Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde kendi dinini ilan etmiştir. Âyet-i kerime’sinde:
“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı beğendim.” buyuruyor. (Maide: 3)
İslâm dininden başka bir din gelmeyeceğini, İslâm dininden başka bir dini de kabul etmeyeceğini de diğer bir Âyet-i kerime’sinde beyan buyurmuştur:
“Kim İslâm dininden başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imran: 85)
Hülâsa:
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Dikkat ederseniz Allah-u Teâlâ’nın kelamı ile Resulullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- beyanını arzediyoruz. Şahsa atfetmeyin. Şahsa atfederseniz, küfre girmiş olursunuz. Mahlukun hükmü yoktur. Hazret-i Allah’ın hükmü esastır.
Nereye meyl edersen nefsini oraya satmış olursun. Çünkü Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde:
“Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalb yaratmamıştır.” (Ahzab: 4)
Ki birini muhabbet-i Mevla’ya, diğerini muhabbet-i masivaya hasretsin; bir kalbte iki sevgi yaşamaz.
Eğer bunları açıklamasa idim şu Âyet-i kerime mucibince herhalde mesul olurdum. Onlar her ne kadar kelamullahtan ikrah etseler, karşılarında okunduğu zaman nefret etseler de biz Hazret-i Allah’ın emirlerini açık açık söylemek zorundayız.
“Rabbanilerin ve Ahbarın onları günah söz söylemekten ve haram yemekten men etmeleri gerekmez miydi?
İşledikleri sanat ne kötüdür!” (Maide: 63)
Bir bir her şeyi açıklıyorum ki mesul olmamak için. İster imanı seç, ister küfrü seç. Dinde zorlama yoktur.
Siz Allah-u Teâlâ’nın dinini Allah-u Teâlâ’ya öğretmeye mi çalışıyorsunuz?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“De ki: Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da bilir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurat: 16)
Âyet-i kerime’ler karşında açık açık okunduğu, bu tebligatlar, ilâhi hükümler açıkça beyan edildiği halde ikrah ettiğiniz görülüyor. Çünkü artık siz Allah-u Teâlâ’nın hükmüne iman etmiş değilsiniz. Allah-u Teâlâ’nın kelamından tiksiniyorsunuz.
Âyet-i kerime’de:
“İşte böyle, çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır.” buyuruluyor. (Muhammed: 9)
Hakikatı bilmeyenler din kurucuların faaliyetlerini hâlâ İslâm için zannediyor. Onların faaliyetleri ancak kurdukları dini kuvvetlendirmek içindir. Halkı yolmak ve ceplerini de doldurmak içindir. Onlar din-i İslâm’dan çıkalı çok oldu.
Âyet-i kerime’leri ve Hadis-i şerif’leri dikkatle oku ve incele.
İmanın varsa iman et! Eğer bu Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere iman etmezsen, bil ki sen de o kâfirlerle berabersin.
“Adam ne olacak, ‘Âyet’” diyenlere gelince;
İşte onlar şeytanlarla beraber tepetakla cehenneme atılacaklardır.
“Onlar ve azgınlar tepetakla oraya atılırlar. İblis’in bütün askerleri de.” (Şuarâ: 94-95)
“Onlar” imamları, “Azgınlar” ise tâbi olan şakşakçılarıdır. İşte onlar dinden çıkacaklar ve bir daha dine dönemeyeceklerdir. Bu hususu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hadis-i şerif’lerinde haber veriyorlar:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kuran’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Ve siz bunlara hâla müslüman nazarı ile bakıyorsunuz.
Biz ancak Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne inananlardanız. İmamlarınıza, cemaatlarınıza inananlardan değiliz. Bizi böyle tanıyın. Bu imamların imanları olsaydı, bu Âyet-i kerime’lere ters düşmezlerdi. Bunlar suret-i Hakk’tan görünen birer bölücüdür. Bunca Âyet-i kerime’leri hiçe sayan bu imamlarda iman ne gezer?
Bu yazılar onlar için yazılmıyor. Henüz o bölücü grupların içine düşmemiş, din-i İslâm’dan çıkmamış kimseleri kurtarmak için çalışıyoruz.
Hülâsa bu yazılar onların içine düşmemesi ve din-i İslâm’dan çıkmaması için yazılıyor.
Oysa hiçbir kitaptan ne ücret alınır, ne kimseden bir şey beklenir. Bizim mükafatımız Rabb’ül alemine aittir.
“Selâm olsun hidayete tâbi olanlara!” (Tâhâ: 47)