Almanya’da çalışan Yusuf Güneş adlı arkadaş şunu anlattı:
“Cumâ namazından çıkarken caminin önüne dikilmişler. “Türkiye’de şeriatın gelmesini isteyen bin mark versin. Vermeyenler şeriatın gelmesini istemiyor demektir!” diye baskı yapmışlar. Camide yirmibeş kişi vardı, yirmibeş bin mark toplandı. Yanında parası olmayanlar, olanlardan borç aldı da verdi.”
Bu Refah dininin şeriatına göredir. Oysa şeriat ne demektir? Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı azimüşan’daki emir ve hükmüne şeriat denir. Bunların ise bütünüyle iş ve icraatları Allah-u Teâlâ’nın emirlerine ters düşer. Ne ki yasaklamış ise bunlarda hepsi mevcut. Bunların iş ve icraatları Refah dinine göredir. Halk hâlâ bunu ayırt edemiyor. Bunların hakiki müslüman olduklarını zannediyor.
Allah-u Teâlâ Yâsin Sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’sinde, para toplayanların doğru yolda olmadıklarını açık açık buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
“Sizden hiç bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yasin: 21)
Hazret-i Allah uyulmasını istediği bu yolu Âyet-i kerime’de şöyle beyan ediyor:
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” (En’am: 153)
Binaenaleyh Allah ehli Allah için liveçhillah çalışır.
Allah-u Teâlâ’nın dinini kuvvetlendirmeye ve Ümmet-i Muhammed’i Hazret-i Allah’a ve Resulullah’a kavuşturmaya gayret ederler.
Halktan hiç bir şey beklemezler ve hiç bir şeyden de korkmazlar. Onlar mükâfatı yalnız Hazret-i Allah’tan beklerler.
Bütün peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz Hakk’ı tebliğ ettikleri, hakikata çağırdıkları topluluklara:
“Sizden buna karşılık bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbine âittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109, 127, 145, 164, 180)
Bu Âyet-i kerime’ler kendi menfaat ve rahatları doğrultusunda para toplayanların, isteyen dilencilerin doğru yolda olmadıklarına dairdir. Bu Âyet-i kerime’ler iman edenlere mahsustur ve iman edenlere kâfidir.
Binaenaleyh kim ki para topluyorsa, bu Âyet-i kerime’lere iman etmemiş ve inkâr etmiştir.
Zira Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” (A’raf: 54)
Yaratmak da emretmek de Allah-u Teâlâ’ya âittir, mahlukun hiç bir hükmü yoktur, kim olursa olsun.
Böyle olduğu halde emr-i ilâhîyî kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etmiş demektir. Bu gibi kimselerin sözlerini doğru kabul edenler de bunları ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse, bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Allah’ın Peygamber’ine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamak ancak onlara yakışan bir tutumdur.” buyuruyor. (Tevbe: 97)
Onların bu durumları, kendilerini başkalarından daha ziyade nifaka sevketmektedir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Şimdi bu Hadis-i şerif’e bir bak! Bir de Kur’an okuyor görünen refah çırak okulunun yetiştirdiği talebelere bak!
•
Halk bunların içyüzlerini bilmiyor ki... Oysa şeriat demek, Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı kerim’inde emir ve nehiy buyurduğu hükümler demektir. Bu hükümler ise bunların yaptığı iş ve icraatları yasaklamıştır. Bunlar Refah dinini ayakta tutmak ve ceplerini doldurmak için, ilâhi hükmü dahi âlet ediyorlar. Hem de kendilerini müslüman gibi göstermek istiyorlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa alet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizi)
Bunlar bizi bu cevabı vermeye icbar ettiler. Oysa biz rahatsızlığımız sebebiyle bir senedir kalemi ve sohbetleri bırakmıştık. Eğer bunlara cevap vermeseydik, bunların küfürlerine rıza gösterenlerden olacaktık, kendi yollarının doğru olduğunu ve haklı olduklarını sanacaklardı. İşte küfürleri meydanda. Biz küfrü hoş görenlerden değiliz.
Bunlar Âyet-i kerime’leri de çürütmek istemektedirler. Bu suretle inkar edip küfre düştükleri gibi, bu sözleri de çürütmeye kalkarlarsa, dört şahit huzurunda ispat ederim. O gün o mecliste Em. Bnb. Kemal Doğangün, Necati Yaprak, Fahri Çiçek ve Enver Atakman da bulunuyordu.
Ey müslümanlar! Sizi de şahit tutuyorum. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri önünüze sunuyorum. Kendi kararınızı siz kendiniz verin; “Bunlar İslâm dini’nin mensupları mıdır, Refah dininin mensupları mıdır?”
Zira Âyet-i kerime’lere karşı geldiler, inkâr edip hükmünü kaldırmak istediler. Oysa Hazret-i Kur’an kıyamete kadar bâkidir. Bir tek Âyet-i kerime’yi inkâr eden dahi kâfirdir. Bunlar ise işlerine gelmeyen, dinlerine uymayanların hepsini inkar edip, ilâhi hükümlerden nefret ediyorlar.
Mollaları böyle olunca diğerlerini siz tahmin ve tasavvur edin.