İyi ve güzel insan olmanın ölçüsü; hakka, adâlete, insan onuruna, şahsiyete önem vermekten, Yaratıcı’mızın koyduğu kurallara uymaktan, insanlığın ebedî önderinin kişiye hayat bahşeden düsturlarına sıkı sıkıya bağlı olmaktan geçmektedir.
Bütünüyle dünkü tarihimiz insanlardan hayvanlara, cemiyetten kâinata kadar herşeyi en ince mesajlarla kucaklayan ihtişamlı bir devre ile gözler önündedir.
Yoksula, kimsesize, muhtaca, fakirlere, hastalara, yaşlılara, dul ve yetimlere yardım etmek, ihtiyaçlarını gidermek, el uzatmak, sıkıntılarına ortak olmak, dertlerini paylaşmak, sevinçlerini artırmak, ellerinden tutmak, kötülüklere bulaşmalarına mâni olmak dinimizin ve insanlığımızın bir gereğidir.
Küçüklerimize sevgi ve şefkat göstermek onların geleceklerini sevgi ocağında kurmalarına sebep olacaktır. Yaşlılarımıza gereken hürmeti, saygıyı göstermek, haklarına riâyet etmek, yaşlandığımız zaman bizim hürmet görmemize, saygıyla anılmamıza sebep olacaktır.
Atalarımız ne güzel söylemişler:
“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.”
Sevgi, saygı, insana hürmet bizim dinimizin bir emridir. Sevgide kusur gösteren sevgiden mahrum kalır. Saygısızlığı şiar edinen bedelini ağır öder. Şu hadiseyi dikkate alırsak dünya saâdetini, ahiret selâmetini kazanmak uğruna yapacağımız çalışmalarda mesafe katedeceğiz demektir.
Hediye Hanım, yaşlanmış artık “Nene” olmuştu. Elden ayaktan düşecek kadar beli bükülmüş, elinden tutulması gereken sevimli, şirin, dünya tatlısı bir anacık olmuştu. Hasta olmasına rağmen yarım asırdan fazladır bir yastığa baş koyduğu kocasını hastanede ziyarete gitmeye karar vermişti. Ne olur ne olmaz ölümlü dünyada yaşıyordu. Gider göremez, bulamazdı. Allah gecinden versin ya gidiverirse.
Sabah erken kalktı, abdestini alıp, “Bismillah” deyip nice zamandır başını süsleyen oyalı boncuklu atkısını başından omuzlarına kadar atarak evinden çıktı. Hastaneye gidecekti. Minibüs durağına kadar geldi. Baktı ki her zamankinden daha kalabalık ve uzunca bir insan kuyruğu oluşmuş. Havalar insanı üşütecek kadar soğuk. Yaklaştı ürkek adımlarla kalabalığa selâm verdi hafif sesle.
– “Acaba, bana sıranızda yer verebilir misiniz? Hastaneye gideceğim de!”
– “Buyur, geç anacığım!” dedi sıradaki insanlar.
Yaşlı genç, kadın erkek. Bir yığın insan vardı. Minibüsler sıra ile dolup gidiyorlardı. Herkes bu yaşlı tatlı nineye iyilik yapmanın huzurunda idiler. Birinci minibüsten sonra ikinci sıraya girdiğinde tam binecek iken bir grup değişik kılıkta, kulakları küpeli, saçları enselerinden bellerine kadar inen, kolyeli, zincirli genç cümbür cemaat minibüse doluştular. Nene, sıranın kendisinde olduğunu söylediyse de dinletemedi.
– “Kuzularım! Sırayı ben almıştım.”
– “Ne sırası anam! Baksana biz de sıra sırayız.” dediler kahkahalarla.
– “Bakın, diğerleri de sıradalar. Hakkınıza râzı olmaz mısınız?”
– “Bak şuna lan! Haktan bahsediyor. Hangi ülkede yaşıyoruz. Hak, Hakkari’de! Git hakkını orada ara...” dediler.
Cümbür cemaat atladılar minübüse. Şoför bir kaç kelime söylemek istediyse de paranın tadından ses çıkaramadı.
– “Hadi koçum, gazla, sür...” dediler. Eksoz dumanları ortalığa yayılarak girdiler yola.
Hediye Nene, biraz daha üşümüştü. Derinden bir nefes alıp, “Hakkı Hakkari’de ara!” diyen bu zavallı gençlerin arkasından neler dedi bilinmez. Siyah duman çıkaran minübüse gözden uzaklaşıncaya kadar üzüntüyle bakakaldı. Gelene bindi, karmakarışık düşüncelerle. “Ya hastaneye geç kalırsam!” diye üzüldüğü belli idi. Zamane gençlerinin bu tavrı onu derinden incitmişti. Ağlamaklı olmuştu.
Gelen gidiyordu. Herkes gelecek ve gidecekti. Bindiği minibüs itina ile yol alırken herkes ayrı duyguların, ayrı dünyaların içinde yaşıyordu. Kim ne ile meşguldü?Nereye gidiyorlardı?Her insan ayrı dünya idi. Daha hastaneye epeyce yol vardı. Biterdi ama “Ahh! Bir de geç kalırsa!” İçini bir heyecan dalgası sarıvermişti Hediye Nene’nin.
Bir müddet gittikten sonra yolları üzerinde bir kalabalık gördüler. Bu şehir, koca ülkeyi, bütün bölgeleriyle içinde barındırıyordu. Taşı toprağı altın diye biliniyor, herkes buraya akın ediyordu.Bu şehir başka bir âlemdi. Her ilden, her bölgeden, hel dilden, her dinden insana rastlamak mümkündü. Burası şehirler incisiydi. Altın kolye gibi mavi kıvrımlı boğazıyla, yedi zümrüt tepesiyle, yatırları, çeşmeleri, sebilleri, hanları, camileri, türbeleri, bağları, hisarları, çığlık atan martıları, sokaklardaki kedileri, köpekleri, kaldırımları, caddeleriyle bu şehir övülmüş, sevilmiş bir şehirdi. Bir gören hayran, bir de onu terkeden. Gelen pişman, giden pişmandı. Trafiği de anormal derecede insanı rahatsız ediyordu. Polis ordusu bile üstesinden gelemiyordu.
Barikat kurulmuştu yola. Baktılar. Biraz önce cümbür cemaat gençlerin bindiği minübüs Hakkari plakalı bir kamyonun altına girivermiş. Şoför ve gençler ölüvermişler. Arka sıralardaki bir kaç yolcu ağır yaralanmış, onları da ambülans hastaneye götürmek için sirenlerini çalarak yetiştirmeye çalışıyordu. Kamyona birşey olmamış.
– “Ne hakkı, hak Hakkari’de” demişlerdi.
– “Hastaneye gideceğim!” demişti, inanmamışlardı, bu ihtiyar Neneye. Gereken ilgiyi, sevgiyi, hürmeti göstermemişlerdi.
– “Bize ne senin hastanenden!” demişlerdi.
Nenenin hakkı Hakkari plakalı bir kamyonun altında canlarından olmaları pahasına alınmıştı. Haksızlık eden muhakkak cezasını görecektir. Hakka uyan mükâfatını alacaktır. Dünya, eskilerin dediği gibi; “Etme, bulma dünyası”dır.
Başta Hediye Nene olmak üzere arabadaki herkes hem üzülmüşler, hem de bu işe şaşırmışlardı. Bazı işlerin karşılığı ne çabuk görülüyordu. Her işi görüp gözeten, düzenleyen, hesapları gören bir Allah var. İlâhi adâlet hemen tecelli etmiş, bu yaratılışlarından uzak hayat süren gençlerin yaptıklarının hesabı çabuk görülmüştü. Bu, dünyada karşılaştıklarıydı, ya ahiretteki durum? Orasını Allah bilirdi.
Siz siz olun, sakın kimseye kötülük yapmayın, kötü sözler söylemeyin.
Kötülüklere karşı gücünüz yettiğince mücadele edin, karşılığını yalnızca Yüceler Yücesi Cenâb-ı Hakk’tan bekleyin.
Haksızlık edenin yaptığı mutlaka karşısına çıkar, hem de “Aheste aheste...”
Ne olurdu sanki biraz geç gitseler, sıralarını bekleseler, haklarına riâyet etselerdi.
“Haksızlık eden, haksızlık görür.” “Acele eden, ecele gider.” Bu hususlar aslâ unutulmamalı, hatırdan çıkarılmamalıdır.