitekim Bush’a sık sık “Ya bizdensiniz, ya da değilsiniz” naraları attırılmaktadır. Bütün dünya bu duruma ikrah etmektedir. Bu adaletsizlik ve vahşet günagün artarak öyle bir seviyeye gelecektir ki, sadece İslâm dünyasını değil bütün insanları yakan bir ateş haline gelecektir. Resulullah Aleyhisselâm’ın haber verdiği günler yaklaşmaktadır.
Türkiye ise “Arafat’ı da kınayalım”, “Arap’ların tarafını tutmayalım” gibi cümlelerle ifade edilebilecek basit ve basiretsiz düşüncelerle iğfal edilmekte, kafasına geçirilen “At gözlüğü”nü çıkartmaktan aciz kalmaktadır.
İsrail kurulmadan önce ve kurulduktan sonra toplam yüz sene zarfında yaşanan gerçekler bilinçli bir şekilde gözlerden ve zihinlerden saklanmıştır. Orada yaşananlar Filistinli yerli halktan sonra en fazla Osmanlı’nın varisi Türkiye’yi ilgilendirdiği halde en kısır bilgiye sahip halklardan birisi maalesef biziz.
İsrail problemi 1897’de İlk Siyonist Kongre'nin Basel, İsviçre'de, Teodor Herzl tarafından toplanması ve Siyonist Organizasyonu'nun kuruluşu ile başlamıştır. Siyonist Teodor bilindiği gibi o dönemin Osmanlı Padişahı Sultan 2. Abdülhamit’e büyük paralar teklif ederek Filistin’de toprak sahibi olmak istediklerini iletmişti. Padişah bunu şiddetle reddettikten sonra hemen tedbir almış ve bu bölgedeki arazileri “Sultan’ın mülkü (devlet arazisi)” olarak ilan etmiştir. (Nitekim Sultan Abdülhamid’in torunu Nemika Sultan 1940’lı yıllarda bu duruma dayanarak Gazze’de bulunan 4500 dönümlük arazi üzerinde hak iddia etmiş İngiliz hakimiyetinin yaşandığı o yıllarda siyonistlere hakkını devretmeyi reddettiği için davayı kaybetmiştir.)
Sultan 2. Abdülhamit’in hal’i ve akabinde yaşanan savaşlar -özellikle 1. Dünya Savaşı- esnasında Osmanlı’ya en büyük ihaneti yapan Araplar değil Yahudiler olmuştur. Zira siyonist teşkilatın önündeki ilk engel Osmanlı Devleti idi.
“Birinci dünya savaşı yıllarında Arap ülkelerinde İngilizlere karşı mağlubiyetimizin pek bilinmeyen çok önemli bir yönü vardı: Gönüllü yahudi ajanları.
Osmanlı’nın üstün hoşgörüsü ile birinci sınıf vatandaşlar olarak huzur ve refah içinde yaşayan yahudiler aynı Ermeni ve Rumlar gibi Osmanlı’ya ihanet etmişlerdi. Fakat bunların ihaneti kendilerine has sinsilikleri sebebiyle daha tahrip edici olmuştu. Zira merkezi Kudüs’te bulunan gizli bir ajan teşkilatı tertip eden yahudiler ordularımızın hareketlerini en ince teferruatına kadar tesbit edip İngilizlere bildiriyorlardı.
Ferudun Kandemir “Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası” isimli eserinde Yahudi casusları hakkında özel bir bölüm ayırmış ve icraatları hakkında bilgiler vermiştir. Cevat Rıfat’tan rivayetle naklettiği bir olay şöyle:
“28 Ocak 1918 Medine’ye Şam’dan erzak götüren bir tren makine uğultusuyla kırılan sessizliği boza boza Katrana istasyonuna yaklaşıyor. İçinde erzaktan başka yine Medine’ye giden bazı er ve subaylarla aileler de bulunan bu tren, bir anda, berrak gökte beliren İngiliz uçaklarının, yaklaşarak attıkları bomba yağmuruna tutuluyor. Düşman uçakları aynı zamanda Katrana istasyonu ile oradaki kolordu karargahını da bombalıyorlar. Her tarafta şehit olanlar, yaralananlar ve bunların arasında malum yavrular da var. Kan revan içinde feryat edenlerin çığlıklarıyle iniltileri ortalığı kaplıyor. Düşman uçakları, işledikleri cinayetin kefareti olarak bir kurbanla iki esir bırakarak, süratle uzaklaşmış, gözden kaybolmuşlardı. Fakat onları üstümüze böyle hedeflerini tayin ederek saldırtanların Yahudi casusları olduğu anlaşılmıştı.”
Türkler geç de olsa Yahudi ihanet çetesini farketmişler, aralarına sızarak birçok haini yakalamışlardı. Yahudi casuslar, merkezi Kudüs’te bulunan Aranson teşkilatına mensuptular. Bu teşkilatın asıl başkanı Cauna Köyü’nde bulunan dünyaca malum Amerikalı yahudi milyoneri Roçild’in umumi vekili ve yakın dostu Gerşman’dı. Fedakar ve becerikli elemanlarımız Gerşman’ı ve ondan elde ettikleri bilgiler doğrultusunda Raşel ismindeki meşhur kadını yakalamışlardı. Bu kadın ölüm korkusuyla birçok hainin ismini yumurtlamış ve İngilizlerin büyük bir taarruza hazırlandığını haber vermişti. Fakat bu arada gerçekleşen İngiliz taarruzu sebebiyle Filistin’i terketmek zorunda kalan Osmanlı ordusu birçok haini cezalandıramadığı gibi ağır yenilgiler almıştı.” (Hakikat Dergisi, Ağustos 2001, 95. sayı, sh: 40-41)
(Bugün dünyanın neresinde olursa olsun her bir yahudi MOSSAD’ın tabii bir üyesidir. Zengin ve etkin yahudiler MOSSADtarafından korunduğu gibi siyonist gayeye aykırı hareket edenler de -yahudi dahi olsa- MOSSAD’ın tabii hedefidir. Bilindiği üzere Türkiye’de de, Nesim Malki gibi yahudi zenginlerin öldürülmesi üzerine MOSSAD direk olaya müdahil olmuştur.)
Daha Birinci Dünya Savaşı sona ermeden İngilizler yahudilere Osmanlı’ya ihanetlerinin hediyesini hemen takdim etmişlerdi. Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Belfour, 1917 yılında Filistin toprakları üzerinde Yahudi devleti kurulacağı yolunda bir deklarasyon yayınladı.
İngilizlerin gerçek gayesini ve niyetini farkedemeyen Mekke Şerifi ile Ürdün’ün kurucusu Şerif Hüseyin’in ve bedevî Vehhabîlerin ihaneti eklenince bölge İngilizlerin eline geçti.
Evet Osmanlı’ya ihanet eden Araplar vardı. Ancak genel ve örgütlü bir Arap ihanetinden bahsetmek mümkün değildir, halbuki o yıllarda genel ve örgütlü bir yahudi ihaneti vardı.
İngiliz işgali ile başlayan ve İsrail Devletinin kuruluşuna kadar geçen sürede İngilizler yahudilere her türlü desteği verdiler. İşgal yönetimi, Yahudiler'in ''Vâdedilmiş'' olarak nitelendirdikleri bu topraklara yerleşebilmeleri için her türlü imkanı hazırladı. 1919'da Filistin'de Arapların sayısı, Yahudilerin 16 misliyken, 1947'de Yahudi sayısı ile Arap sayısı eşit duruma geldi. Bu arada kurulan silahlı yahudi terör örgütleri katliamlar yapıyor ve Filistinli Arapları göçe zorluyorlardı. Bunda muvaffak da oldular. Bugün Filistinli Araplar’ın milyonlarcası “Mülteci”dir. İsrail bunların topraklarına dönmesine -BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen- kesinlikle izin vermemektedir. Gazze, Batı Şeria, Ürdün ve Lübnan’da isimlerini sık sık duyduğumuz -Sabra, Şatilla, Cenin, Refah...- mülteci kamplarında şu anda 3. nesil Araplar hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.
Bu terör ve tedhişi göremeyen Türkiye gerek İsrail’i ilk tanıyan devlet olması, gerek yakın ilişkileri sebebiyle Arapların ve İslâm milletlerinin yüreğinde çok büyük bir yara açmıştır. Cezayir bağımsızlığına karşı Fransa’yı destekleyen de yine Türkiye olmuştu. O kadar büyük hatalar yapılmıştır ki, bugün İslâm dünyasında “Türkiye” denilince “İsrail’in payandası” akla gelen ilk sıfatımızdır. Araplarla Türklerin arasını açmaya çalışan İngiliz siyaseti büyük oranda muvaffakiyet sağlamış, bundan en büyük istifadeyi siyonist İsrail Devleti sağlamıştır.
Terörle Filistinlilerin yurtlarını elinden alan yahudiler bugün yaşanan hadiselerden de görüleceği üzere bu icraatlarını kurumsallaştırmışlar, “Devlet Terörü” haline getirmişlerdir.
İsrail’in defalarca oturduğu barış(!) masalarının mahiyeti dahi insanlara anlatılmıyor. Genel duruma göre bazen bazı şeyleri kabul ederek anlaşma imzalayan İsrail daima nihai anlaşmayı ileri bir tarihe erteler. Böylece zaman kazanır. Günü gelince de bu anlaşmayı tanımaz ve en baştan tekrar barış masasına oturmayı teklif eder. Bu hep böyle olmuştur. Sonra da karşı tarafı barışı kabul etmeyen taraf olarak lanse ederler.
Aşağıdaki haritada ve yapılan izahlarda da görüldüğü gibi İsrail ne Batı Şeria’dan ne de Golan’dan hiçbir şekilde çekilmeyi düşünmemektedir. Yıllardır bilinçli bir şekilde buralara yahudi yerleşimciler yerleştirilmiş, Filistinliler’in kaçmaları için sistemli şekilde her türlü baskı ve tedhiş uygulanmıştır. Kudüsün bir kısmından vazgeçmeyi akıllarından dahi geçirmemektedirler. Oslo anlaşmasına göre Filistin Devleti ilan edilmesi gerekirken bunu geciktirmiş, Kudüs konusunda yaşanan çıkmazda Türkiye gibi ülkelerin müdahaleleri işine gelmediği için Şaron’un 28 Eylül 2000 tarihinde Haremüşerif’i adamları ile işgal etmesi ile bugünkü süreç başlamıştır.
“Şaron’un şahsında bir genelleme yapılamaz” diyenlere söylenecek söz şudur: Miloseviç’in şahsında Sırplar hakkında ne kadar bir genelleme yapılabiliyorsa Şaronun şahsında da o kadar genelleme yapmakta hiçbir abartı yoktur. Almanlar Hitlerin faşist ideolojisini terkettikleri için Hitler’in şahsında tanımlanan bir genellemeden kendilerini sıyırmışlardır. İsrail siyonist ideolojiyi terketmedikçe başına kim gelirse gelsin bu genellemeden kurtulamaz.
Siyonist zihniyeti özetlemesi bakımından bir İsrail’linin bir Türk yazara gönderdiği elektronik postadaki şu ilginç cümleyi nakledelim: “Şaron'u biz getirdik. Şu an için böyle biri gerekiyordu. İşi bitince biz götürürüz. Barış kurbanı İzak Rabin'i, Barak'ı da biz seçmiştik. Yarın barış zamanı geldiğinde, barışı yapacak olanı seçmeyi de biliriz." (Güneri Civaoğlu, 9 Nisan 2002, Milliyet)
Evet lazım olduğu zaman Şaron’u seçmesini bilenler uygun ortamı bulduklarında yeni sürgünler, yeni katliamlar ve hatta soykırımlar yapmaktan çekinmeyecektir. Bu siyonist ideolojinin kendisinde var olan bir vakıadır.
Bütün dünyanın gözü burada olduğu için soykırım niyetlerini icra edemiyorlar, ancak hiç olmazsa bütün Filistinlileri canlarından bezdirip çekip gitmelerini sağlamaya çalışıyorlar.
Medya’nın ve bütün dünyanın gözü önünde bunları yapanların gözden ırak, haber uçmaz bir ortamda neler yapabileceğini hiç düşündünüz mü?
İsrail kuzeydoğusundaki Golan Tepeleri’ni, doğuda orta yerinde kalan Batı Şeria’yı, ve güneybatısındaki Gazze Şeridi’ni 1967 savaşindan sonra işgal etmiş, bir daha da geri çekilmemiştir. Bati Şeria ve Gazze’de tamamen Filistin yönetiminin kontrolüne bırakılan yerler Ramallah, Cenin gibi haritada siyah renkle gösterilen yerler ve mülteci kampları idi. Bu yerler arasında yolculuk yapmak isteyen bir Filistinli İsrail kontrol noktalarından geçmek ve izin almak zorundadır. Batı Şeria’daki beyaz bölgeler tamamen İsrail yerleşimcilerinin ve askerlerinin kontrolündeki yerlerdir. Gri renkli yerler Filistinlilerin yaşadığı ancak İsrail polisinin Filistinli polislerle birlikte denetlediği yerlerdir. Görüldüğü gibi bu son işgalden önce dahi Batı Şeria ve Gazze Şeridi bir açık hava hapishanesi gibidir. İsrail son işgalinde Filistin kontrolündeki bu siyah renkli bölgelere girmiştir. Cenin’de direnişle karşilaştigi için evleri buldozerlerle yerle bir etmiş, kadin, çocuk denilmeden yüzlerce Filistinli katledilmiştir. Golan’daki su kaynaklarının tamamını, Batı Şeria’daki su kaynaklarının %80’ini yahudiler kullanmaktadır. Golan Tepeleri kuzeyden güneye 71 km. doğudan batıya da en geniş yerinde 43 km. olan yüksek, bir düzine dağ silsilesinden oluşan, batıda Şeria Irmağı ve Taberiye Gölü, kuzeyde Cebel-i Şeyh (Hermon Dağı), doğuda Vadiü'r-Rukkad, güneyde de Yarmuk Irmağı ile çevrili olan bir yükseltidir. Suriye’ye ait olan çok önemli ve stratejik bu topraklar 1967 Savaşi'ndan bu yana Israil'in işgalindedir. Bölgenin arazi yapisi Israil'in Suriye ile olan sinirini kolayca gözetlemesine, gerektiginde savunmasina imkan veriyor. Güney Golan'daki Yarmuk ve Rukkad irmaklari tank ve zirhli araçlarin geçişlerini önleyen, piyadenin geçişini de çok zorlaştiran tabii bir engeldir. Bu sayede Israil, Golan'in bu bölümünü az sayidaki gözetleme kuleleri ve sinir karakollariyla kolayca koruyabiliyor. Dogu ve kuzeyde uzanan daglar da Israil'e çok kiymetli bir savunma ve gözetleme hatti sagliyor. Daglarin zirvesindeki radar üsleri Suriye'yi sürekli gözlem altinda tutuyor. Şam buradan 50 km. var yok. Şam’da açık bir havada bu tepeler çıplak gözle görülebiliyor. Bunun yanında İsrail suyunun yüzde 30'unu Golan’dan sağlıyor. İsrail burada 80 kilometrekarelik bir alanda tarım yapıyor; limon, portakal, elma, üzüm, sebze-meyve yetiştiriyor. |
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Daimi beş üyesinin birincisi ABD’nin İsrail’i korumak için kullandığı veto sayısı bu konsey üyeleri tarafından kullanılan bütün vetoların toplam sayısından fazladır. Bu garip gerçeğe rağmen İsrail aleyhine alınmış 69 BM Güvenlik Konseyi kararını İsrail uygulamamakta, BM’ye meydan okumaktadır. Bu kararları ABD’nin veto etmemesinin sebebi ise İsrail’in uymaması durumunda zor kullanılacağı tehdidi içermemesidir.
ABD’nin sınırsız himayesine mazhar olan bu ülke; Mısır’da bir ABD diplomatik temsilciliğini havaya uçurmuş, bir ABD gemisine uluslararası sularda saldırarak 33 ABD askerinin ölümüne, 177’sinin yaralanmasına sebep olmuş, ABD gizli belgelerini çalmak ve Rusya’ya vermekten suçlu bulunan Jonathan Pollard isimli casusu vatandaşlığa alarak ABD başkanına onu affetmesi için baskı yapmış, ABD içindeki casusluk faaliyetleri FoxTV’ye konu olmuş bir ülkedir.
İsrail’in yaptıklarını başka bir ülke yapmış olsaydı, dünya haritasından silinmiş olurdu. Halbuki bu ülke sınırsız askeri yardımlarla öyle bir ödüllendirilmiştir ki, İsrail bugün Ortadoğu’da ABD silahlı güçlerine dahi kafa tutabilecek silah ve teknoloji ile donatılmıştır.
Evet özellikle ABD’nin akıl erdirilemez icraatları yukarıda izah edilenler ışığında değerlendirilirse dünyayı nasıl tehlikelerin beklediği görülecektir. Zira Avrupa dahi ABD’ye tavır almaya başlamıştır. Ancak yukarıda da söylediğimiz gibi küresel gizli güçler maskelerini çıkarmışlar, bayraklarını açmışlardır. “Ya hep ya hiç” denilebilecek bir süreç başlamıştır. Daha doğrusu küresel hakimiyet tesis edeceklerine öyle kanidirler ki, bütün dünyayı yakmayı göze almışlardır. Ateş Ortadoğu’da yanmaya başlamıştır. Belki duruma göre harareti düşecek, belki de düşmeden devam edecektir. Bütün dünyayı öyle bir ikrah ettireceklerdir ki, Hadis-i şerif’te haber verildiği üzere bunların yok edilmeleri için bütün dünya ülkeleri işbirliği yapacaktır.
Görüldüğü gibi hadise minik İsrail devletinin zulümleri ile sınırlı değildir. Gerek Ortadoğu’da yaşananları gerek küresel düzeyde bizi bekleyen tehlikeleri iyi tahlil edebilmek için özelde İsrail genelde dünya yahudilerinin niyetlerini ve emellerini iyi tahlil etmek icap etmektedir. Bu tahlilde bize en büyük yardımı dini kaynaklar yapacaktır. Nitekim yahudilerin kendi tarihlerini tanımlarken tamamen dini kaynaklara dayanmaları, ülkelerini kendilerine tanrı tarafından “Vâdedilmiş Topraklar” olarak telakki etmeleri sebebiyle Ortadoğu siyaseti konuşulurken dini boyut ister istemez öne çıkmaktadır.
Resulullah Aleyhisselâm Hadis-i şerif’lerinde kıyamete yakın bir zamanda büyük harplerin olacağını, müslümanlar büyük sıkıntı içinde iken Hazret-i Allah’ın Hazret-i Mehdi’yi ve İsa Aleyhisselâm’ı göndereceğini ve büyük harplerden sonra Hazret-i Mehdi’nin bütün dünyaya hakim olacağını haber vermişlerdir.
Kıyamet gününden önce yaşanacak büyük ve kanlı savaş Hıristiyan dünyasında Armagedon (Armageddon) diye bilinir.
Tevrat’ta da kıyametten önce Mesih’e tabi olan inananlar ile kâfirler arasında büyük bir savaş yaşanacağı, inananların büyük kayıplar vereceği ancak savaşı kazanacakları haber verilmiştir.
Haliyle Hıristiyanlar ve Yahudiler bu haberleri kendilerine yontmaktadırlar. Ancak Adem Aleyhisselâm’dan beri din İslâm olduğu için Hazret-i İsa ve Hazret-i Musa Aleyhimüsselâm’ın haber verdiği inananlar bugünün müslümanlarıdır.
Müslümanların küresel hakimiyeti kendi zorlama ve gayretleri ile gelen bir durum değil, şartların ve hiçbir insani değer tanımayan hegemonyacıların icraatlarının tabii bir sonucudur.
Bu hegemonyacıların gerçek niyetlerini bilen insanlar bunlara değişik isimler takmışlardır. Teksas üniversitesinde Uzay çalışmaları, Amerikan savunma politikası, stratejik silah sistemleri gibi konularda dersler veren, Hava Kuvvetlerinde uzun süre çalıştıktan sonra emekli olan Texe Marss yazdığı kitaplarla bu tehlikelere işaret ediyor. Bir cümlesi şöyle: “Dikkat çektiğim elit, Türkiye’yi, kendi petrol gündemleri ve Ortadoğu komplosu çerçevesinde bir kalkan olarak kullanmak istiyor. Nihai hedefleri Kudüs’teki Siyonist Yahudiler tarafından yönlendirilen dünya diktatörlüğünü kurmak.” (Yeni Şafak, 22 Nisan)
Kıymetli bilim adamı Oktay Sinanoğlu ABD’yi denetim altında tutan bu elit tabakaya “Küresel Kraliyetçiler” ismini uygun görüyor, her fırsatta Türk insanını uyarmaya çalışıyor ve bunların maşası “gizli cemiyet” üyelerine dikkat çekiyor.
Katolik Vatikan ve Ortadoks Fener Patrikhanesini ele geçiren ABD merkezli bu elit tabaka Protestan dünyadaki etkinliğinin yardımıyla çok büyük ve tehlikeli bir oyuna girişmiş bulunuyor. Gerekirse ABD’yi ateşe atmaktan çekinmeyen bu tehlikeli zihniyet Ortadoğu’da ateşi yakmıştır. Irak ve İran gibi ülkeler öncelikli hedeflerdir. Çünkü füze teknolojisi ve nükleer kapasitesi olan bu ülkeler İsrail’i gerçekten korkutmaktadır. Zira İsrail’in göbeğine düşecek bir nükleer silah ufak ülkenin az insanını tek seferde helak edebilir. Dolayısı ile ne yapıp edip bu ülkeleri ABD’ye vurdurmak istiyorlar. 5-10 milyon nüfusla 300-400 milyonluk bu coğrafyaya hükmetmek isteyenlerin ciddi ciddi nüfusta tenkisat yolları düşündükleri anlaşılıyor.
Bugün yaşanan bela ve musibetlerin tamamı Hazret-i Allah’a imanımızın olmayışından ya da zayıf oluşundan kaynaklanmaktadır.
Hazret-i Allah “Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120) buyurduğu halde Avrupa kapısında dostluk dilendiğimiz için Hristiyan Avrupa’nın şamar oğlanı olduk.
Bunun gibi Hazret-i Allah Kur’an-ı kerim’inde bize yahudileri tanıtmış ve onları lânetle anmıştır.
“Sen kendileriyle anlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar.” (Enfal: 56)
“İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün!” (Mâide: 13)
“İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun.” (Mâide: 82)
Hazret-i Allah bunları haber verirken insanlara mahsus kin duygusu ile mi hareket etmiştir? Hâşâ! Bilakis bize merhametinden bunları tanıtarak kendimizi korumamızı öğütlemiştir. Zira bunlar iflah olmaz bir itikata sahiptirler ve bu sebeple bütün dünyayı ateşe atacaklardır.
“Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar.” (Mâide: 13)
Hazret-i Allah’ın taktığı isimler ile; “Her defasında hiç çekinmeden anlaşmalarını bozan”, “Pek azı hariç daima hainlik yapan”, “Yeryüzünde durmadan fesat (harpler, sapmış inançlar) çıkartan”, “Müslümanlara insanlar içerisinde en şiddetli düşmanlığı yapan” bir milletle dost olanın ayakları dolaşır. Onların üzerindeki lanet ona da sirayet eder. Böylece insanların buğzu ona da bulaşır.
Hiç umulmadık anlarda hiç umulmadık hadiselerle, umulmadık şekilde bize yardım eden Hazret-i Allah’a güvenmek ve O’na iman etmek zorundayız. Yoksa lanetlenmiş olanlara gönderilen ateş bize de dokunur.
“Kim Allah’ı, onun Peygamber’ini ve müminleri dost edinirse, bilsin ki galip gelecek olanlar Allah’tan yana olanlardır.” (Mâide: 56)