(Bu mevzu için ayrıca bakınız: Hakikat ile Dalâleti Bilmemiz Lâzım, 5. baskı, sh: 252-260)
Pek muhterem ve aziz kardeşimiz Yılmaz Efendi;
Göndermek lütfunda bulunduğunuz keremnâme-i kerimânelerinizi aldım. Bir taraftan Bayram-ı şerif’i, diğer taraftan da müslümanların hicri yeni yılını tebrik ettiğiniz için mahzuz oldum. Bizi hayretler içinde bırakan ve şimdiye kadar zan töhmetinizin altındaki mevzuâtın iç yüzünü açmanın zamanı geldi.
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bil ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücadele: 22)
Âyet-i kerime’si mucibince biz “Hakk parti”liyiz, “Halk parti”lilerle ilgimiz yok. Biz bunu resmen beyan etmişiz ve bizim partimiz 1400 küsür sene evvel kurulmuştur.
Allah-u Teâlâ Müminun sure-i şerif’i 52-56. Âyet-i kerime’lerinde:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak. Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliğine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır onlar işin farkında değiller.”
Bu Âyet-i kerime’lere göre, onların her biri kendi kitapları ve partileri ile öğünüyorlar ve seviniyorlar.
Binaenaleyh Hazret-i Allah’ın kitabına baktım bunları buldum.
İrşad ve ikaz mahiyetinde gönderdiğiniz Refah’ın kitabında ise, en başta yazılan şu mısraları okudum:
“Tohum saç bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
Ustada kalırsa bu öksüz yapı
Onu sürdürmeyen çırak utansın.”
Halbuki Âyet-i kerime’de her şeyin Allah-u Teâlâ’nın emri ve hükmü altında olduğu beyan ediliyor:
“O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş kuru her şey Allah’ın ilmindedir.” (En’am: 59)
Bu Âyet-i kerime’ye göre “Tohum saç, bitmezse toprak utansın.” sözü şu mânâyı taşır:
“Biz çalışıyoruz sen vermiyorsun, utan!” Bu hitap Allah-u Teâlâ’yadır.
“Hedefe varmayan mızrak utansın” Bu hitap da doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’ya gider. “Biz atıyoruz amma sen ulaştırmıyorsun, sen utan!” demektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bedir savaşında Cebrail Aleyhisselâm’ın tavsiyesi üzerine yerden bir avuç kum alarak müşriklerin üzerine attı. Bu atış onların hezimetine vesile oldu.
Âyet-i kerime’de ise:
“Resulüm! Sen atmadın Allah attı.” buyuruluyor. (Enfal: 17)
Görünüşte Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz attı, fakat Allah-u Teâlâ “Ben attım!” buyuruyor.
“Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın.”
İşte şimdi bunun izahını yapmanın zamanı geldi.
Esat Coşan “Vakfıma para vermediler.” diye cephe aldı. Biz ise 1975-76’larda bu hususu beyan etmiştik.
Şöyle ki; Bu parti ilk olarak kurulup “Hakk geldi, bâtıl gitti.” diye çıkıldığında en yakın arkadaşımız Hacı Celâl Saraç’a “Siz de buna iştirak edin.” demiştik. O da Düzce ilçesinin başkanı oldu, böylece iştirak edilmişti.
Vaktaki birazcık iktidara geldiler. Koltuğa oturunca Hakk’ı bıraktılar, bâtıl olan maddeye sarıldılar. Ve bu arkadaşa “Partiden hemen çık!” dedik. 1975-76’larda biz bu sözü söyledik. Onlar o zaman iktidar bekliyorlardı, çık dedik. “Neden?” diye sordu. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın kudret elini bunlardan çektiğini gördüm, görünce çekildik. Bu da ancak gösterilme ile görülür, yoksa bir mahluk onu göremez.
87 seçimlerinden önce Cevat Ayhan Bey gelmişti. Yanında bir çok milletvekili adayı vardı. Kendisini çok nazik, büyük bir efendi, asil bir insan olduğunu görünce, ona bu işin iç yüzünü açtık. “Gemi güzel, bayrak güzel, mürettebat da güzel. Fakat siz gemiye mazot yerine kum koydunuz.” Bunu da çırak yapmadı, ustayım diyen yaptı. Artık bu gemi yürümez.
Cevat Ayhan Bey’e Hacı Celal Saraç’ı partinin en parlak devrinde niçin çektiğimizi izah ederken, Hacı Lütfi Kurt “Niçin ayırdığınıza biz o zaman hayret etmiştik. Meğer sebebi bu imiş.” dedi.
Size bu hususta iki misal veriyoruz. Bedir harbinde müslümanların kuvveti az idi, düşman çoktu. Allah-u Teâlâ onlara yardım etti, harp kazanıldı. Bir yıl sonra Uhud savaşı yapıldı. Müslümanlar Resulullah Aleyhisselâm’ın emrini dinlemeyip de ganimet peşine düşüp maddeye sarıldıkları için, Allah-u Teâlâ kudret elini yani yardımını çekti. Kazanılmış olan harp kaybedildi. Bunun delili Kuran-ı kerim’de mevcuttur.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i imran: 160)
Bunca kitap basılıp satılıyor ve fakat bir lirasının bile zimmetimize geçmediği ehlince malumdur. Bizim bir gün dahi tahsilimiz yok, hiç bir mektepte okumuş değiliz. Bu ilme de “İlm-i İlâhî” denir. Maddeye sarılırsam lütfunu çeker, suyu çekilen balık gibi olurum.
Sahibime şöyle niyaz ederim: “Allah’ım! İhsan ettiğin ruh, beden, âzâlar ve sonsuz sayısız nimetlerine karşı, bütün bunların bir zerresinin dahi idrâkinden âcizim. Hiç birine şükredemeyeceğim için de, âcizliğimi ortaya koyuyorum. İyi biliyorum ki hiç bir amelim de yok. Tek bir ümidim ve güvencim varsa, af ve merhametindir.”
Af eder mi, geç kulum der mi?
Nitekim Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Âyetlerimizi ve onlara iman etmeyi kibirlerine yediremeyenlere göğün kapıları açılmaz, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları işte biz böyle cezalandırırız.” (A’raf: 40)
Bu kadar ince hesaplarla sorguya çekileceğiz. Bundan haberimiz var mı?
Yalnız rızâ için cihad edenleri, canını malını ortaya koyanları muzaffer kılacağına dair Hazret-i Allah’ın vaad-i Sübhânîsi vardır.
Âyet-i kerime’de:
“Şüphesiz ki Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır. Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat’ta da İncil’de de ve Kuran’da da sabittir.” buyuruluyor. (Tevbe: 111)
Amma cep ve makam için cihad edenlere böyle bir vaad-i sübhânî yoktur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ümmetim benden sonra yetmişüç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir.”
“Onlar kimlerdir yâ Resulellah?”
“Benim ve Ashab’ımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)
Ey kardeşler! Sizi kurtuluşa, yani o bir fırkaya davet ediyoruz. Bu, “İlâhî Görüş Birliği”ne dâvettir.
Kitabımız birdir, o halde Allah ve Resul’ünde birleşmemiz gerekiyor. Bu da hiç bir zaman madde, menfaat, önderlik, liderlik istememek şartıyla gerçekleşir.
Aslında hiç bir bölücünün dâire-i İslâm’da olmadığı şu Âyet-i kerime’de açıklanmaktadır:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiç bir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Hadis-i şerif’te ise:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruluyor. (Münâvî)
Allah-u Teâlâ her bölücüyü Âyet-i kerime’leriyle kulluğuna, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetliğe kabul etmiyor.
Hazret-i Allah rahmet kapılarını onların üzerine kapamış, bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkibetlerini açık olarak beyan etmiştir:
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.
Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)
“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol, onların heveslerine uyma.
Ve de ki: Allah’ın indirdiği kitaba inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.
Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir... Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)
Bu durumda kişi Hazret-i Allah’ın kitabına mı bakıp inanacak, yoksa partinin kitabına mı bakıp inanacak? Bu lâf işi değil. Ya Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere inanacaksınız, iman edeceksiniz, veyahut inanmadığınızı ilân edeceksiniz!
Bölücü ve particilerin İslâm dininde olduğunu hangi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le ispat edersiniz? Lütfen açıklayın da istifade edelim.
Hazret-i Allah’ın nâmütenâhi nimetlerinin, ihsan ve ikramlarının içinde bulunuyoruz. Bize ruh verdi, vücut ve âzâlar verdi, mülkünde bulunduruyor. Buna rağmen insan ne kadar zâlim, ne kadar câhil!
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör! Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)
Yakında huzur-u ilâhi’ye çıkacağız. O bize kime taptığımızı haber verecek. Bunca isyanımızla hesaba çekildiğimiz zaman hâlimiz ne olacak? Nasıl utanacağız? Zerreden ve kuruştan hesaba çektiği zaman, bu vebalin altından nasıl kalkılacak? Çünkü “Hakk geldi, bâtıl gitti.” diye çıktık ve bunları yaptık.
“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bil ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücadele: 22)
Biz bu partili olduğumuzu ilân etmişiz. Hakk’ın partisini bırakıp halkın partisine uyacak değiliz. Ancak “İlâhî Görüş Birliği”ne dâvet ederiz. Tâbi olanları Hazret-i Allah ve Resul’üne -sallallahu aleyhi ve sellem- ulaştırmaya gayret ederiz.
“‘İlâhi Görüş Birliği’ne Davet” isimli kitabımızda “Gayemiz İslâm’dır, isim değil. Muradımız Hazret-i Allah ve Resul’üdür, bölücülerden herhangi biri değil.” diye açıklamışızdır.
Bu böyle iken lütfen bize hangisinin doğru olduğunu Âyet-i kerime’lerle açıklayın da bilelim.
Yirmi senedir cihad ediyorlar, hangi cephede kimi gördünüz? Amma cep cihadçılığında gayet ustasınız!