Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
MAKALE - Nurlu Sohbetlerin Feyz Ve Bereketi - Ömer Öngüt
Nurlu Sohbetlerin Feyz Ve Bereketi
MAKALE
Misafir Yazar
1 Şubat 2002

 

Nurlu Sohbetlerin Feyz Ve Bereketi

 

Halil İbrahim Emre


Hakk Celle ve Alâ Hazretleri din olarak İslâm’ı seçip beğenmiş; sırat-ı müstakim olan yolunu bildirmiş, bu yolu ayırmış ve seçmiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in izi üzerine olan yol yoldur. Yani yol Allah ve Resul’ünün yoludur. Diğerleri hepsi bâtıldır.

Nur onun yolundadır, feyz onun yolundadır, hayır onun yolundadır, bereket onun yolundadır. Çünkü âlemlerin Rabb’inden Cebrâil Aleyhisselâm vasıtasıyla biricik Habib’ine gelen nur-i ilâhi’ler, Resulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla da Ashâb-ı kiram’ına, ashâbtan tabiine, tabiinden de tebe-i tabiine nurlu silsile vasıtasıyla günümüze kadar gelmiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Mescid-i nebevi’nin arka sol köşesindeki hurma dalları ile örtülü bir gölgelikte ashâbını nurlu sohbetleriyle yetiştirdi. “Suffe” adı verilen bu yerde yatıp nurlu sohbetleriyle yetişenlere de “Ashâb-ı Suffe” adı verilmiştir.

Ashâb-ı suffe’nin çoğu fakir kimselerdi. Fakat fakir ve muhtaç olmalarına rağmen hiç dilenmezlerdi. Karınları çoğu zaman aç amma gönülleri toktu. Resulullah Aleyhisselâm onların ihtiyaçlarını herkesin ihtiyacından önce düşünür, tâlim ve terbiyeleriyle yakından ilgilenirdi.

Ashâb-ı suffe dâima mescidde bulunurlar, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in huzur-u saâdetlerinden ayrılmazlar, dinin bütün inceliklerini öğrenmeye çalışırlar, gecelerini ibadetle, Kur’an-ı kerim okumakla geçirirlerdi. Çoğu zamanda oruçlu bulunurlardı. Resulullah Aleyhisselâm tayin ettiği muallimlerle de Ashâb-ı suffe’ye Kur’an-ı kerim öğretir dini bilgiler verirlerdi.

Bir çok Hadis-i şerif’ler onların sayesinde günümüze ulaşmıştır. En çok Hadis-i şerif rivayet eden Ebu Hureyre -radiyallahu anh- bunlardandı. Resulullah Aleyhisselâm’dan hiç ayrılmaz, söylediklerini can kulağıyla dinler ve bellerdi. Hele Resulullah Aleyhisselâm’ın duâsına nâil olduktan sonra her işittiğini taşa yazar gibi beller olmuştu.

Ashâb-ı kiram vasıtasıyla alınan nûr-i ilâhi’nin feyizli nur kaynağı Pirân-ı izam Efendilerimizden nurlu silsile yoluyla bugüne kadar süre gelmiştir. Bu nurlu sohbetlerin hayır, bereket ve feyzi nur menbâından gelir. O nurlu sohbetler o nurun sünnet-i seniyesidir. Onun bize nurlu mirasıdır. Çünkü o nur ashâbını güzide nurlu sohbetleriyle yetiştirdi. Sohbetlerindeki feyzin kaynağı odur. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in sohbetleri esnasından meydana gelen şu olay nurlu sohbetlerin feyz ve bereketi ile yüz çevirenlerin durumunu bize çok güzel anlatıyor.

Ebu Vakıd Leysi -radiyallahu anh- diyor ki:

“Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir gün sahabilerle birlikte sohbet ederken üç kişi içeri girdi.

Birincisi sohbet halkasında boş bir yer görerek oraya oturdu.

İkincisi sohbet halkasının arkasında oturdu.

Üçüncüsü de geri dönüp dışarı çıktı.

Peygamberimiz sohbetini bitirince sözü bu konuya getirerek şöyle buyurdu:

“Dikkat edin şimdi size az önce içeri giren şu üç kişinin durumu hakkında bilgi vereyim:

Birincisi: Allah’a sığındı ve Allah da onu himayesi altına aldı.

İkincisi: Cemaati rahatsız ederim diye Allah’dan utandığı için halkanın arkasında oturdu. Allah da onu hâyâ sahibi kullarına vereceği mükâfatla mükâfatlandırdı.

Üçüncüsü ise Allah’dan yüz çevirdiği için Allah da ondan yüz çevirdi.”

Lokman Aleyhisselâm oğluna verdiği öğütlerin bir yerinde şöyle diyor:

“Yavrum! Allah’ı zikreden bir cemaat görünce, onların arasına otur. Çünkü böyle yapınca, eğer âlimsen ilminin faydasını görürsün, eğer cahilsen onlardan bilmediklerini öğrenirsin. Olabilir ki Allah onlara rahmetini indirir de onların üzerine inen rahmetten sen de pay alırsın.

Buna karşılık Allah’ı zikretmeyen bir grup görünce onların arasına oturma. Yoksa, eğer âlimsen ilminin faydasını göremezsin. Eğer cahil isen daha da sapıtırsın. Ayrıca olabilir ki, onlara Allah’ın musibeti iner de sen de onlarla birlikte helâk olursun. Bu musibete sen de ortak olursun.”

Bazı arkadaş zehir gibidir. Bazı arkadaş ilaç gibidir. Bazı arkadaş ekmek gibidir. Zehir gibi olan yakaladığı an arkadışını küfür sebebiyle zehirler. Çünkü o küfürdedir. İlaç gibi olan ise nasıl hasta olan insanın belli bir dozda doktorun belirlediği ölçüde ilaç alması lâzım geliyorsa, gereğinden fazla ünsiyet etmemek lâzım gelir. Nasıl dozundan fazla alınan ilaç fayda yerine zarar verirse bu gibilerle fazla oturup kalkmak zararlı olabilir. Yanlarında hak söz çıktığı müddetçe oturmak lâzım, dünyalık bahsetmeye başladığı zaman hemen ayrılmak lâzım. Çünkü daha fazlası fazla alınan ilaç gibi zarar verir. Çünkü hak söz bitti, halk sözüne geçti. Bir de ekmek gibi olanlar vardır ki onları Hazret-i Allah tohumun toprağa ekilip de başaklar verdiği gibi ekmiş ve bereketlendirmiş, onları sapla samanın ve başağın birbirinden ayrıldığı gibi ayırmış, çeşitli ibtilâlarla daneleri ayırmış ve onları ezerek un haline getirdiği gibi toz haline getirmiş, gün gelince su ile unun hamur olduğu gibi çeşitli tecelliyatlar ile yoğurmuş ve kızgın bir fırında ibtilâ güneşi ile pişirmiştir. Artık yenmeye hazır güzel bir ekmek haline gelmiştir. Onunla ünsiyet eden nasibi kadar nasibini alır, gıdalanır, onların feyz ve bereketiyle doyar. Onlar insanları hak sohbetleriyle nurlu sohbetleriyle nurlu yola, hak yoluna, ebedî saâdete çağırırlar, mânen insanları doyururlar.

Abdullah bin Mes’ud -radiyallahu anh- diyor ki:

“İyi arkadaş yanında misk bulunan kimseye benzer. Bu kimse eğer sana misk ikram etmese bile güzel kokusundan istifade edersin.

Buna karşılık kötü arkadaş da tıpkı körükçü gibidir. Elbiselerinin bir yerini yakmasa bile dumanından rahatsız olursun. (yani isi, pası üzerine siner.)”

“Âlimlerle düşüp kalkmak kişinin dini için merhem, bedeni için şereftir. Buna karşılık günahkârlarla düşüp kalkmak kişinin dini için yara ve bedeni için azaptır.”

Allah dostu bir âlimin yanına varıp nurlu sohbetlerine katılan kimse söylenenleri aklında tutmasa bile şu mazhariyete erer:

“İlmi öğrenenlerin elde edeceği fazileti kazanır.

Âlimin yanında oturduğu sürece günahlardan uzak durur.

Evinden çıktığı andan itibaren, üzerine rahmet iner.

Âlimin yanında kaldığı sürece onun üzerine inecek rahmetten kendisine de pay düşer.

Âlimin anlattıklarını dinledikçe amel defterine sevap yazılır.

Diğer arkadaşları ile birlikte melekler kendilerini hoşnutlukla kanatları altına alır.

Attığı her adım günahlarına kefaret, derecesinin yükselme ve sevaplarının artma sebebi olur.”

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-Efendimiz şöyle buyuruyor:

“İlmî bir sohbete katılmak üzere evinden çıkan ve Tihame sıradağları gibi günahları olan bir adam, katıldığı sohbeti idare eden âlimin sözlerini dinleyince kalbinde korku duyar da işlediği günahlardan dolayı pişman olursa, evine günahsız olarak döner.

İlmi sohbetlerden ayrılmayınız, çünkü ulu Allah yeryüzünde âlimlerin meclisleri kadar kendi katında değerli başka hiçbir yer yaratmış değildir.”

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-bir gün çarşıya girerek esnafa:

“Siz buradasınız, oysa Mescid-i nebevi’de Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in mirası bölüşülüyor.” diye seslendi. Bunun üzerine esnaf dükkanlarını bırakarak mescide koştu. Bir süre sonra geri döndüklerinde:

“Yâ Ebu Hüreyre, biz mescidde bölüştürülen bir miras görmedik.” derler.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-onlara:

“Peki orada ne gördünüz?” diyor sorar.

Esnaf da:

“Allah’ı zikreden ve Kur’an okuyan bazı kimseler gördük.” dediler.

Bunun üzerine onlara:

“İşte Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in bıraktığı miras onlardır.” diye cevap verir.