“Fen ve felsefenin tasallutuyla...”
Küffârın fesadı, fen ve felsefesi din-i İslâm’a o kadar musallat olacak ki, bu tasalluttan ötürü müslümanların onlara hayranlığı artacak ve din-i İslâm’dan uzaklaşmalarına vesile olacak.
Ebu Hureyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Andolsun ki siz, kendinizden önceki milletlerin yoluna kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpatıp uyacaksınız. Hatta onlar daracık bir keler deliğine girseler siz de muhakkak o deliğe gireceksiniz.”
Sahabiler “Yâ Resulellah! O milletler yahudiler ve hıristiyanlar mı?” diye sordular.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Bunlar olmayınca başka kimler olur?” buyurdu. (İbn-i Mâce: 3994)
O zaman idareciler de âlimler de küffar taraftarı olacak, kimisi mason, kimisi solcu, kimisi münâfık olacak.
Gördünüz ki Ürdün kralı Hüseyin en büyük yahudinin ölümüne ağladı. Artık İslâm memleketlerinin idarecilerinin ne durumda olduğunu tasavvur edin.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz.” (Mecmaüz-zevâid)
“Maddiyyun ve tabiiyyun taunu...”
Buradaki “Maddiyyun”dan murad, yani dünyaya öyle tapılacak ki din unutulacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onların durumlarını bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle haber vermektedir:
“Dinleri, dirhemleri ve dinarları olacak.” (Deylemî)
Dünyanın aldatıcı, gelip geçici zevklerini âhiretin ebedî nimetlerine tercih edecekler.
“Tabiiyyun” kelime itibariyle tabiatçılar mânâsına geldiği gibi aynı zamanda tâbi olanlar mânâsına da gelir. Her iki mânâya da gelir.
Öyle imansız imamlar türeyecek ki, onlara tâbi olan sapıklar ve türemeler dinden çıkacaklar.
Allah-u Teâlâ Müminun Sûre-i şerif’inin 54. Âyet-i kerime’sinde onları “Sapık” olarak vasıflandırıyor. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise “Türeme” diye vasıflandırıyor.
Bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an’ın (feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
“Beşer içine intişar etmesiyle...”
Dinden çıkan bu türemeler o kadar çok olacak ki, her tarafı işgal edecekler.
“Her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.”
Bu sözleriyle o kimseyi “İman kurtarıcısı” olarak vasıflandırmakta ve ilân etmektedir.
İşte o kimse bu vazife ile gönderilecek. Çok bölümlere ayrılan bu türeme sapıkların halkı şaşırttıklarını, hakikat ile dalâleti birbirine karıştırmak azminde ve niyetinde oldukları bir zamanda, bütün bâtıl fikirleri çürütecek, hakikatı meydana koyacak, ortalığı istilâ eden din ve iman hırsızlarının elinden imanı kurtarmak için vazifeli olacak. Gaye imanı kurtarmaktır. İslâm’ı yok etmek isteyen bütün fitne ve fesad’ın üzerine hiç kimseden çekinmeden gidecek ve hakikatleri söyleyecek, dâvâsını Âyet-i kerime ve Hâdis-i şerif’lerle ispat edecek, Allah ve Resul’ünün emir ve hükümleriyle hakikatı ortaya koyacak.
Ve bunlar mânen biçilmiştir. Kelime itibariyle de susturulmuşlardır.
“Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tetkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi’nin o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade etmez.”
Aşağı yukarı bu kitaplar yirmi senedir yazılıyor. Mehdi Resul Hazretleri’nin hilâfeti zaten yedi sene kadar olacak.
“Çünkü hilâfet-i Muhammediye (Aleyhisselâm) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor.”
Mehdi Resul Hazretleri doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın vazifesini yapacak. Onun vazifesi kalemle değil kılıçla olacak. Ömrü sırf cihadla geçecek. O bir şey yazmayacak, çünkü yazmaya vakti olmayacak.
“Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihetle görecek. O zat, o taifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak.”
Bugün anlaşılıyor ki, meğer bu kitaplar hem iman kurtarmak için, hem de Mehdi Resul Hazretleri’ne hazır bir proğram olması için hazırlanıyor.
Bediüzzaman Hazretleri, vefatından yirmi sene sonra neşredilmeye başlanan kitapları meğer bize o tanıtmış, evvelâ o açıklamış oluyor.
Biz şöyle niyaz etmişizdir:
“Allah’ım! Şu ümmet-i Muhammed’e bir hediye gönder! Bu er kişi bu sırları çözsün, bu incileri toplasın”. Fakat size kırıntısını açmaz. Çünkü bu filin lokmasıdır, karınca yutamaz.
Ve bunları okuduğu zaman şöyle diyecek: “Neler açmış, nasıl da bu ilâhî sırları saçmış! Kör pazarında ayna satılır mı?” Kalben böyle söyleyeceğini biliyorum. Bu açık ifadelerden, bu kitapların Hazret-i Mehdi için hazırlandığı anlaşılmış oluyor.
“Onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.”
Nitekim bu hususta da şöyle söylemiştik.
“Hazret-i Allah bizi kalemle cihad için, bölücü din düşmanlarını kalemle biçmek için gönderdi. Onu ise kılıçla cihad etmek için gönderecek.”
“Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu yalnız ihlâs ve sadâkat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.”
Bu sözün mânâsı:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir. Ne mutlu o gariplere!” (Müslim)
Bugün İslâm tam bir garip durumuna düşmüştür.
Bu garipliğin sebebi:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mâmur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhakî)
Gerçekten İslâm bugün garip bir haldedir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Ne mutlu o gariplere!” sözü ile bu mânevî orduyu tarif ediyor ve bu mânevî ordu da kıyamete kadar bâkidir. Aynı zamanda çok kıymetli bir zamandır, mücadelesi çok ciddidir. O mânevî ordu, az olmasına rağmen Allah-u Teâlâ’nın desteği ile çok kuvvetli olacaklar.
Mehdi Resul Hazretleri’nin ise ayrı bir vazifesi var. O doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın vekâletini taşıyacak, onun hilâfetini, onun vazifesini yapacak. Garip duruma düşen İslâm’ı, gariplikten kurtarmaya çalışacak. Çünkü bunun için gönderilecek.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yalnız başladı, İslâm’ı yayarken çok zahmetler çekti. Sonra Bedir’de Allah-u Teâlâ ona yardım etti ve İslâm muzaffer oldu. Fakat Mehdî Resul Hazretleri o kadar çok zahmet çekmeyecek. Vazifeye başladığı zaman Bedir ashabının sayısı olan 305 kadar fertle cihada başlayacak.
Cebrâil ve Mikâil Aleyhisselâmların da yanında bulunmasıyla, doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın desteğiyle bir icraat yapacak. Resulullah Aleyhisselâm’ın icraatı gibi yepyeni bir icraat yapacak, onun izinden yürüyecek ve din-i İslâm’ı taptaze bir hale getirecek.
Bediüzzaman Hazretleri bu beyanları ile bu kitapların Mehdi Resul Hazretleri için hazırlandığını, aynı zamanda bu kitapların kendisine hazır bir proğram olacağını ifşâ ettikten sonra, bir çok insanların bunları okumakla imanlarını kurtaracaklarına da işaret etmiş oluyor.
•
Nitekim;
Fen ve felsefecilerin, sahte vahdet-i vücudçuların, sun’î mutasavvıfların, İslâm’da ayrılık yapan ve aykırı giden, İslâm dininin nurunu söndürmek isteyen bütün muhalif grubların, dinden çıkan türeme sapıkların hiç çekinmeden üzerlerine gidileceğini, onların bâtıl ve mesnetsiz fikirlerini Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürütüp hakikatı ortaya koyacağını da onun ifşaatlarından anlıyoruz.
Nitekim; ahkâm-ı ilâhi’ye aykırı konuşmalar yapan diyanet reisinin dahi üzerine gidilmiş, hiç kimse cevap veremediği gibi kendisi de birşey diyememiştir.
Bu mübarek zât Bediüzzaman Hazretleri Allah-u Teâlâ’nın bildirmesiyle hepsini görmüş, bilmiş ve söylemiş. Şimdi ise biz onun o zamanki sözlerini anlamaya çalışıyoruz. Meğer bütün gaye bu muhalif gruplardan imanı kurtarmakmış.
•
Bunun böyle olduğuna, yani Allah-u Teâlâ tarafından gönderildiğine dair delil nedir?
Birincisi; Allah-u Teâlâ şimdiye kadar kimseye vermediğini fakire vermiştir. Şöyle ki, hiç bir tahsilimiz olmadığı halde kitaplar Âyet-i kerime, Hadis-i kudsî ve Hadis-i şerif’lerle mühürlüdür.
Ve bu kitaplar şimdilik yedibin sayfa(Bugünkü tarih itibariyle bu rakam 12500'e ulaşmıştır.) civarındadır. Nasip olursa Cenâb-ı Hakk’ın verdiği kadar daha da olacak.
İçinde zahîrî ilimden, tarikat ilminden, hakikat ilminden, mârifetullah ilminden uzun uzadıya bahsedilmiş ve açıklanmıştır.
Bu “Verilme” nasıl anlaşılır?
Allah-u Teâlâ Duhâ Sûre-i şerif’inin 7. ve 8. Âyet-i kerime’lerinde “Verdim” buyuruyor. İşte bu verilme böyledir, şahsa âit değildir. Şahıs bunları bilemez, bilmesi de mümkün değildir.
•
İkinci delil; Naim bin Hammâd’ın Ka’b’dan tahriç ettiği Hadis-i şerif’te bu bayraklılar ifşâ edilmiş, nasıl mücadele edeceklerine de işaret edilmiştir.
“Mehdi’nin çıkış alametlerinden bir tanesi de batıdan başlarında Kinde kabilesinden ayağı sakat bir adamın bulunduğu bayraklıların çıkmasıdır.” (İmâm-ı Suyutî, Kitab’ü-l Arif’il Verdi Fi Ahbar’il Mehdi)
•
Üçüncü delil ise; Hazret-i Allah’ın ve Resul’ünün velileri bu hususu açıklamışlardır. Bu ilim hakkındaki beyanları önünüze koyuyoruz.
Bu öyle bir ilim ki, buna “İlmullah” denir.
Bu kitaplar bir esrardan ibarettir. Değil zâhir ehlinin, bâtın ehlinin dahi çözemeyeceği mevzular çoktur.
Meselâ;
“İsm-i Azâm” gizli idi, açılmıştır, kitaplarda vardır.
“Yâsin-i şerif” kapalı idi, açılmıştır, “Nûr-i Muhammedî” kitabında vardır.
“Allah-u nûrussemâvâti vel-ard” Âyet-i kerime’sindeki gizli mânâ açılmıştır.
Bir kısım Evliyâullah’ın beyanlarını şimdi size açıklıyoruz, bir kısmını da kapalı tutuyoruz.
Binaenaleyh böyle eserler varken, değil nasara-yensurucular, mürşidim diyenler dahi bocalar. Demek istiyoruz ki; öyle ilimler vardır ki, mollalar değil, şeyhim diyenler dahi bu ilmi okuyamaz, muttali değildir. Denemek için, isterseler şu kitabı alsınlar, içinden çıkabilirler mi? “Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır” kitabını alın okuyun da öğrenin. Bu ilim bu zamanda geldi kıyamete kadar bakidir.
İşte bu ilim mârifetullah ilmidir. Ve bu ilmin geleceğini hepsini zikredemediğimiz birçok zâtlar tarif etmişlerdir. Oysa birgün bile tahsilimiz yoktur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin var mıydı?
Bu vehbi bir ilimdir. Allah-u Teâlâ kalbe ne döktüyse, o kalbe dökülen sadırlara geçer. Bunların muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır.
“Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara: 282)
Bunun için bu ilmi değil mollalar, şeyhim diyenler dahi anlayamaz.
•
Ey Refah dini mensupları!
Zekâtın kime verileceğini Allah-u Teâlâ Tevbe Sûresi 60. Âyet-i kerime’sinde beyan ediyor:
“Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan (zekât toplayan) memurlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yolunda savaşa katılanlara ve yolcuya mahsustur. (Toplanan zekât, ancak bu sayılan yerlere verilir.) Allah bilendir, hikmet sahibidir.”
Zekât kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara verilir.
Siz ise bu emr-i ilâhi’yi de dininize göre çevirdiniz.
Şöyle ki, Erbakan diyor ki: “Kim zekâtı bize vermezse kabul olmaz.”
Hâşâ! Allah mısın? Sen ki hükm-ü ilâhiyi değiştiriyorsun?
Ey Refahçılar! Kim ki zekâtı partiye ve buna mümasil ahkâm-ı ilâhiye uymayan yerlere verirse zekâtı vermiş olmadığını kesinlikle bilsin.
Fakirin hakkı olan zekâtı, fakirin boğazından kesip alıyorlar. Bu ise refah dinine ve kitabına göre bir hükümdür. Bu da hükm-ü ilâhiye ters düşer. Yani ilâhi hükmü kaldırıyor. Kendi dinini hüküm yerine koyuyor. Ve bunlara ‘Küfür icraatı yapıyorsunuz.’ dediğin zaman itiraz ediyorlar. Oysa senin yaptığın işlerin hiç birisi İslâm’a uymuyor.
Bu İslâm dinine yakışır mı? İslâm dinine yakışır mı ki, İslâm gibi görünüyorlar.
“Bana zekâttan ver!” diyen bir zâta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Yüce Allah zekât hakkında peygamber veya bir başkasının hükmüne râzı olmamıştır. Bu bakımdan onlar hakkında hükmü bizzat kendisi vermiştir ve zekâtı sekiz gruba paylaştırmıştır. Eğer sen bu gruplardan birisi isen sana veririm.” (Ebu Dâvud)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz peygamber olduğu halde bu hükmü verememiştir. Ve fakat bu bölücüler yolu kapatıyorlar, fakirin lokmasını alıyorlar. Bu bir gasp değil midir? Bütün bölücüler de bunu yapmıyorlar mı?
Bunlara zekât veren suret-i katiyede zekât vermiş sayılmaz. Yeniden vermesi lazımdır. Eğer bu Âyet-i kerime’yi bilip iman etseydi, onların doğru yolda olmadığını görecekti.
Zira Âyet-i kerime’de:
“Sizden hiç bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruluyor. (Yâsin: 21)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ahir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa alet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:
Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizi)
Eğer bu Hadis-i şerif’i bilip iman etseydi, dini dünyaya âlet eden bu koyun postuna bürünenlere soyulmazdı. Bunları rahatça görürdü, tanırdı ve bilirdi.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- emanete hıyanetlik edenleri münafık olarak nitelendirmiş ve şöyle buyurmuşlardır:
“Münafıklık alameti üçtür. Söylediği zaman yalan söyler, vâdederse sözünü yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hıyanet eder.” (Buhârî - Müslim)
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde; emanetin ganimet bilineceğini haber veriyorlar:
“Emanet yitirildiği zaman kıyameti bekle! İşler ehil olmayanlara verilince kıyameti bekle!” buyurulmaktadır. (Buharî. Tecrid-i sarih: 54)
Hazret-i Allah’ın nehyettiği işleri yaparken Allah ve Resul’ünün hükümlerine karşı geliyorlar. Hazret-i Allah’ın hükmünü bozmaya ve değiştirmeye çalışıyorlar. Çünkü bu yaptıkları israftır, israf ise haramdır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf: 31)
Bütün bölücüler zekâtta bu gaspı yapıyorlar ve fakirin lokmasını ağzından alıyorlar ve bunu rahatça yapıyorlar. Bu İslâm dini ile hiç bağdaşır mı? Bu ancak din kurucularının dinine göre hükümdür.
Ey dünya Refahı içinde yaşamak isteyenler! Hadi bu Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere bir bir cevap verin. Sizin hangi işiniz İslâm’a uygundur?