Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Sömürgeciler “İşgal”i Tamamlamak Üzere - Ömer Öngüt
Sömürgeciler “İşgal”i Tamamlamak Üzere
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Mart 2002

 

Sömürgeciler
“İşgal”i Tamamlamak Üzere

 

Türkiye ekonomisi öyle bir noktaya geldi ki, bugünkü yıkıcı düzenin devam etmesi halinde bizi çok daha büyük yıkımlar ve tahribatlar beklemektedir.

Bu durum ABD’nin savaş tamtamları ve Türk medyasının dezenformasyon faaliyetleri arasında yine gözlerden kaçmaktadır.

 

Savaş Rüzgârları:

Burada ABD hakkında bir parantez açalım. Zira bu ülkedeki güç dengeleri bütün dünyayı ve özellikle Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir.

Enron isimli 80 milyar $’lık enerji devinin iflası ikinci bir ikiz kule vakasıdır. Birincisinin ABD içi ve dışı iki boyutta etkisi vardı. İkincisi ise özellikle ABD içi dengeleri kökünden sarstı. Bush yönetimi gizli konseyin taleplerine direnemez duruma geldi. Tabir caizse birileri Bush yönetimine “gem”i taktı.

İsrail politikalarına karşı en uzak ABD yönetimi olması beklenen yönetimdeki ağız değişikliğini bilmem farkettiniz mi? Arafat’ı gözden çıkaran eli kanlı Şaron’a tam destek vermeye başladılar. Irak,İran diye devam eden şer mihveri ilan ettiler. Realiteden, adaletten, iyi niyetten uzak bu politikalar karşısında AB ülkeleri bile açıkça tavır koyma ihtiyacı hissetti.

Bu işin sonunun nereye varacağını dergimizi takip edenler biliyorlar. Değil Irak, İran ve Ortadoğu Arap’larını dolayısı ile Türkiye’yi de zor günler beklemektedir. Hatırlarsanız yahudiler, ABD ziyaretinde Başbakan Ecevit’e bir boynuz hediye etmişlerdi. Ecevit’in büyük bir keyifle teslim aldığı bu hediye(!) yahudilerin en son Arap-İsrail savaşında ortaya çıkardıkları savaş ve zafer borusundan başka bir şey değildi.

 

Ekonomiyi Yıkma Programı:

Askeri ve siyasi bakımdan zor günlerin yaklaştığı bu günlerde ekonomik bir savaşın kaybeden tarafı konumundayız maalesef.

Türkiye’ye bu yıkıcı ekonomik düzeni dayatan IMF’dir, IMF’nin arkasındaki hegomonik sistemdir. Bu düzenin uygulayıcıları ise gaflet (ve ihanet) içerisindeki işbirlikçilerdir.

“Borç döndürmek” bir başarı olarak takdim edilmektedir. Halbuki bu dönme öyle bir dönmedir ki, bir çığ gibi döndükçe büyümektedir. Bu “dönme” durdurulmazsa altında kalmamız kaçınılmazdır.

2001 yılının Ocak ayında International Financial Review adlı ekonomi dergisi tarafından 28 dalda tesbit edilen ekonominin en iyileri ödül töreninde, Türkiye’ye “En iyi borçlanan ülke” ödülü verilmişti. Bu taltifi(!) kapmaya koşa koşa giden Hazine müsteşarımız ödülünü ünlü bir İngiliz “komedyen”in elinden aldı. Ve bildiğiniz gibi çok geçmeden büyük bir kriz yaşadık.

IMF tarihinin en büyük kredi (borç) çeken ülkesi olan Türkiye artık 10’ar milyar 10’ar milyar borçlanıyor, bu sene de bu ekonomi dergisinden aynı ödülü almayı fazlasıyla hakettik.

Türkiye öyle bir borç cenderesine düşmüştür ki, vadesi gelen borçlarını ödeyebilmek için ya yeniden IMF’den borç almak zorundadır ya da borçlarını erteleyebilmek için IMF ile Stand-by anlaşması imzalamak zorundadır. Bu sebeple Türkiye’deki yanlış ekonomik uygulamaları ve IMF’nin dayatmalarındaki tutarsızlıkları gören vicdanlı bir kısım ekonomi yazarı bu yanlışlara işaret etmekle beraber IMF’siz çözüm de tavsiye edemiyorlar.

Ancak gelinen noktada radikal kararlar alınmak ve IMF’siz çözümler icra edilmek zorundadır. Zira borçlarımızın katlanarak çoğalması bile başlı başına büyük bir facia iken, her borç alışımızda ismi “niyet mektubu” olan tavizler vaad ediyor, 20. yy.ın emperyalizme karşı milli mücadalesinden zaferle çıkmış ilk ülkesini ellerimizle adım adım sömürgecilere teslim ediyoruz.

 

ABD, Ne Kadar ve Niçin Yardım Eder?

Aşağıda Nelson A. Rockefelller’in 1956 yılında ABD Başkanına yazdığı uzun mektubun bir bölümü bulunmaktadır. Rockefeller ülkeleri üç gruba ayırdığı mektubunda şunları yazıyor:

“Sevgili Başkanım,

...Birinci gruba; bizimle dost olan ve bize uzun süreli, sağlam askeri paktlarla bağlanmış olan antikomünist hükümetlerin iktidarda olduğu ülkeler girer. Bu ülkelere yapılacak yardımlar ve açılacak krediler öncelikle askeri nitelikte olmalıdır. Oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur. Bu noktada Dışişleri Bakanlığı ile aynı fikirdeyim, genişletilmiş iktisadi yardım, örneğin Türkiye’ye, bazı hallerde düşünülenin tersi sonuçlar verebilir. Yani bağımsızlık eğilimini arttırıp, mevcut askeri paktları zayıflatabilir. Bu tip ülkelere -Türkiye gibi- doğrudan doğruya iktisadi yardım da yapılabilir, ama bu ancak bize uygun ve bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve bize düşman muhalifleri zararsız bırakacak biçim ve miktarda olmalıdır.

Bunlarla ilişkili olarak özel sermaye yatırımlarını da ayarlamak gereklidir. Hükümet, özel sermaye yatırımlarını cesaretlendirmeli ve onlardan akıllıca yararlanmasını bilmelidir. Bu yatırımlar yardımıyla birçok politik amaca ulaşılabilir. Bu tip özel sermaye yatırımları, zamanla bütün gayri meşru muhalefeti ve politikamıza karşı mukavemeti ortadan kaldırabilmeli veya nötralize edebilmelidir. Ayrıca bizi desteklemekte kararsız ve sallantılı olan bütün şahsi teşebbüs ve menfaat çevrelerini etkilemelidir. Aynı zamanda ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardım arttırılmalı ve böylece bu işadamlarının, ilgili ülkenin ekonomisinde kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak politik etkilerinin artması sağlanmalıdır.” (Bkz. Mehmet Emin Değer, “Oltadaki Balık Türkiye”, shf: 344)

 

IMF, Sömürgecilerin, Küresel Tekellerin Taşeronluğunu Yapıyor:

IMF politikalarının arkasında Rockefeller gibi insanlar vardır. Aslında ABD politikalarının arkasında da bu tür insanların oluşturduğu bir komite bulunmaktadır. Özellikle finans ve ekonomi dünyası bunların tekelindedir. Latin Amerika’nın yok edilmesinde, Asya’daki, Türkiye’deki krizlerde bu tekelin katkısı büyüktür.

IMF uluslararası ekonomik tekellerin sömürge politikalarını uygulamaktadır.

Mesela bir tütün yasasıdır gidiyor. IMF’nin derdi nedir? Millet olarak bu zıkkımı tüttürüyoruz. 2001 yılında 2.777 katrilyonu tüttürdük, 1.18 katrilyonluk da içki zıkkımlandık. İkisinin toplamı gayr-i safi milli hasılanın neredeyse %3’üne denk geliyor.

Ona keza şeker de böyledir. Dünyanın 11. şeker üreten ülkesiyiz, ancak aynı zamanda 8. şeker tüketen ülkesiyiz.

Yeni bir petrol yasası çıkartıyoruz. Yabancıların ülkemizde toprak almalarına izin veriyoruz. Tahkim yasasını çıkartalı çok oldu.

Kâr eden bütün stratejik kurumları (Telekom, THY), bor gibi stratejik madenlerimizi satmamız isteniyor, “Emriniz başımız üstüne!” diyoruz.

Sadece “Bor” meselesi tek başına başlı başına küresel tekellerin niyetini ortaya koymaya yeten bir katalizör gibidir:

Bor Madenleri,

Rio Tinto ve John Taylor:

Geçtiğimiz aylarda ABD Hazine Bakan Yardımcısı John Taylor Türkiye’ye geldi. Özellikle özelleştirme yasasıyla yakından ilgilenen Taylor’un geçmişi ne gibi tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Hükümetteki görevinden önce dünya bor piyasasına egemen olan Dodge&Cox ve Rio Tinto Holding’in yönetim kurulu üyesi ve bu şirketlerin sermaye ilişkilerini kontrol eden kişi olan Taylor’ın ziyaretinin arkasında bor lobilerinin istekleri yatıyor. Taylor’ın yöneticilik yaptığı Dodge&Cox’un, dolayısıyla Rio Tinto’nun Rohm&Haas, Ford, General Motors ve Motorola ile de ortaklık ilişkileri var. Rivayete göre yakıt olarak bor kullanan bir otomobil yapan Dodge, Türk borlarının özelleştirilmesini beklemektedir. Borun devletleştirildiği 1978 yılından önce Rio Tinto, Türk Borax adlı firması aracılığıyla, Türkiye’deki bor madenlerinin yüzde 80’ini işletirken, bugün ise Anatolia Mineral Development Ltd. eliyle Türkiye’deki altın, gümüş, bakır, çinko aramasını da elinde bulunduruyor. Merkezi Avustralya’da bulunan Rio Tinto Ltd.’nin bir alt kuruluşu da Türkiye’nin, özellikle Bergama köylülerinin yakından tanıdığı eski adıyla Eurogold olan Normandy şirketi. Rio Tinto dünya maden üretiminde yüzde 12.5’luk payıyla birinci sırada yer alıyor. Aynı sermaye grubuna ait olan Owens Corning ile Rio Tinto, Eti Holding’in hem rakibi hem de en büyük müşterisi. Yine Fransa’daki tesislerinde hammadde olarak Türk borlarını kullanan US Borax, Rio Tinto’nun Londra kolu Rio Tinto Plc.nin alt kuruluşu olan Kennecott Holdinge bağlı ve sermayesinin yüzde 100’ü Rio Tinto’ya ait bir firma. Rio Tinto’nun ortaklık yapısındaki ilginçlikler bununla sınırlı değil. Şu anda Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı bankaların neredeyse tamamının bu tekelde hissesi bulunuyor. Chase Manhattan ile J.P. Morgan’ın birleştiği, Citicorp’un, Salomon Smith Barney, Citibank ve ABN Amro’ya sahip olduğu, HSBC’nin de aynı sermaye grubundan olduğu, Deutschebank’ın da sözkonusu bankalarla birlikte hareket ettiği dikkate alındığında ülkemizde yaşanan hadiselerin boyutları daha iyi anlaşılıyor.

Görüldüğü gibi IMF Türkiye’de işe yarıyacak ne varsa sömürgecilere teslim etmeye çalışmaktadır. Bu ekonomik sömürünün haliyle bir de siyasi boyutu bulunmaktadır.

Türkiye’de bazı kalemler Türkiye’nin ABD için çok önemli olduğunu ABD’nin yolsuzluklara artık müsade etmeyeceğini, dolayısı ile bu hükümetin ayakta kalamayacağını düşünüyor ve büyük keyif duyuyorlardı. Ancak hırsızlar aklanmaya, hapisten kurtulmaya, yolsuzluk dosyalarında ismi geçen insanlar TÜSİAD yöneticiliğine devam ediyor. IMF’nin bu durumdan rahatsız olduğuna dair bir şey duydunuz mu? Derviş’in bu konudan rahatsız olduğunu duydunuz mu?

Bilakis kendi adamlarına dokunan yerde IMF ve Dünya Bankası aracılığı ile müdahalede bile bulunuyorlar:

“...Peki şimdi son soru; Dünya Bankası ve IMF, 'Kamunun Yeniden Yapılandırılması, Küçültülmesi İyi Yönetişim' konusunda niyet mektubunda hükümetten taahhüt aldı mı? Aldı. Bu konudaki Bakanlar Kurulu kararnamesi imzaya açıldı mı? Açıldı. Bu çerçevede Maliye Teftiş Kurulu'nun 'iç denetim' yapması, 'dış denetim'e bulaşmaması isteniyor mu? Evet. AB'nin hazırladığı 'Türkiye'nin AB Katılım Sürecine İlişkin 2001 Yılı İlerleme Raporu'nun 88'inci sayfasında, 'Mali Kontrol' başlıklı bölümde ne deniliyor biliyor musunuz? Söyleyelim; 'Türk Kamu İç Mali Sistemi kaçakçılığı, yolsuzluğu, diğer kanunsuzlukları önleyici nitelikte değildir. Kamuda denetim birimlerinin (teftiş kurullarının) sayısı 129 olarak bildirilmektedir. Mali Müfettişler Kurulu'nun (adını bile yanlış yazmışlar, Maliye Müfettişleri denilmek isteniyor) Uluslararası Denetim Enstitüsü standartlarına uygun bir şekilde faaliyette bulunmasının temin edilmesi gerekmektedir. Türkiye, iç denetimi Maliye Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak, merkezi bir birim tarafından yerine getirecek şekilde durumu yeniden değerlendirmelidir. (Yani Maliye Teftiş Kurulu, bakanlığın iç denetimini yapsın, böyle yolsuzluk, soygun, vurgun işleriyle uğraşmasın, standartlara uysun demek istiyorlar). AB, IMF, Dünya Bankası Maliye Teftiş Kurulu'ndan, ya da diğerlerinden (Başbakanlık Teftiş Kurulu hariç) niye rahatsız dersiniz? Bu operasyonların güzide işadamlarını, bürokratları, kimi siyasetçileri incittiği, bileklerine kelepçe vurulduğu, 'onurlarıyla' oynandığı için mi? Ya da, yapılan bu operasyonlarda elde edilen kimi bulguların, bazı AB üyesi ülkelerin de işin içinde olduğu, bazı terör örgütlerine, kimi yasadışı faaliyetlere vakıflar veya başka yollardan kaynak, finansman, destek sağladığı bulgularına ulaşılmaya başlandığı için mi? Veya 'yeniden yapılandırılmak' istenilen bu devlette kimilerine göre 'hala devletin muhafazası, devletin, devlet gibi olmasını savunanların var olması, üstelik de bunların 123 yıllık bir gelenekten gelmelerinin' yarattığı rahatsızlıkdan ötürü mü? Sorular çok, yanıtlar bekleniyor...” (Zülfikar Doğan, 26 Ocak 2002)

 

Döviz Krizleri:

Bizim gibi ülkeler yeterli döviz bulamadıkları zaman, döviz borçlanmak zorundadır. Bu da kriz demektir. Döviz krizleri beraberinde hep ekonomik krizler getirmiştir. Sağlıklı bir döviz yapısı için üretim ve ihracat şarttır.

2001 yılında pozitif tek ekonomik gösterge “Cari İşlemler Dengesi”nin fazla vermesiydi. Ancak dolar kurunun düşürülmesi ve bu sene için dayatılan IMF direktifleri sayesinde bu denge de yeniden aleyhimize dönmeye başlamıştır.

IMF döviz gelirlerimizi artırmak için bize yardımcı olmamaktadır. Bilakis iç tüketimimizi kendi imkanlarımızla karşıladığımız sektörler IMF marifetiyle dışarıya bağımlı hale getirilmektedir. Daha açık bir dille ülkemiz sektör sektör sömürgeleştirilmektedir.

Halbuki yerli üretimle karşılanabilecek bir ürünün -daha ucuz olsa dahi- dışarıdan gelmesi dövize ihtiyacı olan Türkiye gibi ülkelerin aleyhine bir durumdur. Üstelik bu cazip Türk pazarını ele geçirmek ve sömürgeleştirmek için tarımımız, endüstrimiz, milli varlıklarımız yok edilmektedir.

 

Türk Parasını Ortadan Kaldırma Planları:

Uluslararası ekonomi dergisi Forbes Magazine’in kurucusu Steve Forbes bu dergide yazdığı bir makalesinde IMF politikalarının Arjantin’i yıkıma götürdüğünü ve şimdi de sıranın Türkiye’ye geldiğini söyleyerek ABD yönetimini eleştirmiş, böylece bizi okşadıktan sonra "Türkiye kesinlikle dolara geçmeyi düşünmeli. Geçen yıl başlarında IMF’nin, Türk Lirası’nda yol açtığı yıkım, ülkenin ekonomisine çok büyük zarar verdi" diyerek Türkiye’yi yönlendirmeye çalışmıştır.

Derviş’in de Euro’ya geçmeyi önümüze hedef olarak koyması insanı düşündürüyor. AB’ye girmeden Euro’ya girmek ikinci bir gümrük birliği faciası demektir.

Yabancı bir para birimini ulusal para yerine koymak sömürgeleştirme faaliyetlerinin önemli bir halkasıdır. Zayıf ekonomiler güçlü ekonomilerin parasını kullandığı zaman bağımlılık kaçınılmaz bir sondur.

 

IMF’nin Ülkeleri Yıkıma Götüren Dört Aşamalı İcraatı:

IMF’ye muhalefeti ile tanınan Stiglitz dünya bankasında üst düzey yöneticilik yapmış birisi olarak öteden beri Türkiye gibi ülkeleri uyarmaya çalışmaktadır. 'IMF's four steps to damnation' başlıklı yazısı 29 Nisan 2001'de yabancı gazetelere konu olmuş ancak tahmin edeceğiniz gibi Türk basınında bir yankı bulmamıştı.

Stiglitz bu yazısında IMF'nin izlediği politikaların bir ülkeyi nasıl “dört adımda yok ettiğini” anlatıyor.

1) Özelleştirme

2) Sermaye Piyasalarının Liberalleştirilmesi: Stiglitz bu aşamanın ülkeyi sıcak para döngüsüne soktuğunu, yabancı sermayenin (uluslararası tefeci parası) ilk krizde dışarı kaçtığını ve ülke rezervlerinin bir iki gün içinde kuruduğunu, bunun üzerine spekülatörlerin gözlerini özkaynaklara diktiğini, IMF’nin faiz oranlarını yüzde 30'dan 50'ye ve 80'e arttırılmasını istediğini, yüksek faizin milli varlıkları yok ettiğini, ülke endüstrisini, üretimini tahrip ettiğini ve bu noktada IMF’nin üçüncü bölüme geçilmesini istediğini anlatıyor.

3) Piyasa Tabanlı Fiyatlandırma: Gıda, su ve gaz fiyatlarında takdire dayalı ayarlama Stiglitz’in deyimiyle ülkeyi üçbuçukuncu aşamaya getiriyor; şiddet..

(Burada gıda ve petrol fiyatlarının arttırılmasıyla Endonezya'da, su fiyatı yüzünden Bolivya'da, mutfak gazının yüksek fiyatı için de Ekvador'da gerçekleşen şiddet olaylarını örnek vererek anlatıyor.)

4) Serbest Ticaret: Dünya Ticaret Organizasyonu ve Dünya Bankası'nın uyguladığı serbest ticaret “Afyon savaşları'na benzemektedir. 19. Yüzyılda Avrupa ve Amerika, Asya'daki satışlara ambargo koyarlardı. O yıllarda askeri barikatlar kurulurdu. Şimdi ise Dünya Bankası kullanılıyor. Bu bazen etkili yöntemlerle, bazen de ölümcül metotlarla oluyor.”

 

Bu Gidiş Durdurulmak Zorundadır:

Bürokrasinin direnişi sayesinde özelleştirme ve iç piyasanın dünya tekellerine açılması gayretleri 2001 yılında bir nebze durdurulabilmiştir.

Ancak bu gidişe dur denilmezse uluslararası tekellerin yerli işbirlikçileri sayesinde 2002 yılında büyük oranda emellerine ulaşmaları kuvvetle muhtemeldir.

Her istenen kanunu yangından mal kaçırır gibi çıkartan, daha cumhurbaşkanının onaylamadığı kanunda değişiklik yapmak için IMF’ye söz veren beceriksiz, gafil ve daha pek çok sıfatı haiz insanların işgalindeki bir yönetimle bu gidişe dur dememiz mümkün değildir.


  Önceki Sonraki