Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhiri ilimdir) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (marifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” (Tirmizi)
İşte bu faydalı ilimden mahrum kaldıkları için itiraz ediyorlar.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise buyururlar ki:
“Rabbim bana sual sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine vâris kıldı. Ayrıca bana çeşitli ilimleri de öğretti. Rabbim, bir kısım ilmi gizli tutmama dair benden söz aldı. Çünkü benden başka hiç kimsenin onu taşıyamayacağını biliyordu. Başka bir ilimde de beni muhayyer kıldı, yani serbestsin, istersen başkalarına söyle istersen hiç kimseye söyleme dedi... Kuran’ı bana öğretti. Hazret-i Cibril devamlı olarak Kuran’ı bana hatırlatıyordu. Ve daha başka bir ilim var ki, onu herkese söylemekle beni memur etti.” (El-mevâhib’ül-Ledüniyye)
Bu Hadis-i şerif’te gizli tutulması emir buyurulan ilim, nübüvveti ilgilendiren ilimdir. Umuma bildirilmesi emredilen ilim şeriat ilmidir. İfşâ edilip edilmeme hususunda muhayyer bırakılan ilim ise bâtınî ilimdir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz münâfıkların isimlerini yalnız Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretlerine bildirdiği gibi, bu sırları da en yakın arkadaşlarına ifşa etmiştir.
Bu kitaplardaki ilme, ilm-i ilâhî denir, yani mârifetullah ilmi de denir. Allah-u Teâlâ dilediğinin sadrına boşaltır. Bu sadır ilmidir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Kur’an, kendilerine ilim verilen insanların kalplerinde parlayan apaşikâr âyetlerdir.” (Ankebut: 49)
Bu Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki, bu sadır ilmidir, satırla ilgisi yoktur. Onlar bunu bilemedikleri için satırda kaldılar ve Allah-u Teâlâ’nın bu ilmini inkâr ettiler. Neden? Cehaletlerinden.
Âyet-i kerime’de:
“Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabbinden verilen bir nur üzerindedir.” buyuruluyor. (Zümer: 22)
Amma onlar zulmâniyette kaldıkları için bunu bilemediler ve mahrum oldular.
Âyet-i kerime’de:
“Allah hikmeti kime dilerse ona verir. Kime de hikmet verilirse, ona muhakkak ki çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.” buyuruluyor. (Bakara: 269)
Bunlar ise Akl-ı meaş’da kaldılar. Akl-ı meâş’tan sonra Akl-ı meâd var, Akl-ı nûrâni var, Akl-ı kül var, Ulül-elbâb var. Bunların hepsinden habersiz oldukları için, Akl-ı meâş ile hareket ettiler ve bu cehaleti işlediler.
Âyet-i kerime’de:
“Takvâ üzere olursanız mualliminiz Allah olur.” buyuruluyor. (Bakara: 282)
Amma bunların muallimi şeytan oldu.
Âyet-i kerime’de:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız, o size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir mârifet bir nûr verir.” buyuruluyor. (Enfâl: 29)
Bak! Allah-u Teâlâ kuluna mârifet veriyor, nûr veriyor. Satır ilmi sahibinin ne kadar tahsili olursa olsun, bu nûrdan mahrumdur. Çünkü bu sadır ilmidir, diğer bütün ilimler satır ilmidir. İşte bunlar bu nûrdan mahrum kaldıkları için cidden cehalette kaldılar.
Âyet-i kerime’de:
“İnsana bilmediği şeyleri O tâlim eyledi.” buyuruluyor. (Alâk: 5)
Onlar ise cehâlette kaldılar.
“Bu Allah’ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir.” (Cumâ: 4)
“Allah dilediği kulunu zâtına seçer.” (Şûrâ: 13)
Bunları da şeytan seçti ki bu Âyet-i kerime’leri onlara inkâr ettiriyor.
Diğer bir Âyet-i kerime’de:
“Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur.” buyuruluyor. (Nûr: 35)
Onlar ise zulmaniyette kaldılar. Biz de onlara deriz ki:
“Çek elini ey dil-i siyah!
Püf demekle hiç söner mi meşâle-i nûr-i ilâh”
Çünkü:
“Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)
•
Diğer bütün ilimler satırdan alınır. Yani birine sadır ilmi denir. Bu ilmi kimse bilmez. Kendisine âlim süsü verenler de bu ilimden habersizdir. Âyet-i kerime’leri incelerseniz bu gerçeği anlarsınız.
Diğer bütün ilimler satırdan alınır. Neden bilmez? Allah-u Teâlâ’nın bildirdiğini kimse bilmez. Ve bu hususu Hadis-i kudsî’de Allah-u Teâlâ beyan ediyor:
“Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi, herhangi bir kimsenin bileceğini mi sanırsınız?”
Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu:
“Onlara ilk vereceğim şey, nûru kalplerine akıtmaktır. İşte o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler.” (Müslim-Hâkim)
Bunun içindir ki, bu kitapları yazmak şöyle dursun, okuyup anlamaması buradan geliyor. Nitekim bütün Evliyâullah’ın tarif ettiği ilim şimdi gelmiştir.
İmâm-ı Rabbâni -kuddise sırruh-, Abdulkâdir Geylâni -kuddise sırruh-, Muhyiddîn-i Arabî -kuddise sırruh-, Ali Havvas -kuddise sırruh-, Muhammed Es’âd Erbili -kuddise sırruh- ve diğer Evliyâullah’ın beyanlarını merak ederseniz, “Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır” kitabının 77-99. sayfalarında mevcuttur, okuyup öğrenebilirsiniz.
Size yalnız Bediüzzaman Hazretleri’nin mevzuatını açıklıyorum.
Bediüzzaman Hazretleri bu ilmin Hazret-i Mehdi’ye hazırlandığını ve ona hazır bir program olacağını haber veriyor. Bu ilim ona hazırlanan bir ilimdir ve böyle bir zamanda gönderilmiştir.
“Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi’nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade etmez. Çünki hilafet-i Muhammediye (Aleyhisselâm) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.”