Hakikat Vakfı’nın kurucu başkanı, Hakikat Yayıncılık’ın ve Hakikat Aylık İslâm Dergisi’nin kurucusu ve sahibi; Muhterem Ömer Öngüt 16 Recep 1431, 28 Haziran 2010 Pazartesi sabah namazı vakti bitmez tükenmez mihnet ve meşakkatlerle dolu ibtila ve çile yurdu olan dünyadan; tasavvurun fevkinde mükâfat ve nimetlerle dolu ahiret yurduna irtihal ve intikal etmişlerdir. 29 Haziran Salı günü kabr-i şeriflerine defnedilmişlerdir.
Seven sevdiğine, aşık maşukuna kavuştu.
Zira;
“Ölüm ne güzeldir! Mahlukunu Halık’ına kavuşturan en güzel bir vasıtadır.”
“Ben Rabb’ime misafireten gideceğim.” buyurmuşlardı.
Allah-u Teâlâ ismini melekutta azim kılsın.
Gönlü daima orada idi. Arzu ve gayesi O idi.
Hayatını İslâm’a adamıştı. Her işi ona göreydi. Allah-u Teâlâ’ya, O’nun hükümlerine, İslâm dini’ne tam bir teslimiyet ile bağlı idi. Allah-u Teâlâ’nın emaneti din-i mübin-i İslâm’ı muhafaza ve müdafaa etmekte herhangi bir beşerin tahayyül dahi edemeyeceği büyük bir azim, büyük bir kararlılık ve vazife sahibi idi.
Kendi zannını İslâm dini’nin yerine koymaya çalışanları ikaz ve irşad etti. Dinlemeyenleri ifşa etti. Tarih boyu yaşamış büyük İslâm mücahidlerinin, İslâm müdafilerinin yaptığının bir benzerini hatta daha büyüğünü kalemle yaptı. Gerçek bir İslâm müdafii olduğu için kendisini susturmak isteyenler her türlü iftirayı reva gördüler. Ahir ömründe, cismanî ibtila ve ızdıraplar içerisindeki bir zâta bu iftiralar ile zulüm ettiler, üzüntü ve ızdırabını arttırdılar.
Allah-u Teâlâ ve Resulullah Aleyhisselâm’dan başka hiç kimseden emir almayan, hiç kimsenin ama hiç kimsenin yönlendirmesine, akıntısına kapılmayacak derecede dirayetli bir zata çok büyük iftiralarda bulundular.
1950 yılından beri insanları irşad ile tenvir eden bu zâtı herkes tanırdı. Hiçbir zaman şahsi menfaat, şöhret ve nam peşinde olmadı. Her suale hak ve hakikat ölçüsünde cevap verdiği gibi, yoldan sapanları ikaz etmekten de çekinmedi. Bu sebeple sevenleri kadar sevmeyenleri de oldu.
Yüzlerce evliyaullah hazeratının eserlerinde haber verdiği üzere o; bütün muhteşemliğine rağmen Allah-u Teâlâ’nın halkın nazarından gizlediği, kendi adına veli olarak kullandığı, iradesi kendi elinde olmayan, Allah-u Teâlâ’nın hakikatinin kendisinde görüldüğü, Allah-u Teâlâ’nın sahiplendiği, ehl-i tasavvuf’un önderi bir Zât-ı âli idi.
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz insan hayatının her safhası için, her sınıftan insan için, imanda, ibadette, ahlâkta müstesna bir numunedir.
Hayatı Kur’an-ı kerim’in canlı bir tatbiki ve tefsiriydi. Onun vekili de öyledir.
Hadis-i şerif’lerinde:
“Âlimler peygamberlerin varisleridir.” buyuruyorlar. (Buhâri)
O hakiki peygamber vekili idi, onun ve yolunun bağlısıydı.
Yine; “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir” buyurdular. Niçin?
Bu zâtlar cemiyetlere manen yön verirler, manevi kontrolleri altında bulundururlar. Fertlerle meşgul oldukları gibi müslümanların umumi meselelerinde yardımcı ve tasarruf sahibidirler. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın emri ile, izniyle olur.
•
O Allah için çalıştı, Allah yolunun hizmetkârı idi. Gayesi, maksadı, menfaati yoktu. Fisebilillah hayatı mücadele ile geçti. Allah ve Resul’ünü sevdirmeye, Allah ve Resul’ünde birleştirmeye, Nur-i Muhammedî’nin yayılmasına, kalplere Hazret-i Allah’ı ve Resulullah’ı yerleştirmeye çalıştı. Hazret-i Allah ve Resul’ünü örnek aldı. Ömrü ibadetle ve taatle geçti. Bütün gecelerini ibadetle geçirirdi.
Hazret-i Allah’a giden nurlu yolu tarif etti, mahviyet ve istikamet üzereydi, bunu tavsiye etti, öğretti. Ölçüsü Kur’an idi,
ilim ve Allah yolunda hizmetlerinden dolayı vakıf kurdu. Memleketin 20 küsür iline aşevleri açtırdı. Sadece Manisa’da 7000 fakir kişinin yemek yediğini duyduğunda sevincinden ağladı.
•
Bu ümmete en büyük hizmetlerinden biri de Kur’an-ı kerim’in tefsiri mahiyetinde olan 6666 Âyet-i kerime’nin içine dercedildiği “Kalblerin Anahtarı” külliyatını ümmet-i Muhammed’e hediye etmesidir. Hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ten konuşur, insanlara Hazret-i Allah’ı ve Resulullah Aleyhisselâm’ı sevdirmeye çalışırdı. Allah yolunda “Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden” cihad etti.
•
Onun Allah için ikazlarını anlamayanlar onun düşmanlık yaptığını zannettiler. Hayır! O Âyet ve Hadisle konuşurdu, manen danıştı, yanlış olduğunu ikaz etti, doğru gördüğünü destekledi. Gayesi müslümanlar birleşsin, vatan selamette olsun idi. “Devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan!” buyurdu. Gayesi Ümmet-i Muhammed’in uhuvveti, birlik ve beraberliğiydi. “Müslümanlar, diğer memleketler bu vatanı gözlüyor, bu vatana ümit bağlamışlar, bekliyorlar.” derdi.
O kimseye bağlı değildi, kimsenin adamı, elemanı da değildi. O Allah’a ve Resul’üne bağlı samimi bir mümin, vazifeli olan bir veli idi. Bilen bildi ona iltifat etti, bilmeyen dinlemedi, göremedi. Bildi ama ikazları ağır geldi.
Son günlerinde hastanede iken bir sabah söylediği şu sözler son nasihat ve vasiyetleriydi:
“Din emanettir, dinine hıyanet eden, imanını kaybetmiş olur. Bunu duyurun. İster uyar, ister uymaz.”
O:
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud:112)
Âyet-i kerime’sini düstur edindi, bütün hayatında tatbik etti.
İslâm âleminin başı sağ olsun!
•
Kendilerinin hayat-ı saadetleri, Allah katındaki ulvî derecesi, umum nasihatleri ve vasiyetleri Hakikat Aylık İslâm Dergisi’nde ilk çıkacak sayımızdan itibaren yayınlanacaktır inşaallah-u Teâlâ.